- 443 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TAMAMEN ONURSAL
Servis minibüsü yavaşladı. Şirketin ana kapısından girerken üzerinden geçtiği kasis ’in görevi, yol boyunca uyuyan çalışanlara geldiklerini hatırlatmaktı. Herkes bu yükseltiden geçerken bir anda gözlerini açıyor, ovuşturuyor ve hep birlikte esniyorlardı. Bu uyanış seremonisine katılmayan biri vardı aralarında. Her sabah olduğu gibi bu sabah da yol boyunca kitap okumuş, uyuma eylemini olması gerektiği zamanda gerçekleştirerek sabaha dinç ve güçlü olarak uyanan Gümüş, kitabını kapattı ve çantasına koydu. 4 metrelik güvenlik kapısının kapanırken çıkardığı gıcırtı Gümüş’e ilkokul yıllarını hatırlatıyordu. Teneffüslerde karatahtayı tebeşirin sivri ucuyla çizerek o iğrenç sesi çıkaran yaramaz çocuk Derda’yı hatırladı. Acaba şimdi nerede ve ne yapıyordu. Belki de ölmüştü. Çoğu insan ilkokul arkadaşlarını hatırlamazdı. Hatırlayanlarda ya hoşlandıkları kız ya da oğlanları ya da ilk dayağını yediği sınıfın yaramaz çocuğunu unutamazdı. Derda da Gümüş’ün nefret ettiği çocuklardan biriydi. Sürekli yaramazlık yapıyor, herkesi çileden çıkarıyordu. Bu yüzden Gümüş, yaramaz çocuklardan ve yetişkinlerden mümkün olduğunca kaçıyordu. Dolayısıyla pek fazla arkadaşı yoktu.
“ inecek misin yoksa mesaini serviste mi tamamlamayı düşünüyorsun” dedi bir göbek.
Gümüş bir an kendine gelemedi. Konuşanın bir göbek olduğunu sandı. Servis şoförü Hamdi, gümüşün neredeyse üzerine çıkarcasına pencereye uzanmaya ve perdeyi açmaya çalışıyordu. Gümüş mahcup bir edayla, Hamdi’nin göbeğinden kıvrak bir manevra yaparak kurtulup aşağı indi. Kapıdan girerken güvenlik kartını gişeye okuttu ve bip sesinden sonra turnikeyi çevirerek içeri girdi. Bu sabah ilk günaydın yine güvenlik görevlisi saf Sami’den geldi. Her sabah bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi ve üst üste çıkmış kocaman dişleriyle gülümsedi.
“Günaydın Gümüş bey, çantanız çok güzel, yeni mi? ”
“Teşekkürler sami,3 yıldır aynı çantayı kullanıyorum” dedi Gümüş ve bakmadan yoluna devam etti.
Hiyerarşik düzende en alt katmanda bulunanların temel hatası, yalakalık yapmayı öğrenmeden yapmaya çalışmalarıydı. Sami de nasıl yaranacağını bilmediği halde, kaş yapayım derken göz çıkaranlardandı. Bu yüzden ona saf Sami diyorlardı. Gümüşün ayak sesleri, granit zeminden fırlayarak tüm koridora yayılıyordu. Gümüş içeri girdiğinde herkes çoktan soyunup dökülmüş, bilgisayarlarının başına geçmişti. 100 m2 lik ofis içinde çalışan 23 kişiden sadece temizlik ve çay servisine bakan Melek Gümüşün girişini fark etti her zaman ki gibi.
“Günaydın ablacığım Çay içermisin?” diye sordu Melek.
“ İyi olur abla, her zamanki gibi” dedi Gümüş.
