- 666 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BEYAZ HANIM' IN LEKELİ PARDESÖSÜ
Babaannem köylü bir kadındır.
Hayatının 35 yılını, 50 yaşında geldiği İstanbul’ da geçirmesi onun köylü olmasını engelleyememiştir. Köylü dediğim zaman, bu onu aşağıladığımdan asla değil, aksine, onun hala çok saf ve art niyetsiz olmasından ötürüdür. Beyaz hanım hiç okula yollanmamış, okuryazar değildir. Tıpkı diğer 8 kardeşi gibi. Ama güzelmiş.
Anlatır;
" Köyün en güzel kızıydım, nah bu kollarım gibi iki örüğüm vardı, sırma gibiydi saçlarım."
Babaannem 17 yaşındayken, kendinden 18 yaş büyük dedemle evlendirilmiş. Dedem, hayatı boyunca ne annesini ne de babasını tanımış. Onun bunun yanında büyümüş. 18 yaşında bir evlilik yapmış, bir kızı olmuş. Öksüz yetim bir çobanmış. Günün birinde köyde bir cinayet işlenmiş, demişler ki Garip işledi. Garip, garip ya, hayatta tek bir kuru dal ya, atılmış hapse. 10 yıl. Azmetmiş kendi kendine okuma yazma öğrenmiş hapiste. Eline geçeni okumuş. Bir gün devlet "Pardon Garip, sen haklıymışsın, Öküz’ müş bunu yapan" demiş.
Dedem evine döndüğü zaman geride ne bir eş, ne de bir çocuk bulabilmiş. Karısını babası başkasına vermiş. Ne izi var, ne de kokusu. Babaannemin babası olan dayısı sahip çıkmış yeğenine. Dedemi kendine çoban yapmış.
Dedem çok çirkin, kısa boylu bir garip çoban ama inanılmaz doğru ve düzgün biri ya, dayısı demiş sana Papatya’yı vereyim. Papatya bunu duyunca kaçmış yavuklusuna. Dayı yılmamış, bunun üzerine yeğenine; sana Manolya’yı veriyorum demiş. Ablası yapar Manolya durur mu o da kaçmış gönlünün sultanına. Yıllar geçer dayı ısrarından vazgeçmez. Kızlarının en güzeli Beyaz büyümüş, güzelleşmiş. Verdim sana demiş, yeğenine. Babaannem kaçamamış varmış dedeme.
Anlatır babaannem;
" Onu hiç kocam, yavuklum diye sevemedim ama yukarıda Allah var, iyi has insandı, beni severdi"
Babaannem evlilik sonrası zengin babasından bir şey görmemiş, ne gönülden sevgi, ne destek. Kocası ile günlük geçimlerini sağlayabilmişler. 4 çocukları olmuş. Kendi yağlarında, kendi inançları ile kavrulmuşlar, ta ki İstanbul’ a gelene kadar.
*****
Babaannem 12 yaşından beri namaz kılan biri. 5 vakit, tek vakit atlamadan. Onu ilk tanıdığım zamanlarda dizinden 1 karış aşağıda pardösü, mantosu vardı. Elbisesinin üzerine boynundan bağladığı eşarbını takar, üstüne pardösüsünü giyerdi. Makyajı hayatı boyunca yapmamış birisiydi. Çok dağınık ama bir o kadar da çok titizdi. Devetüyü pardösüsü her zaman tiril tirildi. İri düğmeleri dar kesimi ile çok hoşuma giyerdi. Yakışırdı babaanneme.
Babaannemin akrabaları yıllardır Eyüp’te otururlar. Tanıdığım, sayıları onu bulmayan kadınların içinde kara çarşaflı olmayanların sayısı sadece iki. O ikisi de kapalı ama çarşaflı değildir. Bu can akrabalar babaannemin beynini yıllar yılı yıkadılar. Kara kara kara diye.
Diyorum ya babaannem saf diye, aslında çok da zeki bir kadındır. Tek başına onlara karşı geldi ve o çarşafa girmedi. "O zaman adamakıllı kapan, bacakların meydanda, ne bu böyle..."
Onu kabullendi benim tatlı Beyaz’ım ve pardösü boyunu 4 parmak daha indirdi. Başını da eşarp gibiden türban gibiye çevirdi.
Gün geldi en büyük düşü gerçekleşti. Hac zamanı idi. Dul aylıklarından biriktirdi ve yazıldı listeye. Tabi kara akrabaları ile. Tek başına gidemezdi, hem cesaret edemez, hem de okuyamazlığından çekinirdi. Yolculadık onu. O gün ki sevinci inanılmazdı. Ve ben de çok duygulandım. Kendi istediği bir şeyi yapıyordu ve çocuklar gibi mutluydu.
Dönüş zamanı geldi, havaalanında bekliyoruz. Ağzı kulaklarında, beyaz beyaz geldi. Tertemiz görünüyordu. Akraba teyzeleri de alıcı bir gözle süzdüm, fena görünmüyorlardı, beyaz açmıştı onları. Nur düşmüştü yüzlerine. İlk ve sondu tabi ki bu görüş, kara çarşaf evde bekliyordu onları.
