- 454 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
'lame'
Takmadı bile beni, umursamadı, umursamanın ucundan bile geçmedi. Kendimi aşağılanmış hissediyorum. Kalemi elimde tutarken çekiniyorum. Ne yazacağım? Tartışmanın yararı olmayacak. ‘Affedersiniz efendim’ deyip geçmeli ama hayır, kendimi daha iyi tanıyorum. Kalp ritminde bir bozukluk var. Sesleri sevmemek elde değil; hayat belirtisi. Bu enerji çağlar içinde bir başka benzerimle alakalı olmalı. Ama güçsüzüm. Bunu biliyorum. Yitecek, tükenecek kadar güçsüz hissediyorum. Aynalardaki saydam görüntünün altında kutlanabilir bir yalnızlığın olmadığı açık. Seslerin iç içe çelişkilerle dolu olduğu, asla özgürleşmeyecek bir hayatın kollarında yitimin kendine avuntu edindiği öz haller var. Ellerimi tutup kaldıramıyorum. Ellerim, benim, güçsüzüm. Sokaklar ben yürümeye devam ettikçe aydınlanıyor. Deli gibi köpek arıyorum. Kar yağıyor. İç içe iki poşetin içindeki salçalı makarnayı köpeklere vermeyi düşünüyorum. Burnun tıkalı olabildiği kadar, sade bir acıdan yargılanma hakkımız olabiliyor. Yer açılmayacak kadar yoğun şimdiler de geçmişin izleri her türlü kötülüğün sardığı bir yer olarak tanıyor burayı. Güç yeteneğini kazanmak oysa helal ama her insan çalıyor. Bir başkasından, insanlık dışı… Araya mesafe koymaya kalktığı an, mesafenin kendisi sorun olmaya başlıyor. Yetmiş yaşlarında beyaz sakallı bir adam çıkıyor. Adını soracağım. Az önce cebime koyduğum kâğıt paranın düştüğünden habersiz bir şekilde devam ediyorum. Konuşamıyoruz ikimizde. Konuşmak istediğim yer de atmosfer gri, tel tel dökülüyor kar taneleri, kesiyor yanaklarımı. Soğuk! Vurabilir. Hayata dair kinin birkaç tokatla hafifleyebileceği bir mekânın adını sorunca, parmaklarım sızlıyor. İki meme ucunun gazeteye çarptığı her saniye, acaba hangi haber böyle hislendiriyor diye merak ediyorum. Aynı adamlar balkonda, aynı kadınların kıçlarını ıslatarak yıkadıkları hayatlarının kiri üzerine bastıkları kırk kininci hislerle içleri yaralı. Çakmak düşebilir her bir balkondan. Korkum bu gaz patlamasında kedilere, köpeklere ve kuşlara bir şey olması! Oysa ne güzel sözlerim vardı, anlatabilirdim. Önce tanımadan yazmayı denerdim, sonra tanıdıktan sonra anlatmayı, belki de daha yakın kılmayı. Bir şey araya girebilir, o bir şey çekincenin çekmesindeki oyalı bir yazmanın ortasındaki kan lekesi kadar değerli. İçimde benzer duygularla kaçıracağım bir şey yok, olmamalı, olursa haber verecek kimsenin yokluğu muteber bir nesne hayat öyküsündeki o garip cümlede. Az sonra daha sonra diyeceğimiz an gelecek. Nereye karışacağım? Hava, su, toprak… Hafif ya da ağır olma mevzusu dışında, eriyebileceğim bir şey kalmamış gibi hissediyorum. Mühürlü gözlerimdeki ince ayrıntı, ruhumda ölüyorum. Kulağıma fısıldamaları gerekiyor adımı. Adımı duyunca heyecanlanabiliyorum. İnsan yaşayarak eriyormuş, yaşlı kaval kemikleri gibi. Romatizma, kireçlenme ve birçok kemiğe dair rahatsızlık ete bürününce adı değişebilir her şeyin. İnsan vefasında kaleminin oyduğu yerlere gözyaşları sığınıyor. Pişmanım. Yaşamaktan ve biraz önce ölememekten… Beni alıp, çekmedin, tutmadım elimden Tanrı’m. Varsa bir elin, tutmak isterdim. Hayır, bu çok basit oldu, yüzün, evet, yüzün yetebilirdi. Yüzünü gösterebilirdin, ölmüş olurdum, hayır, uyduruyorum, bu olamazdı, kubbeli gecenin ardında basit bir kurmacadan başka bir şey olamazdı. Sen, sen beni görüyorsun değil mi? Görmen lazım, hatta duyuyorsun da, anlıyorsun… En çok anlamana seviniyorum, en çok beni anlarken, senin için yapamadığım şeyler beni rahatsız