Bu ofiste samimi bulduğu ve sevdiği tek kişi Melek ablasıydı. En az parayı alıp en çok beden gücü harcayan Melek, hiç şikayet etmiyordu. 43 yaşındaydı ve hiç evlenmemişti. Çocuğu da yoktu. Ama mükemmel bir anne olabilirdi. Gümüş hep hikayesini merak etse de hiç sormadı. Gümüş masasına geçtiğinde bilgisayarının klavyesine iliştirilmiş bir not buldu. “ Konuşmamız lazım” yazıyordu notta. Bu müdürün yazısıydı. Gümüş bir an dondu kaldı. Müdür Semih, birini uyaracağı veya kovacağı zaman bu şekilde çağırırdı. Bu bir idam ritüeliydi. Gümüş’ün kalemi çoktan kırılmıştı. Bu notta, bunun göstergesiydi. Gümüş sandalyesine hızla bıraktı kendini ve saçlarını ellerinin arasına alarak derin bir nefes aldı. Acaba ne yapmıştı kovulmak için. Belkide sadece bir uyarı alacaktı. Ama bu şekilde gidenlerden çok azı uyarıyla kurtulmuştu. Gümüş bir anda etrafına baktı. Herkes bilgisayarına gömülmüş bir şeyler yapıyordu. Çoğu haberleri okuyor, bazıları oyun oynuyor birkaç kişi de maillerini kontrol ediyordu. Gümüş son bir kez ofise göz gezdirdi. O anda Eceyle göz göze geldi. Ece bıyık altından gülümsüyordu. Gümüş gözlerini kısarak baktı Eceye. Sebebini o an anladı. Ece Gümüş’ü şikayet etmişti. Çinden ithal edilmeyen çalışılan oyuncaklarda mevzuata aykırı madde vardı. Yani Oyuncaklar zehirliydi ve birç ok çocuk bu yüzden hastalanabilir hatta ölebilirdi. Gümüş 20 konteynır oyuncağı günlerdir gümrükte bekletiyor, işlemleri yapmıyordu. Ve Ece bunu müdür Semih’e söylemişti. Başka kim olabilirdi ki? Diğer 22 kişiden başka kim olabilirdi ki diye düşündü bir an Gümüş. Ve hayal kırıklığa uğrayarak sorusunu düzeltti. Melek abla dışında 22 kişiden kim olmayabilirdi? Burası tam bir kurtlar sofrasıydı. Kimseye güvenmiyor, kimseyle dostluk yapmıyordu. Zaten biriyle dost olacak kadar çalışmamıştı burada. 4 aydır sadece işleriyle ilgileniyor, kimseyle dedikodu yapmıyor ve kimsenin grubuna katılmıyordu. Birkaç kez onu aralarına almaya çalışanlar oldu fakat Gümüş müsaade etmedi. Tek başına takılıyordu. Buda onu savunmasız kılıyordu. Gümüş olanları gözden geçirmek için gözlerini kapatıp arkasına yaslandı. Herşey bir anda oldu. Çantasını açtı ve içinden 9 mm’lik 2 baretta çıkardı. Sandalyeyi ayağıyla itti. Saldalye, su makinasını devirdi. Herkes bir anda sesin geldiği noktaya odaklandı. Gümüş hızla kapıyı kapattı ve arkadan kilitledi. Kimse ne olduğunu anlamadan, Gümüş iki el havaya ateş etti. Mermiler, kartonpiyeri delerek tavana saplandı. Bir anda ortalık savaş alanına döndü. Herkes masalarının arkasına saklandı ve çığlık atmaya başladı.
“ Saklanıyorsunuz ? Neden? Silahlar sizi çok mu korkutuyor. Ölmekten mi korkuyorsunuz? 3 mm’lik mdf masalar mı koruyacak sizi kurşunlarımdan? Hepiniz ortaya çıkın. Hemen !”
Kimse ortaya çıkmaya cesaret edemedi. Gümüş daha da öfkelenerek iki el daha ateş etti. Bu kez Camları hedef aldı. Duvarı boydan boya kaplayan dev camlar tuz buz oldu. Çığlıklar devam etti. Gümüş yeniden bağırdı.
