- 1243 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Annemin Çocukluğu
Günlerdir mide ağrıları çekiyordu;
-bütün gece uyumadım dedi, karnını tutarak.
-seni de uyandırmaya kıyamadım .
O gün benim de uyuyacağım tutmuştu demek. Yüzü kireç gibi olmuştu, yalvaran gözlerle bana bakarak;
-öyle ağrıdı ki, gözüme uyku girmedi, dedi.
-keşke uyandırsaydın be güzel annem" diyerek apar topar hazırlanıp doktora kadar dayanmasını söyledim.
Doktora geldiğinde acınası gözlerle etrafına baktı ;
- doktora geldik mi? diye sordu.
Belki de nereye geldiğini kestirememişti, korku dolu gözlerle beni takip ediyordu. Yanından bir dakika ayrılmış olsam, panik halinde sağa sola bakar sonra kayboluyordu ortalıktan.
" bak anne, ben bir yere gitmiş olsam bile sakın olduğun yerden uzaklaşma "dedim.
Nede olsa telefonu yoktu ve olduğu yere ve nerede oturduğumuza dair hiç bir bilgisi yoktu.
Yaşlanmıştı artık, 80’i devirmişti koca Selvi. Yaşamak tutkusuna şaşardım her zaman. Onca derdi bir kürek gibi çeker, yine de zevk alırdı hayattan. Ne anlamıştı yaşamaktan? oysa ona yaşamak denemezdi. Talihi bir kez olsun yüzüne gülmemişti ki. Ne sığınacak kendine bir evi olmuştu hayatta, nede sırtını dayayacak bir eşi. Biz daha çok küçükken ölmüştü babam. Öksüz çocukları büyütmek kadar zordu şimdi çektiği ağrılar.
Kızım takılırdı arada;
-anneanne? Yolculuk ne zaman?
-öldüğümü istiyorsun değil mi? Derdi.
Kızım kızdırmaktan hoşlanır, devam ederdi ;
-ama anneanne bir insanın ömrü zaten 80 yıldır.
sinirlenip, sesini yükselterek;
-ben 100 yaşıma kadar yaşayacağım, derdi.
17 yaşında olmak, ölümden korkmamaktı belki. Yaşlandıkça korkardı insan ölümden. Karanlıktan ve yalnız kalmaktan korkmaları, ölümü anımsatmasıydı belki. Oysa o yaşlarda karanlık ve kasvetlidir insanın doğası, yalnızlık kalmak tutkusu vardır gençliğin içinde. Hep kendiyle kalmak ister.
Hemen bir taksi çağırdım, önce iş bankasına uğrayacağımızı sonra da Cihan hastanesine gideceğimizi söyledim. Taksiciyle hastaneleri çekiştirdikten sonra, bankanın önünde durdu, hemen inip para çektim. Özel hastane olduğundan emekli de olsa paraya ihtiyaç vardı, en çok tahliller için aldıkları paraya kızardım. Yapacak bir şey yoktu. O ara arkamı döndüğümde taksiden inip benim yanıma doğru geldiğini fak ettim;
-neden indin anne?"
-gittin sandım
-anne seni bırakıp neden gideyim? Hadi. Gel taksiye, bir daha da inme.
O ara taksici de şaşırmış olsa gerek;
-ben söyledim inme diye ama duymadı, kulakları ağır işitiyor sanırım.
-Evet. kulağı az duyuyor, her şeyi yanlış anlıyor bu yüzden.
Nihayet hastaneye gelmiştik. Hastane de kayıt işlemlerini yaptıktan sonra, doktorun yanına çıkmıştık nihayet. Koluma mıknatıs gibi yapışmış, ağırlığını bana doğru vermişti. Doktor şevkatli bir ses tonuyla;
-nedir şikâyetin? Diye, sordu.
-doktor bey, dün geceden beri midemden ölüyorum.
-dur dur ölmezsin aslan teyzem benim, bakalım ne varmış
yatmasını ve karnını açmasını söyledi. . Ağır ağır açtı karnını, şişti sanırım;
-öyle ağrıyor ki doktor bey" dedi.
