- 1666 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SON KALE DÜŞTÜ (Yaşamıma Yansıyışlarıyla)
Müzeyyen Senar’ın hatırasına, saygılarımla,
SON KALE DÜŞTÜ (Yaşamıma Yansıyışlarıyla)
Gecenin sabaha doğru usul usul yaklaştığı şu saatlerde, odamın sessizliği içinde, çok sevdiğim bir şarkı yankılanıyor beynimde, çok usta bir sesten:
’Benzemez kimse sana, tavrına hayrân olayım’...
........................................
Çocukluğumu ve gençliğimi içinde yaşadığım Üsküdar’daki konakta, yatak odalarında birer tane büyük çini soba vardı. Konaktaki tek kömür sobası ise, alt kattaki oturma odamızda idi. Bu nedenle, kış mevsiminde, yemek odası soğuk olduğundan, yemekleri de bu odada yerdik. Bu odada ahşap möbleli kocaman bir Blaupunkt radyo vardı ki, televizyon kelimesini dahi duymadığım o yıllarda, ailemizin hem haber, hem de eğlence kaynağı bu radyo idi.
Kış geceleri, akşam yemeğinden sonra, konağın en yaşlı emektarı Nakş-ıdil Nine, sobanın yanı başındaki yer minderine bağdaş kurup, bir yandan bakır cezveyi mangalın külüne sürer ve bir yandan tütününü sararken, diğer yandan, sobanın üzerindeki kestaneler çıtırdamaya başlar, odanın yüklüğündeki küpten alınan ’tükenmez’ sürahiyi buğulandırır ve ailenin tüm fertleri, ilgilerini bu radyoya yönlendirirlerdi. Radyonun en önemli programları ise, haber bülteni ve ’radyo gazetesi’ nden sonra başlayan, ya ’radyo tiyatrosu’, ya da şarkılar olurdu.
1940 lı yıllarda, Türk Sanat Musikîsinin gelmiş geçmiş en büyük ismi Münir Nurettin Selçuk’un, radyo programlarını pek hatırlamıyorum, ancak ailenin ilgisi nedeniyle, benim de küçük yaşımda âşinâsı olduğum dört büyük kadın sanatçı vardı radyoda sıkça dinlediğim:
Genzinden çıkan gizemli sesiyle Safiye Ayla, gerçek bir hanımefendi Perihan Altındağ, erişilmez güçlü hançeresiyle Hamiyet Yüceses ve kendine has gırtlak nağmeleriyle ve her şarkıyı yaşarcasına ve yaşatarak okuyan Müzeyyen Senar...
Yıllarca Türk Sanat Musikîsinde birbirinden ayırt edilemeyerek başı çeken ve şu an hepsi rahmetli olan bu ’kare as’ ın hayatta kalan son temsilcisi Müzeyyen Hanım oldu.
Konağın orta katındaki sobalı salonda, bir de möbleli gramofonumuz vardı. 1930 lu yıllarda ve 40 lı yılların hemen başlarında çıkmış tüm plâklar mevcuttu bu gramofonun dolap kısmında.
O yıllarda yaşanmış bazı büyük üzüntüler nedeniyle, bu plâk koleksiyonuna yeni ilâveler yapılmamış ve gramofon da sessizliğe terk edilmişti.
Benim, delikanlılığa yöneldiğim yıllarda, bu gramofonla aramda sıkı bir dostluk başladı. 1950 li yılların ortalarından sonra, Türk Müziğinde başlayan Zeki Müren fırtınası paralelinde, bende de bir plâk merakı baş gösterdi.
Harçlıklarımın tamamını, bir yandan, başta Zeki Müren olmak üzere, Ahmet Üstün gibi, Lütfi Güneri gibi, Muallâ Mukadder gibi, Sabite Tur gibi o dönemin popüler sanatçılarının yeni çıkan plâklarını, bir yandan da üstat Münir Nurettin’in Yesari Asım Bey’in ve Safiye, Müzeyyen, Hamiyet ve Perihan Hanım’ ların sevdiğim şarkılarını taşıyan plâklarını satın almak için harcadım.
Sonunda, Hafız Burhan Bey’den başlayan ve 1950 lerin moda olmuş Batı müziği parçalarını da içeren 2000 den fazla bir taş plâk koleksiyonum oluştu. Bu gramofon ve plâklar, yüz elli yıllık dede yâdigârı yirmi dört odalı konağı terk etmek zorunda kalıp, yetmiş beş metrekarelik bu apartn dairesine taşınırken, konaktan alabildiğim üç- dört parça eşyanın arasında yer aldılar.
Aradan yıllar geçti. Olgun yaşlarımda, Müzeyyen Hanım’ ı çok kez, canlı olarak da seyretmek şansım oldu.
’Seyretmek’ diyorum, çünkü, Müzeyyen Hanım sadece dinlenmezdi.
O, şarkıyı öylesine yaşayarak okurdu ki, her biri notalar kadar önemli vurguları yanında, mimikleri ile de, şarkıyı, güfteyi hissederek, yaşar ve yaşatırdı.
Bir röportajında duymuştum. Evinde, kendi kendine mırıldanırken bile gözleri yaşaracak, burnu sızlayacak kadar yaşardı güfteyi ve şarkıyı...
Feraye gibi, ninni gibi onu çok hislendiren şarkılar yanında, bir kaç kez de onu, iç dünyasının çalkantıları etkisinde, alkol kokan bir sesle söylerken de izledim. Öyle durumlarda, ayaklı mikrofonu, Abdullah Yüce tarzında tutup, mikrofonla birlikte sağa sola küçük salınışlarla şarkıya daha da etkileyici bir görüntü katardı.