ediyor. Utanıyorum. Sesim gıcırdıyor. Hoşuma giden hiçbir insanın olmaması. Zaten yok, yoklar. İnsanlar, insanlık, insan… Keşke antropolojik evrime inanmıyor olsaydım! Ben, bir bar sandalyesi üzerinde uyuyabilirim yüzümü ve kollarımı mermere yaslayıp. Aynı duygularla kalamıyorum bazen yitirmenin kazanmaktan daha güzel yanları oluyor. Süt içiyorum mesela, midemi rahatlatmak için. İnsanlar kaybedebilmenin de iyi yanları olabiliyor. İnsanın gözünden düşen parça yeterli anlatmak için, eğer gerçekse. Gerçekse, eğer inanıyorsa insan, bir şey gerçekçe, gerçek olandan bahsedebilmek güzelliğini tadabilmişse gerçeğine erişmek için çabalayan bir insan, gerçek gerçekten de güzel olabiliyor. Çok da yorucu, insan hep iyi kalamıyor, kötü de. Bir denge olmalı, içinde, içinin de içinde bir denge olmalı evetler ve hayırlar adına. Havaya atlamanın güzel bir yanı olabilirdi. Camları kırınca insanların rüzgârla sarılması gerekiyor. Hiçbir gereklilik bu kadar güzel olmamıştı. Kedi balkona çıkmış ve yine aynı şeyi söylüyor. Sözgelimi bir insan olabilmenin zorluğunu bilemediği için ona üzüldüğümü fark ediyorum. Sonra da sevindiğimi… İçimdeki tereddütleri bir çırpıda yitirmek istemediğim için bu hayaletler beni takip etmeye devam ediyorlar. Gözlerinin rengine bayılıyorum. Sanrıların da simsiyah saçları güzel, o saçların yandığı için siyah olduğunu söyleyen de var. Bir saç neden siyah olur ki! Madem öyle, tüm saçlarını kesip, başındaki yumurtamsı yuvarlığının tam ortasından öpmeye başlıyorum. Yarılan deliğin kanayan parmak izlerinde uygarlığın ilk izleri taşınıyor. İşitiyorum, geliyor, gittiği zaman da geleceği anı beklemeye koyulmuyorum. Dışarıdan geliyor. Gel, kal, gitme ya da git! Serbest olan bir hava kütleli cismin nereye gideceğine yalnız rüzgâr karar verebilir. Rüzgâr, zavallı sarhoş; nasıl da esiyor, kar tanelerinin oyununu bozuyor! (Sarayın tüm odalarına girilmez) Bu seslerden bir demet şiir bile yazılabilir ilaç niyetine. Bu akşam haddinden fazla sakin geçiyor, sabah da öyle, geceye yürüyorum. Bir şeyi bekliyor halim var. Neyi bekliyorum ki? Sanki annesi ölmüş bir çocuk gibiyim. Gelecek annem, içeri girecek, ellerini hissedeceğim tenimde, öpecek, bir daha öpecek, sonra gitmeyecek. Ama böyle hissetmiyorum, gelmeyecek, beklediğim gelmeyecek. Sorunun ‘beklediğin ne’ olması şaşırtıcı değil ama nasıl olduğuna bakıyorum ben. Herkes bekler, burası beklemekle geçer, bir ömür insan bekler, insanlar beklentili, hep ister insan, menfaat ise menfaat, ben iyi biri değilim, beklediğim gün kendi ölümümden başka şey değil. Bu öyküye başladığım an gibi, adı, sanı, olayı, örgüsü olmayan yer de, toprağın üzerinde v şeklinde durup, rüzgâra direnen kuşların arzusuyla bekliyorum. Oturabilirmişim, rahat batmazmış, benim ki sağlammış! Ama sanrılar dönüyor, her yer de, her şey de, gece daha çok, gece bu boşluk, soğuk oluk oluk iliklerimden içeri bir kefede imtiyazlı hücrelerin tedavisinde kullanılan enerjiyle savaşıyor. Kuşları seviyorum. Evet, bu gece bu kadar sanrı yeter. Hayaletlerin saçları siyah, yüzleri kırışık muşambayı andırıyor. Kokusuz bir hayaletin korkusu olmamalı. Mutlak güç, mutlak bir yozlaşmanın habercisidir ayrıca. Aforizma piçi armpit fetişi çıkınca her şey daha ilginç olmaya başlıyor. Ama ben yoruldum. Haddinden fazla sinirlendim. Kendimi harap ediyorum. Kendimi bu kadar yormanın dünyaya en ufak faydası olmayacak. Yere çöp atıp, tükürmesem yeterli. Kalemi Hindistan cevizi kabuğundan yapılmış tabutuna koyabilirim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.