- 600 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sana yakın yaşıyorum…
Her gün, her saat, her saniye, yaşamın içinde, sen varlığının umudu içimde olmakla beraber, senden sonrasındayım gibi, sona yakın yaşıyorum her şeyi.
Buna umutsuzluk demiyorum sadece amacım nereye kadar benle beraber?
Ne kadar senle beraberim, özlemin içinde bunalımla yaşamın dakikalarını saymak gibi bir şey.
Neresi bunun umurlu olmak, neresi bunun yarını beklemek, kaç gün sonu bu yaşama açlık?
Kaç kez daha ben de varım senin yanında diyeceğim?
Buna umursuzluk mu deniyor, yoksa beklentisizlik mi?
Senli veya sensiz bir yaşamın iki ucunda fark var, birini canım çok çekiyor, diğerinden korkuyorum.
Yazmak hep seni yazmak isterdim sevgili ama seni yazdıkça, boğuluyorum kasvete…
Seni yazdıkça içimden bir şeyler kopuyor…
Yarına bakıyorum senli bir şey umudu yok.
Düne bakıyorum senle geçip giden bir yığın umut var.
Ben bunların eksilmesi ile nereye kadar yol alacağım?
Ne kadar daha yük taşıyacağım?
Sözlerini hatırlamak bir sevinç, unutmak istemek bir azap.
Sen sevgili, yıllarını benle boyarken ben neden uçuk bir renkte kalıyorum?
Seni sevmiştim demek bir zül mü?
Yoksa bir kıvanç mı?
Sadece yoksunluk yaşıyorum. Sadece hasretle boğuşuyorum.
Dik duruyorum, seni ister gibi yapmadan uzaklaşıyorum hep senden.
Ama çok büyük ağırlık bu.
Çok büyük bir iç çekiş bu yalnızımsı seslerle boğuşmak.
Kaç kez daha galip geleceğim?
Kaç sefer daha boğulacağım?
Keç kez daha solmuş bir renk ile acılarımın içinde kıvranacağım?
Biliyor musun seni sevmiştim sevgili, derken bile pişmanlığın son satırındayım ben.
İnanıyorum sen bende her gün, her an daha uzaklaşırım sana.
Her an daha, bir kez daha koparım senden.
Senin kopuşlarını hiçe sayarak, seni yok sayarak, sayıklama bunlar.
Belki de kendi kendime konuşma bunlar.
Ama hep sen olmak istemek asıl bunlar. Sen gibi olmak istemek veya sensiz yaşama umutsuz bakmak bunlar…
Hoş kal sevgili…
Hoş kal sevgili, sensiz bir hayatım var ki asla tekrarını yaşamak istemem….
İçimdeki ses dedi ki, bir masal yaz kendine.
Hani çocukluğunda duymadığın ama hep düşündüğün masal olsun dedi.
Hiç düşünmeden, biraz da korkarak gurbet diye başladım, gurbet, içimdeki gürbet dedim ekleyerek…
En korktuğum, en çok cümlelerin içinde kıvrıldığım gurbet...
Hem de içimde kilitlenmiş, kalmış, gurbet...
Aniden korku bastı tekrar tüm benliğimi.
Aklıma gurbet, içindeki hasret geldi.
Duraksadım, dilim ağzımda dolanmaya başladı.
Gözlerim kısıldı, sesimdeki boğukluğu def etmek mümkündü.
Tam da sırası mıydı şimdi gürbet şarkılarındaki, içime hasret doluşursa sesim beni boğar dedim…
Ardımda kalan gurbet izlerinin, etkisi içimi delik deşik etti.
Sadece bakışlarım puslandı. Sesim, ritmini ezbere bildiğim gurbet türküsünde. Ruhum gurbetin içinde titreyişlerde ve ben gurbeti içimde tuttukça yarınların korkusunu renk renk boyarım.
Ama en güzel renkli gurbet, maviye yazılmış hâliyle yaşamaktır.
