- 754 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
TOHUMDAN FİDANA
Benim güleç yüzüm neden asık, diye düşünürken; Aslında nasıl olur da haddinden fazla gülmüşüm, onu sorguluyorum şu an, bu sevimsiz dünyaya...
Doğarken gülmemişim ben, siz de gülmediniz belki. Hatta istisnalar dışında kimse doğarken gülmedi. Öyle ise niçin ağlar ki melekler gelse idiler bahar bahçesi bir dünyaya. Ben bilemezdim büyüyene değin buranın bir bahar bahçesi değil de, cehennemin kendi olduğunu. Melekken bilmişim o ayrı. Annemler anlamamışlar meğer derdimi. Karnımın acıktığını düşünüp, bir memeyle susturmuşlar. Bazen de gaz sancısına evirip çevirmişler. Ama kimse anlamamış asıl derdimi. İstemedim ben, siz de istemediniz belki; Çivisi çıkmış bu dünyada yaşamayı ve yaşamaya mecbur kalmayı.
Ölümü düşünüyorum. Keşke bir tercih olsaydı diye. Ama Azrail’in elinde değil de bir parfüm şişesinde. Korkuyorum Azrail’den! ÖzgeCANIM, diyorum. Çok korkmamıştır umarım... Onun korkusunu da almaya razı olurdum hiç tereddüt etmeden. Azrail’den ödüm kopuyor iken üstelik… Koklarken mesela bir nergis kokusunu dalsaymışız ölüm uykusuna... Yaşamak istemeyenler kendi rızalarıyla göçüp gitselermiş hani. Ve tahammül edemeyenler dünya tantanasına… Ama yakılmasaymışız eğreti bir benzin kutusuyla!
Azrail kartopu oynarken de geliyormuş, dediler. Öyle ise komşunun ziline basıp kaçarken, bayram şekeri toplarken, parkta gezerken de gelebilirdi. İyi kurtarmışım paçayı! Hadi yine iyiyim. Pardon! Düşündüm de... Oyun parkında kaydıraktan kayarken kahpe bir kurşuna yenik düşmüştü bir melek kardeşim! Yine dehşete düştüm… Peki ya hayallerim? O çok seveceğim biricik bebeklerim? Korkuyorum…
Çocukken bile bir kız çocuğum olsun isterdim. Saçlarımı toplarken annem, ben de onunkini toplamayı düşler, eski çorapları kesip elbiseler dikerdim oyuncak bebeklerime ve dikecektim belki kendi bebeklerime. Takılar, makyajlar, allar, pullar… Tozpembeydi hayallerim. Bir çöp kutusunda bitmedi hiçbir masalım! Hatırladığım en dehşet verici masal Pamuk Prenses idi. Hani kırmızı elmayı yediren üvey annesi ve cüceler olan. Öyle ya o bile kötü bitmemişti. Kahraman cüceleri vardı masalın... En çok korktuğum canavar ise; Gurgur Babaydı. Belki birkaç sene önceye kadar da öyleydi. Hani gök gürültüsünden ibaret olan… Asla bir insandan korkmamıştım büyüyene kadar!
Çiçekleri, böcekleri, kuşları, balıkları, martıları ve insanları nasıl sevdiğimi sorun anlatsınlar size dostlarım. Daha birkaç hafta önce yağan kara bürünen devasa bir çama nasıl sarıldığımı ben bilirim. Olsa yanakları, sıkardım hatta! Ben de böyle, çocukça severim. Severdim...
Yine aynı kar, yürüyelim dedik bir dostla… Nasıl da yakışmıştı kar Trabzon’a… Karşıdan gelen bir grup, hayli eğleniyorlardı. Bir şeyler söylediler, üzerimize alınmadık. Meğer bizeymiş lafları, gelen herkese yaptıkları gibi. -Düşmana saldırın! diye bağırdı içlerinden biri ve kartopu yağmuruna tutulduk. Bir çamın arkasına saklandım ve bir kartopu isabet etti başıma... -Düşman düştü, diye bağırdı biri ve gittiler. Biz de eğlenmiştik doğrusu, bir atari oyununun içinde hissettim kendimi. Bir ya da ikidir hayatta aynı hisse kapıldığım… Biraz sonra bir ses duyuldu. -Benim kızıma(sevgilisi) nasıl kar atarsın sen? Grup kalabalık olduğundan olsa gerek tartışma kısa sürdü ve dağıldılar. O gün de bir bıçaklı saldırıyla sonuçlanabilirdi! O kadar tahammülsüzdük işte sevmeye ve mutluluğa!
Bugün de farklı şeyler yaşanmadı, dün de yaşanmamıştı ve yarın da yaşanmayacak! Biz sevmedikçe kendimizi daha doğrusu tanımadıkça sevgiyi hiçbir şeyin üstesinden gelemeyeceğiz! Dünyanın çivisi çıktı diyorlar da! Çiviyi çakmak için de uğraşmıyor kimseler. Sevgi ekelim biz yüreklere varsın sevgiyi biz yeşertelim! Belki çok geç olmadan kurtarabiliriz, soyu tükenmekte olan insan türünü.
Hilal ÖZDOĞAN
2015//TRABZON
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.