Doktor acımıştı haline, elinden geleni yapacakmış gibi göründü. Bakışları içtendi, sıcaktı.
Bakınca anlaması mümkün değildi muhtemelen, önce ultrasonla bakacağını sonra da Tomografi filmini istedi. Ultrasonla baktı önce. Bana da gösterdi ama hiç bir şey anlamadım. İki doktor aralarında doktorca terimlerle konuşuyor bense bu kadar yabancı kelimeyi bir araya getirerek nasıl konuştuklarına şaşıyordum. Safra kesesinin iltihaplı olduğunu söyledi. Kan ve tomografi için Laboratuvara, gönderdi.
Bu arada annem ağrı çekmeye devam ediyordu, ne duyuyordu nede etrafında olup biten olayları görüyordu.
Önce kanını verdik ardından Tomografi merkezine gittik. Kanında keratin olup olmadığına bakacaklarını söylediler. Böylece 1 saat kan sonucunu bekledik. Ardından ilaçlı su verip, iki saat de suyu yavaş yavaş içmesin söylediler. Bekleyecek mecali kalmamıştı. Suyu kafasına dikti.
-anne dur! o kadar hızlı içme, iki saat de içmen gerekiyor, dedim.
-bir an önce bitsin, diyor ve dikiyordu kafasına
-anne içsen de fark etmez iki saat bekleyeceksin, dedim
yüzüme bakıyor anlamamış gibi yeniden dikiyordu kafasına. Yüzünde tiksintiyi andıran bir ifade beliyordu. Diğer hastaların sempatisini de kazanmış oldu böylece. Tam yanımda oturan genç bir bayan;
-yazık canım benim, nasılda tiksiniyor içerken dedi,
-anlamıyor, o kadar hızlı içmeyecekti.
-ben annemi kaybettim, kıymetini bilin, dedi
- insanı karşılıksız seven tek insan anne, dedim.
- anne olunca anlıyor insan, dedi.
Bu arada annem suyu kafasına dikiyor, arada öksürüyordu. Yapacak bir şey yoktu, haline bıraktım.
Bir zamanlar ben ona nazlanırdım, şimdi ise o bana naz yapıyordu. Sanki ben onun annesi olmuştum. O ise benim çocuğum. Gözüme bir ışık gibi göründüğü günler geldi aklıma. O varsa güvendeydim, o yoksa her şey eksik. Şimdi o ben onun ışığı olmuştum. Kendisini koruyacağımı düşünüyor, her an gözleriyle beni takip ediyordu.
Sonunda beklenen saat geldi ve Tomografi merkezine girebildi. Bu arada ağrıları bir nevi geçmişti. Sonucu doktora bildireceklerini söyleyip bizi gönderdiler. Bizde hızlı hızlı doktorun muayene hanesine doğru yol aldık. Geldiğimizde sabit bakışlarla kapıya bakıyor bir an önce bizi çağırmasını bekliyorduk. Sekreter kapıyı açıp bizi çağırdı. Her doktor bilirdi o bakışı, çare arayan zavallı bakışlar. Sonucu laboratuvara telefon edip öğrenmişti, neyse ki korkulacak bir şey yoktu, gaz ve iltihap dışında. Bir torba ilaçla bizi eve gönderdi. İlaçlarını verdim ve uyumasını söyledim. Abartısız 24 saat uyumuştu.
Bir arayanı yoktu, garip olan o da kimseyi sormuyordu artık. Bir zamanlar benim annem diye paylaşılmayan güzel insanı unutmuştu herkes. Ölünce hatırlayacaklardı belki, belki daha çok sarılmadık diye hayıflanırdık bir gün. Uyurken gidip sarıldım, öptüm yanaklarından. Tıpkı ben çocukken onun bana yaptığı gibi. Bir iyileşsin, dilediği her şeyi yapmayı görev bilecektim kendime belki de yine unutacaktım sözümü. Hep gezmek ister, biz ise yaşlısın diye götürmezdik. İnsanın ruhu yaşlanmazmış hiç. Hele bir kalksın ayağa...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.