O dönem televizyonlarda fırtına gibi esen; Marianna vardı. Ağlak yüzlü Marianna, babaannemin sevgilisi. Hiç kaçırmazdı onu. Babaannem o gün eve geldi, kahvaltı hazırlanırken;
" Beyaz Hanım dizin başlıyor, gel yanıma otur" dedim
" Seyredemem, ben artık hacca gittim" dedi.
" Eee ne oldu ki gittiysen"
" Televizyon günah, kabirde gözlerimize yılanlar otururmuş"
Kahkahayı patlattım
" Korktun mu minnoş"
" Öyle deme biraz kendimi toparlamam lazım artık, yaş 70 i geçmiş"
Neyse, anlaşılan onu ikna etmek o an için mümkün değildi. Kahvaltıya geçtik, babaannem televizyona sırtını verdi. Marianna ağlıyor, babaannem;
" Ah güzelim neden ağlıyor, O herif mi ağlatıyor onu"
" Babaanne o adam da yanında, çocuğuna ağlıyor"
" Ne giymiş üstüne yeşil elbisesi mi, çok yakışıyor ona"
" Hayır babaanne, eteği var"
Dayanamadım;
" Ya babaanne, bu yılanlar kulağına da oturmayacak mı senin?"
" Anlamadım"
" Dinliyorsun ya günah olmasın dedim "
" Yok öyle bir şey demediler"
" Kimler babaanne?"
" Bizimkiler"
" Kara hanımlar mı?"
" He ya "
Babaannemin 1 hafta sonra hacılığı sakatlandı. Bir gün ona gittim, baktım televizyonu yan cephesine almış. Dua okuyor, bitince de önce sağına sonra soluna üflüyor, üflerken de ya gözle diziye bakıyor.
Ah minnoşum. Dayatmalarla nasıl da etki altında kalmıştı. İnancı inanılmazdı, ama bir türlü kabul edemezdi bazı şeyleri. Denemişti ama, kendi doğrusundan uzun süre geri kalamamıştı.
1 ay sonra eski Beyaz aramıza yine katıldı. Ama bir farkla, artık pardösü boyu ayak bileğine inmişti. O günden sonra, kışın ne zaman dışarı çıksa; o tiril pardösüsünün etekleri çamurlanır, ıslanır. Ve her seferinde sinirlenir, " Baksana üstüme, rezillik ya" der. Titiz babaannemin parası yok ki, her dışarı çıkıştan sonra pardösüsünü temizletsin. Ama dini de temizliği şart koşmuştu, o da bunu benimsemişti. İçi cızlaya cızlaya, etekleri renk değiştiren pardösüsünü giyiniyor.
Peki, bu çelişkisinin hesabı kime sorulacak.
Namazını kaçırmayan, dedikodu yapmayan, annemden başka derdi olmayan :), hacca gitmiş Beyaz Hanım’ın pardösüsünün kuru temizleme parasını kim verecek. Kendini temiz hissetmesini kim sağlayacak? Kara çarşaflı teyzeler mi? Onu o ince zekâsına rağmen, cahilliğe terk eden ailesi mi? Cahilliğine, okuyup da anlayamamasına olan kızgınlığı mı?
Beyaz Hanım’ım
Söz sana kabirde yılanlar seni rahatsız ederlerse" Ben yaptım, onun cahilliğinden yararlanıp yolundan çevirdim" diyeceğim!
Sıkıysa gelsinler de beni soksunlar...
YORUMLAR
bana da 35 inde dul kalıp 6 çocuk büyütüp okutan babaannemi hatırlattı bu yazı..
bende sizin yaptığınız gibi yapardım,bugün keşke yaapmasaydım diyorum...
inandığı seçtiği hayatı kendi bildiğince yaşasaydı...okkalı sözleri geliyor aklıma şimdi...
evin ilk çocuğu olmamdan ötürü beni o büyüttü.eski ramazanları hatırlarım;
yaşım küçük
sahura kaldırmazlar,amcamlar,babamlar hep ayni evde kalıyoruz kardeşler ayrılmamış daha.
ben babaannemin kuşağını belime bağlıyorum.o usulca kalkarken beni uyandırmış oluyor.
güzel günlermiş...
bizim zamanımız yokluk zamanıydı...zor koşullar altında büyüdük...
sonra iş güç sahibi oldu aile bireyleri..
ama babaannem hep eski püskü giysiler giyerdi
birgün kızdım ona...bağırdım...senin müdür çocukların var
her şeyin var çok ayıp diye çıkıştım...
o benim nur yüzlü olanım,beni karşısına aldı ve su gibi sesiyle anlattı...
otuz beş yaşında dul kaldım oğul...iyi giyinsem ardımdan söz ederlerdi
böyle giyinmeyi tercih ettim ki kimseler ardımdan söz etmesin "uşaklarıma"kara çalınmasın...
şimdi gözlerimi dolduran o sözleri o gün anlayamamıştım sanırım...
"kuş gibi gideceğim...beni almaya gelip,ayaklarımı yere değdirmeden götürecekler."derdi...hem babası,hem annesinin babası sarıkamışta şehit olmuştu...ben onu oralara götürecektim..çok isterdi...götüremedim....
ben 12 eylülde tutukluyken
akşam halsizxleşmiş,sabahta ölmüş..ben üç yıl sonra falan öğrenmiştim öldüğünü...
yazınız nerelere götürdü beni...
babaannemi
köyümü veçocukluğuymu çok özledimin farkına varıdm birden...
teşekkürler...