“ size hemen ortaya çıkın dedim. Yoksa oraya gelir her birinizi, saklandığınız sıçan deliğinizde bulup öldürürüm. Ece sen en önde duracaksın”
Herkes korkuyla yavaş yavaş ortaya çıktı. Odanın ortasına doğru yürümeye başladılar. Gümüş ellerinizi kaldırın dememişti ama herkes elleri havada yavaş yavaş yürüyordu. Bilinç altlarına yerleşmiş soygun sahneleri bir anda özgür kalmış, herkes şartlandığı şekilde elleri havada dışarı çıkmıştı. Böylesi korku anlarında insan bilinci savunmasız kalır ve bilinç altında sakladıkları ortaya dökülür. Herkes ellerini kaldırdığında zarar görmeyeceğini düşünüyordu. Ece söylendiği gibi en önde ve elleri havada ortaya çıktı. Ofisin sonunda bulunan ve cam bir paravanla kapatılmış olan müdür odasından ses gelmiyordu. Müdür Semih hemen güvenliği aramış ve saklanmıştı bile. Gümüş müdür odasına doğru başını kaldırarak bağırdı.
“ Semih hemen buraya gel. Ordasın biliyorum aşşalık herif. Senin için de küçük bir notum var. Tam iki kaşının ortasına iliştireceğim. Hemen gel yoksa ben oraya gelirim”
Kısa bir sessizliğin ardından cam kapı açıldı ve semih boynunu içine çekerek elleri havada dışarı çıktı.
“ Ecenin yanına, en öne geç hemen” dedi Gümüş.
Müdür semih söyleneni yaptı ve Eceyle birlikte en önde durdu. Gümüş ve çalışanlar arasında 4 metrelik bir mesafe vardı. Gümüş yanındaki masanın üzerine çıktı herkese daha rahat seslenebilmek için. Hepsi tir tir titriyordu. Kadınlar ağlıyordu ama elleriyle ağızlarını kapatmaya çalışıyorlardı. Gümüş silahlarını indirdi ve konuşmaya başladı.
“ 4 aydır burada çalışıyorum. Bu pislik yerde sizle beraber aynı havayı teneffüs ederek, aptallıklarınıza göz yumarak, aşalayıcı bakışlarınıza aldırmadan tam 4 aydır çalışıyorum. Siz o lanet kahkahalarınızı bana doğru savururken, ben kulaklarımı tıkayıp sabrediyorum. Peki ne için ? 2 bin lira için mi? Sigorta ve yemek fişleri için mi? Olmayan eşim veya çocuklarım için mi? Nerde olduğunu bilmediğim babam, kahrından ölmüş annem için mi? Hayır! Ben tüm bu saçmalıklara onurum için dayanıyorum. Onur ne demek müdür bey? Ece?” çıt çıkmıyordu.
“ Bana onur kelimesi açıkla müdür bey. Hadi!”
Müdür başını hafifçe kaldırıp Gümüş’e baktı. Yumuşak ve korkak bir tonda gülümseyerek konuştu.
“ Bak Gümüş, seni kızdıran her neyse…”
“ Sana onur’u tanımla dedim pislik herif. Nasihat ver demedim” diye bağırdı Gümüş ve havaya bir el daha ateş etti. Herkes çığlık atarak eğildi.
“ Tamam sakin ol. Açıklayacağım. Onur…insanın….”
Müdür Semih, cümlesini tamamlamakta zorlanıyordu. Sesi titriyordu. Kalbinin hemen üzerinden giren kurşunla yere yığıldı. Bir an sessizlik oldu. Herkes müdür Semih’in yere yığılışını izledi. Şokun etkisiyle kimse konuşamadı. Dilleri tutulan çalışanlar sadece ağlıyor ve titriyordu.
“ Yanlış cevap. O onuru tanımlayamadı ve öldü. Sırayla herkes cevaplayacak. Cevaplayamayan ölecek. Ece! Sıra sende.”
Ece bir anda hıçkırarak ağlamaya başladı. Yalvarıyordu. Şokun etkisiyle sadece ağlıyor ve ağzından tükürükler saçıyordu. Gümüş, silahını ona doğrulttu ve sordu.
“ Onur nedir Ece? Son kez soruyorum. Pas deme hakkın var.”