Müzeyyen Hanım’ ı, sahnede izlediğim her sefer, vazgeçmediği üç refakatçisi olurdu sazlarda mutlaka: Hakkı Derman, Şerif İçli ve Şükrü Tunar... Yine bir röportajından hatırladığım kadarıyla, Müzeyyen Hanım, şarkıyı okurken, mutlaka kendi sesini duymak istermiş ve Türk Müziğinde, kendi enstrümanlarının gerçek birer virtüözü bu ustalardan vaz geçmeyişinin nedeni, bu isteğini bu üç büyük ustanın refakatindeyken gerçekleştirebilirmiş.
Ancak, gerçek bir ses sanatkârının becerebileceği kendine özel gırtlak nağmeleri, güftelere vukufu ve giderek kişiliği değişen sesiyle, o, bir ekol olmuştu. O ekolden ışık almış Zeki Müren gibi, Behiye Aksoy gibi, Bülent Ersoy gibi sanatçılar da, Müzeyyen Senar ekolünde daha çok beğenildiler, yıldızlaştılar.
Daha sonraları, emeklilik çağımın yorgun günlerinde, hep, bu gramofonun kapağını kaldırıp, taş plâklardan sevdiğim bir kaç şarkıyı dinleyerek rahatlardım. Ve hemen her seferinde dinlediğim şarkılardan biri de, Müzeyyen Hanım’ ın çok erken yaşında ve çok genç bir sesle, Yesari Asım Bey’ le düet yaptığı ’Sarıyerli’ adlı şarkı olurdu.
Ben, hiç müzik eğitimi alamadım. Türk Sanat Müziği konusunda, bu musikîyi sevmekten ve kulak âşinâlığından başka hiç bir kültüre de sahip değilim.
Ancak, oryantal dansözlerin ’As Solist’ olarak takdim edildiği, TRT yönetimlerine yakın kişilere, en çok bilinen eserleri dahi yanlış icra etmelerine rağmen TRT de özel program yapıcılığı dağıtıldığı, okuduğu şarkının güftesini, makamını dahi bilmekten aciz bazı solistlere, sırf iktidar çevrelerine yakınlığı sayesinde ’Devlet Sanatçısı’ ünvanı verildiği bu günlerde, Müzeyyen Hanım, gerçek Türk Sanat Müziği solistlerinden, sağlam kalmış ’SON KALE’ idi.
1930 lu yıllarda, Atatürk’ümüzün huzurunda ve onun daveti ile şarkı söyleyecek düzeydeki bir sanatkâın, yetmiş küsür yıl sonra, Tarkan, Sezen Aksu, Sertap Erener gibi Batı Müziği sanatçıları ile düet yaptığı çekimi her izleyişimde, gözlerime dolan damlalar, bazen de beni evlatlarımın, torunlarımın yanında utandıracak şekilde, akıp giderler gözlerimden...
Konservatuar mezunu genç kızlarımız, delikanlılarımız içinde, çok düzgün ve geleceğin büyük sanatçıları var. Gazino ekolünün yitirildiği günümüzde, bunlar ancak TRT mikrofonlarından seslerini duyurabiliyorlar, fırsat buldukça. Ancak, bu konuda yaşayan son efsane, yıkılmamış son kale idi Müzeyyen Senar.
Ve onun ebediyete intikali ile, SON KALE DÜŞTÜ....
Şimdi kulağımda hep, bu büyük sanatçının ölümsüz icrasıyla ölümsüzleştirdiği bir şarkı var, onun en çok sevdiği şarkı:
’Benzemez kimse sana, tavrına hayran olayım’
Evet büyük sanatkâr Müzeyyen Hanım, inan ki, artık benzemez kimse sana....
Makamın Cennet, Allah’ ın rahmeti üstüne olsun...
Şarkıların güzelliği içinde, rahat uyu....
Ünal Beşkese
YORUMLAR
Uzun bir süredir buraya, Edebiyat Defteri'nin nesir sayfalarına yazısı düşmüyordu kadim dostumuz Ünal Bey'in.
Bu gün, favori yazarlarım bölümünde onun adına rastlayınca, biraz şaşırdım, çokça da sevindim sözün doğrusu.
Bu aralar çokça takılamıyor buralara, hayatın yorucu uğraşları arasında debelenip gidiyor galiba.
Konuya dönelim.
Yazının başlığını görünce,
''Yav arkadaş, kırk yılda bir yazıyorsun zaten, onda da illaki siyasete mi değinmek zorundasın?'' diye düşündüm.
Öyle ya,
''Son Kale Düştü'' ne demek? Tabi ki Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, ya da Yargıtay başkanlığı bu yazının konusu.
Ancak,
hemen başlığın altındaki fotoğrafı görünce, olayın hiç de bizim düşündüğümüz gibi olmadığını anladık, az buçuk da utandık ön yargılı oluşumuzdan dolayı.
Müzeyyen Senar'ı dinlerdim. Beğendiğim bir sanatçıydı. Ama öyle çok düşkünlüğüm flan yoktu açıkçası.
Sanat müziğini de severim. Benim favorim hep Zeki Müren olmuştur.
Hoş Zeki Müren de, Müzeyyen Senar stili şarkı söylemiştir ya hep...
Gerçekten, mükemmel bir anma yazısı olmuş.
Eline sağlık diyoruz dostumuza.
Bu arada,
o eski konaktaki hayatı resmetmesi de harikaydı.
Kendi çocukluğumuzu, kendi gençliğimizi gördük cümlelerde.
Tebessümlere boğulduk.
ünal beşkese
saygımla, sevgimle,
Ü.B