Her şey mavi, her şey gök yüzünden kaçmış yağmurların altında ıslanmak bile mavi düşler yaratıyor içimde...
Evet yarın mavi düşlere boyanmış umutlarım olacak yaşanmak için, içimdeki gurbet korkusundan uzak...
Yine akşam, yine özlemlerin yığınağı, yine geçmişin üstüne basarak yarınlara ulaşma zamanı.
Ve artık kendime sakladığım mutlulukların bir kısmını geleceğe ayırma zamanı. En önemlisi gidişinin ruhuna bir bardak çay içme zamanı...
Hani derdin ya kalanlar kaldıkları zaman, gidenlerden daha güçlü olurlar diye. Ama, yine sevgide güç denemenin de pek mantıklı olmadığını tekrar etme zamanı...
Neyse yazık oldu seni ve de beni çok sevdiğimizi söylediğimiz tüm zamanlara...
Oysa seni, sen haliyle sevdiğim zamanlardaki gibi olsaydık, bu kıymetlim yeni doğmuş,ilk nefeslerini alan, orkide’min nefes alan benzerini sana hediye ederdim...
Pul diye sakladık zamanı. Bir gün değerlenir diye, geçmişe baktık. Geleceği düşünürken, kimleri aldık karşımıza ve de kimlerin karşısında durduk eğilmeden.
Gün geldi dizlerimizin büküp üstüne büzüştük. Gün geldi, ayak parmak uçlarımızla diktik kendimizi dik durmaya çalışarak.
Zorladık nefeslerimizi, kıstık gülüşlerimizi, ama hep umut,hep yaşam savaşında kaldık, onurla, saygınlıkla, sayarak, sayılarak.
Adına yaşam dendi, ayak tabanlarımız çatladı koşmalarımızla. Bedenimizin bir kısmı eskidi, yılmadık, ama geç kaldık rahat nefesler almaya.
Gene de vaz geçmedik koşuşturmalardan.
Sen dedik hakedensin... Hak edilmeyi beklerken hak edenle yaşamaya çalıştık.
Yaşamak için de yaşamı zorladık, yarınları düşündük bu günleri saymadan.
Yarınları yaşadık dünleri unutarak. Mutlu olmaya çalışık, mutlu etmeye çalıştık, nefes aldıklarımızı mutlu etmek için.
Biz dünlerin çocuklarıydık yarınları mutlu yaşamak isteyen..
Tükettik artık kendimizi, seni, beni derken yavanlaştırdık yaşamı, dermansız sıkıntılar bunlar, ne dünü var ne de yarını olacak, tek yaşam şartı vardı, kendi kendimize yetmek, yetikli olmak…
Sen ve ben ikimiz de yangın yeri bekleyeni, sen bana benden sana öteye bir duvar, bir karanlık, bir ateş ve bir yangın…
Hepsi sen benden öte bir başka, bir başka nefes, bir başka acı, sen bana. Oysa benden ötesi bir duvar, bir perde bir yazgı çemberi.
Oysa hayat bir çarpık çember. Durduğu yerde dönen bir vaz geçiş ben den öte isteklere…
Bir dün çapraşık yaşam, bir yarın umutsuz istekler, bir ışık karanlık sonrası, bir gölge benden ötesi.
Bir umut bana dahil, bir bekleyiş sana dahil, bir yarın olmaza dahil, bir gidiş yokluğa dahil oluş.
Bir ışık karanlık sonrası, bir bekleyiş ömre dahil…
Bir ömür sensizliğe dahil olmuş oysa umut boşa düşmüş bir yarın…
Toprağın toprak gibi koktuğu anlar vardır… Hayatın hoş bir hayata koktuğu veya kokamadığı gibi…
Özlemleri yürek vurgunlarına sokan vedalardır ki ardından nefreti veya sevginin gücünü taşır…
Dostlar ve sevgililer duaları ile yan yana olur...
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.