Ece sakinleşmeye çalıştı. Gözlerini sildi ve dik durmaya çalışarak burnunu çekti. Berbat görünüyordu. Bir kadın, 4 dakika içinde nasıl bu kadar çirkin hale gelebilir diye iğrenerek Ece’ye baktı Gümüş. Silahını doğrultup salladı.
“ Anlatacak mısın yoksa onursuzca ölecek misin?”
“ onur… İnsanın kendine olan saygısını korumasıdır” dedi titreyerek Ece.
“ Evet yaklaştın. Ama doğru cevabı verebilmen için, sadece bilmen yetmez. Uyguluyor olmalısın. Birine onur’u anlatabilmen için önce onurlu olmalısın. Onurlu olduğuna inanıyor musun?
“ Ben… lütfen Gümüş…”
Ece’nin beyni hemen arkasında ki bilgisayarın ekranına yapıştı. Şimdi daha çirkin görünüyordu ama artık öldüğü için bunun çokta önemi yoktu. Herkes dehşete düşmüş, Ece’nin dağılan beynine bakıyordu. Arkadan biri olduğu yere kustu ve onu 3 kişi daha takip etti. Ortam, sıcak kan ve kusmuk kokuyordu. Dağılan pencereden giren hava olmasa içerisi ter, kan ve kusmuk kokusundan durulmaz hale gelecekti. Pencereden gelen sadece temiz hava değildi. Polis ve ambulans sirenleri birbirine karışıyor, hızla yaklaşıyordu. Gümüş dışarıya uzun uzun baktı. Rüzgar, terden sırıl sıklam olmuş saşlarını okşuyor, ter damlacıklarını soğutuyordu. Gümüş, Melek ablasına baktı. Oda ne yapacağını şaşırmıştı. Ama korkmuyordu. Ağlamıyordu. Sadece üzgün şekilde gözlerini Gümüş’e dikmişti. Gümüş Melek ablasıyla göz göze geldiğinde bir anda güçsüzleşti. Gözleri doldu ve beni affet der gibi baktı ona. Vücüdunda ki her kas adeta taşlaşmış, kontrol edilemez hale gelmiş ve güçsüz kalmıştı. Semih Vakur duruşunu bozmadan gri halının Ece’nin kanıyla kararmasını izledi. Kendini toparlayarak Melek ablasına seslendi.
“ Abla. Yaklaş lütfen.”
Biraz sonra öleceğini bildikleri halde kimse onun için üzülmüyordu. Sonuçta bir temizlik görevlisiydi ve kimseyle bir bağ kurmamıştı. Gümüş dışında. Onunla dostluğu daha görünmez bağlarla kuruluydu. Samimi bir gülümsemeyle karşılıyor, çayını masasına getiriyor ve omzuna dokunarak yanından ayrılıyordu. Gümüş bu ofiste sadece onu seviyor ve ona güveniyordu. Melek hiç bişey söylemeden Gümüşe yaklaştı ve karşısında durdu.
“ Abla, aramızda ki en bilgili ve kültürlü 2 kişi de öldü. Onurun tanımını yapacak kimse kalmadı. Diğerlerine sormuyorum çünkü onları da öldürmek istemiyorum. Kaderleri senin elinde. Son kez sana soruyorum. Onuru tanımlarsan herşey bitecek. Tanımlayamazsan buradaki herkesi öldüreceğim.”
Melek derin bir nefes aldı ve arkasında duran zavallı çalışanlara baktı. Hepsi de dehşete düşmüş, kaderlerinin bir temizlik işçisine emanet olduğu gerçeğiyle yüzleşmişlerdi. Çoğu bu cahil kadının soruya cevap verebileceğine inanmıyordu ve çoktan öldüklerini düşünerek baygınlık geçiriyorlardı. Melek Gümüş’e döndü ve o her zamanki sakin ve sevecen ses tonuyla konuştu.
