limon
Dışarıdan bakınca, sıvaları dökülmüş, griye dönmüş duvarlar, pek de sevimli olmayan çehresi ile iki katlı fukaralığı barındıran, küçücük odalarıyla, hemen önünde limon ağacı olan bir evdi.
Kapıdan içeri girdiğimizde, antresi yoktu, kendimi, salon diye tabir edeceğimiz kare bir odada buldum, eskice bir televizyon dayanmıştı duvara, iki tane de kanepesi vardı, televizyonun önünde kömür sobası, evin küçük kızında şımarık bir gülümseme, sofra bezinin üzerine konulmuş tepsinin üzerinde kahvaltılıklar!
Bir ayağımı kalçamın altına alarak sofraya oturdum, ilk dikkatimi çeken; peynirin,zeytinin,reçelin çay tabaklarına konulmasıydı, çatalımın ucuyla biraz peynirden aldım, evin annesiyle gözgöze geldik, kadın ne çok şey anlattı aslında...
Sofrayı kaldırdıktan sonra, kanepelerden birine oturdum, yaşlıca teyzenin, hamurdan yaptığı buzdolabı süslerine baktım, bir tane de sana hediye edeyim, hadi bir tane beğen dedi, içlerinden armutlu olanı beğendim, mis gibi kahve kokusu doldurdu odayı...
Öğlen yemeğine de kalmam için ısrar edilince, kıramadım. Yere özenle serildi sofra bezi, kadının çeyizinden olduğu belli olan tabaklarda pilav, bardaklara ayran konuldu, çabuk bitmesin diye midir bilemedim, ancak; pilavda kaşıkların ucuyla yeniliyordu, bende kaşığımın ucuyla yemeye başladım, küçük kızin ekmeğinden kopardığı lokmalar, kaşık göreviyle pilava dalıyordu, çocuktur dedim, ne zaman ne yapacakları belli olmaz, aslında, doymak için böyle yapıyordu.
Size dedi kadın!, üç dört limon konmuş poşeti uzattı elime, bakışlarımdan anlamış olacak ki, bizde yedi, sekiz tane daha var. Yedikçe bizi hatırlarsınız.
YORUMLAR
MİSAFİR
Ahmet amca,
Siz her zaman gelseniz ya !
Evimizin içi böyle...
Yemeklerimiz çoğaldı da...
Tebrik ederim saygılarımla.