- 699 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
kanununi sultan süleyman baş yastıkda ölürsem ruzi mahşerde fatıh cedlerimin huzuruna nasıl çıkarım
Sarayda kalıp, baş yastıkta ölürsem, yarın rûz-i mahşerde fâtih cedlerimin huzûruna nasıl çıkabilirim!’’[KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN]
Kânûnî, son seferi olan Zigetvar’a çıkacağı zaman, Sadrâzam Sokullu huzûruna gelerek: “–Sultanım, ümmete sayısız zaferler hediye ettiniz!. Yoruldunuz!. Ömrünüzü âlem-i İslâm’a vakfettiniz!. Bu seferin meşakkatine bu yaşta katlanmanız müşküldür. Bu sebeple... siz, İstanbul’da kalıp idâreye devâm ediniz. Ben ve vezirler, paşalar sefere iştirâk edelim. Gözünüz arkada kalmasın!..” dedi. Ulu Hakan Kânûnî, Sokullu’ya dedi ki: “–İyi dinle Sokullu!.. Bu vasıyetimi, benden sonra gelecek nesle de aktar!. Bir pâdişâh, dâimâ askerleri ile birlikte sefere çıkmalıdır. Asker, pâdişâhını yanında görünce şecâati artar!. Düşman ise, pâdişâh sefere iştirâk ettiği için karşısındaki orduyu çok güçlü görür. Kuvve-i mâneviyyesi bozularak cesâreti kırılır. Harbi kazandıran asıl sâik, mânevî kuvvettir! Bizlerin çocuk yaştan beri devlet idâresinde sayısız tecrübemiz vardır. Seferlerde bu tecrübeye âcil ihtiyaç duyulan durumlar meydana gelebilir. Anlar, dakîkalar çok zaman kaderin akışını tâyin eder. Bu sebeple, yaşlı olmama rağmen sefere iştirâk edeceğim!.. Sarayda kalıp, baş yastıkta ölürsem, yarın rûz-i mahşerde fâtih cedlerimin huzûruna nasıl çıkabilirim?!.” Sokullu da: “–Karar Pâdişâh’ımındır..” mukâbelesi ile sükût etti. Pâdişâh, ilerleyen yaşı sebebiyle aylar süren bir yolculuğu, at sırtında nasıl tamamlayabilecekti?!. Bunun için, at üstünde dik durabilsin ve askerlere dinç görünebilsin diye sırtına kuşak gibi urgan sardılar. Sefere başlandı. Mevsim yağışlı idi. Bir ara top arabaları bataklığa saplandı. Hayvanların fizikî gücü, topları bataklıktan kurtarmaya kâfî gelmedi. Ordu ilerlemişti; o civarda az sayıda asker ve paşalar vardı. Sultan emir verdi: “–Bütün yüksek rütbeli erkân, paşalar dâhil, herkes bataklığa girsin!. Top arabalarına omuz versin!.” Hepsi soyunup bataklığa girdiler. Top arabaları o mânevî heyecân ile bataklıktan çıkarıldı. Sultan, vak’a-nüvise (târihçiye) dönüp dedi ki: “–Yaz! Gelecek nesil ibretle okusun ve tatbîk etsin!.. Kânûnî’nin paşaları ve vezirleri bataklığa girdi. Top arabalarına omuz verdi. Bir fâciâ Allâh’ın izni ile böylece atlatıldı.” Kânûnî, burada kendisinden sonra gelecek nesillere ve târîhe, Allâh yolunda cihâd gayretinin zirvesini teşkîl eden bir nümûne-i imtisâl hediye etmiş oluyordu. Ayrıca bu seferde Kânûnî’nin artık Cenâb-ı Hakk’dan şehâdet taleb etmesi de aynı rûhî olgunluk sebebiyledir. Ulu Hakan, ardındaki ihtişamlı bir sultanlığa son mührünü vurduğu Zigetvar’da ellerini açıp Rabbine şöyle niyâz etmiştir: “Yâ Rabbî! Nice müddettir yeryüzünü benim zaferimle doldurdun. Vâsıl olunmadık recâm, hâsıl olunmadık duâm kalmadı. Artık Habîb-i Edîb’in hürmetine seâdet-i şehâdet ve ardından da cemâlini müşâhedet nîmetlerini bu kemter kuluna nasîb eyle!..” Bu niyazdan bir müddet sonra Muhteşem Süleyman, sefer esnâsında vefât eden dördüncü Osmanlı sultanı olarak rahmet-i Rahmân’a yürüdü. Rahmetullâhi Aleyh!.. Ulu Hâkân’ın cenâzesi, dörtyüz muhâfızın nezâretinde İstanbul’a getirildi. Süleymâniye Câmii’nin musallâ taşına kondu. Cenâze namazı beşyüz müezzinin, tekbîrleri birbirlerine aktarmaları ile kılındı. Cemâatin arka ucu Fâtih Câmii’ne dayanıyordu. Kânûnî’nin nâşı, kabre indirilirken bir sandık getirilip “Vasıyeti gereğidir!” denilerek, o da kabre konulmak istendi. Şeyhulislâm Ebussuûd Efendi, bu duruma müdâhale etti. Cenâze ile beraber kıymetli bir şeyin gömülmesinin câiz olmadığını bildirdi. Ebussuûd Efendi’ye bunun, Hakan’ın bir gün evvelki vasıyeti olduğu bildirilince, merakla sandığı açtı. Kendisinin Hünkâr’a verdiği fetvâlarla karşılaştı. Hayretler içinde donakaldı: “Sen kendini kurtardın ulu Hakan!. Biz yarın âhırette ne yapacağız?!.” diyerek hüzünlendi ve ağlamağa başladı. Zîrâ Kânûnî, hayatı boyunca yapacağı her işin fetvâsını almış, ondan sonra icrâ etmişti
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.