“ Çay ister misin ablacığım”
Gümüş sanki boynunun kökünde duran kapatma düğmesine basılmışçasına olduğu yere yığıldı. Dizleri üzerine çöktü ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Melek ona doğru yaklaştı ve sarıldı. Gümüş hıçkırarak ağlıyordu. Ablasının göğsüne düşen sırılsıklam olmuş başını okşadı Melek. Gümüşün kıvırcık ve kısa saçları parlıyordu. Herkes çığlık çığlığa kapıya koştu. Kilidi açıp dışarı çıktılar. Polis çoktan gelmiş, dışardan olayı izliyor ve müdahale etmeyi bekliyordu. Kapı açılınca özel kıyafetli eğitimli polisler ellerinde uzun namlulu silahlarıyla içeri girdiler. Ekibin başındaki polis bağırdı!
“ Silahını bırak ve teslim ol. Hanım efendi hemen ondan uzaklaşın”
Melek polise gülümseyerek sakin olmalarını, herşeyin yolunda olduğunu gösterdi eliyle. Polisler yerde yatan cesetleri gördüklerinde durumun ciddiyetini anlayıp silahlarını Gümüş’e doğrulttular. Ve ekibin başındaki polis tekrar ve daha şiddetle bağırdı.
“ Adamdan uzaklaş bayan, sen, hemen silahlarını yere at ve teslim ol. Yoksa müdahale edeceğiz.”
Melek, ıslak gözleriyle Gümüş’e baktı. Gümüş de melek ablasına baktı son bir kez. Ve onu uzaklaştırarak ayağa kalktı yeniden. İki silah da hala elindeydi. Bir eliyle gözyaşlarını sildi. İçeri giren 6 polis’in de silahları Gümüş’ün üzerindeydi. Gümüş Ablasına son kez baktı.
“ O güzel ellerinden bir bardak daha çay içmeyi ne kadar isterdim. Onurlu bir bardak çay. Üzgünüm abla. Biz bu dünya için fazla iyiyiz. Beni affet.”
Gümüş sözlerini bitirdiğinde, Melek için de artık yapacak çok bir şey yoktu. Mermi göğüs kafesinden girip sırtından çıktığında, polis de çoktan ateş etmeye başlamıştı. Melek, yere yığıldığında, Gümüş hala bedenine giren mermilerin etkisiyle ayakta titriyor ve bilinçsizce ateş ediyordu. Üzerinde durduğu masadan geriye doğru savruldu ve yanında duran masaya doğru uçtu. Her şey bittiğinde, Gümüş’in bedeninde 32 mermi vardı. Ofis adeta bir savaş alanı gibiydi. Kafatasının yarısı olmayan bir kadın, gömleği artık beyaz olmayan müdürün cesedinin üzerinde duruyor, Melek hemen önlerinde sağ tarafına uzanmış yatıyordu. Gümüş de koridor tarafında bir masanın üzerinde sırt üstü devrilmişti. Gözleri açıktı ve cesetlere bakıyor gibi başı sağa dönüktü. Kolu masadan dışarı uzanmıştı, parmağına takılı kalan silah sallanıyordu.
Bunların tamamı sadece 3 dakika içinde olmuştu. Meleğin sesi, Gümüş’ü kendine getirdi.
“ Gümüş. Çayını getirdim. Demli ve taze”
Gümüş bir anda irkildi ve kurduğu hayalin etkisinden çıkmaya çalıştı. Melek endişelendi.
“ İyimisin ablacım. Rengin atmış neyin var?”
“ İyiyim abla bişeyim yok, dalmışım.”
