- 770 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞEFKAT
Yağmurlu ve soğuk bir gündü, kimi ellerinde şemsiyesini, kimi üzendeki montunu siper etmişti yağan yağmura karşı saçlarını, bedenini. Üşüyordu, sırılsıklam olmuştu, titriyordu, açtı. Kendisi gibi olan diğer sahipsiz büyükleri tüm çöplerin içinden girip dışından çıkıyorlardı ve ona sadece bir kırıntı bulma ümidiyle boş torbaları koklamak kalıyordu. Günlerdir tek bir çöp torbasını bile karıştırmamıştı. Kendisini ısıtacak sıcak bir kucak arıyordu, biraz da şefkat. Her gördüğüne yalvaran gözlerle bakıyordu, henüz küçücüktü, belki de bu nedenle insanlar onu görmüyordu ve büyümesi gerekiyordu. Umursanmadığını anlayınca da gidenin ardından başını çevirip bakacak kadar yüzsüz olmadığını düşünüp, önünden geçen diğer hayatlara sadece bakmakla yaşatıyordu içindeki sahiplenme ümidini ve yaşama direncini.
Hayatı bilmiyordu, annesi babası var mıydı? Hiç kardeşi olmuş muydu? Eğer varsa neredeydiler.
Yol kenarında yürürken hızla geçen bir araba sıçratmıştı dünyanın çamur gölünü üzerine. Bir an o gölün kendisini boğacağını düşündü, nefes almakta zorlandı, ama sonra rahatlar gibi oldu. Nefes almaya başlamıştı yine. Bedeni üzerindeki çamur ve sulardan dolayı gittikçe ağırlaşıyordu. Ayakları artık bedenini taşıyamayacak kadar yorgundu. Başını sol tarafına çevirdi. Kapısı açık bir apartman duruyordu önünde. Hızlıca içeriye girdi. Hiç ses yoktu. Merdivenlerin üzerine çıktı. Soğuktu mermer merdivenler, ama en azından ıslanmıyordu. Daha önce yediği çamurlu sulardan arınmak için titreyip silkelendi ve üzerinden sıçrattığı damlalar birkaç merdiven üzerinde ufakça bir çamurlu su birikintisi oluşturmuştu, paçalarından sular süzülmeye devam ediyordu.
Biraz uyumaya ihtiyacı vardı. O sessizliği güvenli bilip gözlerini yumdu. Birkaç dakikalık huzurlu bir uykuya dalmıştı ki gelen ayak sesleriyle irkildi, titredi ve ayaklandı. Elleri poşetlerle dolu kendisine doğru hızla ve sinirli bir şekilde yaklaşan kısa boylu şişman, bıyıklı adamı gördü. Tekrar ümitlendi gözlerinde yalvaran bakışlarıyla adama baktı. Bu kısa boylu ve bıyıklı adam da onu görmüştü ve yanına yaklaşıyordu. Büyüdüğünü hissetti, çünkü bu adama diğer insanlara olduğundan daha fazla yakındı mesafe olarak, kendisi gibi bıyıkları da vardı. Ellerindeki poşetlere kaydı gözleri, içlerindeki ekmekleri ve süt kutularını gördü, gözleri irileşti hemen.
Adamın gözlerinin içine baktı. Ama bu adamın gözlerinde tıpkı kendisini çöplerden uzak tutmaya çalışan diğer büyüklerinin öfkesini görmüştü, adamın adımları yaklaştıkça bu öfkeyi daha fazla görüyor ve korkusu gittikçe artıyordu. Olduğu yerde korkarak biraz da şefkat dilenen, yalvaran gözlerle bakıyordu adama. Şımarık biri olduğunu düşünmesin diye sesini bile çıkarmaya cesaret edemiyordu. Adam gittikçe yaklaştı, merdivenleri çıkmaya başladı. Onun bulunduğu merdivenin iki merdiven üstüne çıkmıştı. Kedi şaşırmıştı. bu adamda mı onu görmüyordu, yoksa görmezden mi geliyordu. Görmezden gelmesine bile razıydı, yeter ki şuracıkta biraz olsun uyumasına izin versin… Şu an buna çok ihtiyacı vardı.
İki üst merdivene çıkan adam kedinin karnına öyle bir tekme savurdu ki, kedi bir anda havalanıp olduğu yerden birkaç metre ilerideki apartman kapısının önüne hızla çakılmıştı. Canı çok acıyordu, kapının arkası yağmur, çamur, fırtına, açlık, tehlike demekti. Yerinden hareket edemiyordu. Buradan çıkmak istemiyordu, açlığına, üşümesine, sırılsıklam oluşuna bir de canının acısı eklenmişti. Ama sesini çıkaramıyordu. Kendisini kovmaması için yalvaran gözlerle baktı adama. Adam, “bak hala bakıyor, çıkmıyor da” diyerek üzerine geldi, korkusu gittikçe artmıştı, buradaki son saniyeleriydi diye geçirmişti aklından, adam tam ikinci tekmeyi de savurup açık olan kapıdan kendisini az önce üzerine sıçrayan çamurlu su birikintisine savuracak iken kurtarıcısının sesini işitmişti. “ Ne yapıyorsun Rıza efendi!?” diyen Fehmi beydi kapı önünde elinde şemsiyesiyle duran yaşlı adam. Rıza efendi’nin gözlerindeki öfke bir anda kaybolmuştu ve şimdi canı acıyan zavallı yavru kedi gibi Fehmi beye endişeli gözlerle bakarak ve titreyen sesiyle kendisinin haklı olduğunu ispatlayacağını düşündüğü savunmasına geçmişti “Bunları buraya alıştırmamak lazım Fehmi bey, biri dadandı mı gerisi de gelir, bir daha da arındıramayız apartmanı bunlardan, kapıdan kovsak bacadan girerler, evimizin içini bile zapt ederler, iyisi mi en başından alıştırmamak bunları buraya.” demişti. Yerde canının acısıyla kıvranan kedi ne olduğunu anlamaya bile çalışmadan sadece Fehmi beyin yüzüne odaklanmıştı. Adamın gözlerinin içine bakıyordu ve ilk defa bir insanoğlunda şefkati görebiliyordu.
Fehmi Bey elindeki şemsiyesini yere bırakarak, “O da bir can, bak ne kadar korkmuş” diyerek eğilip, kucağına almıştı titreyen kediyi. En ufak bir tiksinti duymadan başını okşamıştı, çamurlu tüylerini zarifçe tarar gibi okşamıştı, en tuhafı da sanki kucağındaki kedinin can acısını biliyor da oradaki acıyı söküp yok etmek istermiş gibi tekmeyi yediği karnını okşuyordu. “Hem daha küçücük bir yavru, annen nerede senin, kardeşlerinden ayrımı düştün” deyip kucağındaki kediyle Fehmi bey arkasını dönmüş merdivenleri çıkarak ilerliyordu.
Rıza efendi yerdeki şemsiyeye baktı. Az önce tekmesiyle savurduğu kediden sıçrayan çamurlu sularına Fehmi beyin yağmurda ıslanmış şemsiyesinden süzülen sular karışarak bir birikinti oluşturuyordu. Rıza efendi merdivenleri ağır ağır çıkan Fehmi beyin arkasından içinden söylene söylene tüyleri ıslanmış kediyi sanki kendisi okşuyormuş gibi tiksintiyle bakakaldı.
Hüseyin Gökmen
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.