Melek, her zamanki gibi gülümsedi, Gümüş’ün omzuna elini koydu ve uzaklaştı. Gümüş ter içinde kalmıştı. Kravatını gevşetti ve çaydan bir yudum aldı. Kurduğu hayali düşünüp kendinden korktu. Etrafına baktı. Her şey yerli yerindeydi. Bir an, gözü klavyeye iliştirilmiş nota takıldı. Derin bir nefes aldı, verdi. Notu klavyeden kaldırıp bilgisayarını açtı. Bazı belgeleri ve gereken bilgileri ekleyerek bir mail gönderdi. Mail’in gidişini bir kahraman edasıyla izledi. Kendini toparladı ve Müdür Semih’in odasına doğru ilerledi. Herkes meraklı gözlerle onu izliyordu. Birazdan başına gelecekleri biliyorlardı. Gümüş kapıyı çalmadan doğruca içeri girdi. Müdür kızgın ve şaşkın bir şekilde Gümüş’e baktı. Gümüş doğrudan müdür’ün karşısındaki koltuğa gömüldü. Müdür bu lakayt tavrına çok öfkelendi ama şimdi iş konuşması gerekiyordu. Zaten Gümüş’ü kovacaktı. Bu yüzden uzatmadı.
“ Keyfin yerindedir umarım. Çay ister misin ?”
“ teşekkür ederim, melek abla verdi az önce içtim”
“ İçtiğin çayın parasını ve maaşını nasıl kazanıyoruz biliyor musun?”
“ Sağlık açısından tehlikeli malları Çin’den ithal edip piyasaya sürerek mi?”
Müdür gözlüğünü çıkardı, masaya koydu. Kollarını birleştirip öne doğru eğildi.
“ Bana sağlık açısından zararı olmayan tek bir ürün söyleyebilir misin? Giydiğin takım elbisenin kumaşından, içtiğin çaya kadar kullandığın herşey belli miktarda zararlı bileşen içerir. Kahraman olmaya mı çalışıyorsun? Neden benim 20 konteyner’ım hala gümrükte bekliyor?
“ Gerekli işlemleri tamamlamadım ve gümrük ücretlerini ödemedim. Ha birde gümrük memuruna rüşvet işi vardı. Onu da halletmedim. Bu yüzden mi?
“ Açık sözlü olmanı sevdim Gümüş. Ama bu sanırım ciddi bir şirkete vereceğin son zarar olacak. Cv’ne ekleyeceğin referanslara Yeşil ay’ı, noel babayı filan yazarsın artık. Bir telefonla verdiğin zararı telafi edebilirim. Ama sen kaybettiğin işini telafi edemeyeceksin Süpermen.”
“ Onur nedir müdür bey?”
Müdür bir an afalladı. Gümüş’ün kovulduğunu öğrenmesine rağmen bu kadar rahat davranmasına ve birde bilmiş bilmiş “onur nedir” diye sormasına çok öfkelenmişti.
“ Onur sende olmayandır evlat. Onur bu kapıdan kıçına tekmeyi yiyerek ayrıldığında sende kalmayacak olandır. Şimdi defol burdan.”
Gümüş hiç bişey söylemedi. Yerinden kalkarken elini silah gibi kullanıp hayali bir mermi gönderdi müdüre. Müdür Semih’in sesi tüm ofiste yankılandı.
“ Defol aşşalık herif. Adi psikopat”
Kapıdan çıktığında herkes Gümüş’e bakıyordu. Gümüş rahatlamış ve vicdan azabını dindirmişti. Ece’nin masasının önünden geçerken hayali bir mermide ona yolladı. Ece kızgın ve şaşırmıştı
" münasebetsiz”
Gümüş şahsi eşyalarını topladı ve ofise son bir kez bakarak iç çekti. Rahatlamıştı. Onu uğurlamaya sadece Melek ablası geldi.
“ Tekrar döneceğim abla. Senin için de bir sürprizim var.”
“ Öyle mi, başka kim için sürpriz hazırladın” diye merakla sordu Melek.
“ Birkaç gün içinde görürsün ablacım. Şimdilik görüşürüz”
Gümüş bir kutu dolusu eşyayla ofisten çıktı. Asansörden indiğinde Sami herzaman ki gibi kapı girişinde elleri arkada bekliyordu. Gümüş’ü elinde kutuyla görünce koştu.
“ Yardım edeyim Gümüş bey, hayırdır bu kutu nedir?”
“ Kovuldum Sami.” Dedi gümüş ve fazla uzatmadan plazadan ayrıldı.
3 Gün sonra, Gümüş yedinden plazanın önündeydi. Sigarasından son bir nefes çekip ayağıyla ezdikten sonra kapıya doğru yöneldi. Sami yine aynı yerde duruyor ve yine gülümsüyordu.
“ Hoş geldiniz Gümüş bey hayırdır?”
“ birkaç şey unutmuşum Sami. Onları almaya geldim. Turnikeyi açarmısın?”
“ Üzgünüm Gümüş bey. Semih bey sizi kesinlikle içeri almamamı söyledi.”
“ Ya öylemi. Ozaman Melek ablayı aşağı çağırırmısın. Ona söylerim o getirir”
“ Tamam arıyorum hemen”
Sami gişedeki sabit telefonu kaldırıp Gümüşün ofisini aradı. Telefon çalarken birkaç polis arabası ve müfettişlerin olduğu bir araba hıza plazanın otoparkına girdi. Sivil polisler ve müfettişler ne aradıklarını biliyor gibiydi. İçeri girdiklerinde Sami’nin dili tutulmuştu.
“ bu…buyrun. Kime bakmıştınız?”
Polis memuru Sami’ye turnikeyi işaret etti. En sağdaki engelli giriş kısmını hiç ikiletmeden açtı Sami. Kargaşadan istifade Gümüş de polislerle birlikte girdi. Ofis katına geldiklerinde gümüş önce polislerin girmesini bekledi. Hemen arkalarından da kendisi girdi. Ofistekiler birden hareketlendi. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Müfettiş seslendi.
“ Genel Müdür Semih Güneş ve Muasebe müdürü Ece Dündar lütfen buraya gelsin.”
Müdür Semih bir anda camlı odasından dışarı fırladı.
“ Neler oluyor siz kimsiniz?”
Müfettiş kendini tanıttı ve kendinden emin şekilde elindeki belgeleri ve arama iznini müdür’e uzattı.
“ Adım Cihan Toygarlı. Mali müfettişim. Yanımdaki arkadaşım da sağlık bakanlığı adına çalışıyor. Hakkınızda usulsüz ithalat, vergi kaçakçılığı ve rüşvet iddaları var. Elimizde ki belgeler bunu gösteriyor. Tüm bilgisayarlara ve evraklara el koyuyoruz. Siz ve Ece hanımı da polis arkadaşlar göz altına alacak. Soruşturma sürene kadar göz altında tutulacaksınız. Lütfen zorluk çıkarmayın. Şirketin kuruluşundan itibaren tüm belgeleri istiyorum.”
Müdür kudurmuştu. Kapının kenarında sinsice gülümseyen Gümüş’ü gördüğünde herşeyi anlamıştı. Gümüş şirketin usulsüz gerçekleştirdiği bilgi ve belgeleri sızdırmış ve şirketin foyasını meydana çıkarmıştı. Gümüş,
öfkeden patlayan müdüre ve eli ayağına dolaşmış Ece’ye hayali birer kurşun yolladı yine. Melek, şaşkın şaşkın olanları izliyordu.
“ Bu pis yerden kurtulmak ister misin abla” dedi Gümüş.
“ Nasıl yani? İşten ayrılmamı mı istiyorsun?”
“ Evet. Ver istifanı gidelim. Senin için daha onurlu bir iş bulabilirim.”
“ Aslında bende sıkılmıştım bu kendini beğenmişlere hizmet etmekten” dedi ve pembe önlüğünü çıkarıp attı. Herkes şaşkınlık içinde olanları izliyordu. Gümüş, Melek ablasını da alarak kapıdan çıktı.
Herşey hayalindeki gibi olmuştu. Müdür ve Ece’nin işi bitmişti. Artık huzur içinde oradan ayrılabilirdi. Ceketini çıkarıp omzuna astı ve granit zeminde topuklarını vurarak yürümeye başladı. Bu kez yalnız yürümüyordu.
“Onur nedir abla?” diye sordu Gümüş.
Melek, her zaman ki gülümsemesini takındı ve cevap verdi.
“Çayı çok güzel bir yer biliyorum, çay içelim mi ablacığım? ”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.