- 1942 Okunma
- 6 Yorum
- 3 Beğeni
Frengili Marla / IV
Keyfimi kaçıran tatsız bir durumdu bu. Her hangi bir karmaşa istemiyordum artık. Sakallı yüzümdeki gerginliği anlamıştı. ‘’ Haha ha, sadece iş kazası, zavallı köpeğim aniden öldü…’’ Pencereden dağlara bir göz atarak konuşmasını sürdürdü.
‘’ Her zaman bu dağların üzerinde bulutlar vardır. Arada da sis çöker buralara. Evet Marla siz olmalısınız, işe ihtiyacınız var. Peki…’’
Soluksuz dinlerken onu, yorgunluktan değil ama açlıktan bayılmıştım…
Aradan birkaç hafta geçmişti. Don Juan işe almıştı beni. Sanırım bayılmam onu etkilemişti. ‘’ Aç olan saldırır tıpkı benim güzel hayvanlarım gibi.’’ Buna bir anlam veremesem de ilerleyen günlerde timsahlardan bahsettiğini anlamıştım.
Çiftliğin arka tarafındaki kesimhanede işe başladım. Ölüme bu kadar yakın olacağımı hiç düşünmemiştim. Ellerim, ayaklarım çoktan hissizleşmişti. Ruhumdaki acılar ise beni parça parça sarmalıyordu. Timsah derilerini bir yere toplarken sendeledim. Gözlerimi açamıyordum artık. Her taraf kandan geçilmiyordu. Çalışanlar timsah derilerini yüzerek ayırıyor ve diğer kısımlarını da büyük et kıyma makinelerine atıyorlardı. İğrençlik ve zalimlikleri midemi kaldırdı. Akşam olmak üzereyken içeriye koltuğunda deri çantası, deri ayakkabıları ve deri kemeriyle Juan girdi. Etrafa şöyle bir bakınarak bağırmaya başladı.
‘’ Suyu sonuna kadar açsanıza aptallar, derileri kanlı değil temiz istiyorum. Ayrıca timsah yağlarını masa üzerinde değil hemen buzluğa konulması istiyorum, hadi ellerinizi çabuk tutun. Kadınlarıma da parça etler ayırın.’’’
O an şeytani bir korku dürtülerimi harekete geçirmeme neden oldu. Juan’ı et kıyma makinesine fırlatmak istedim. Karabasan gibi bir yerde çalışıyordum. Sanki babam geri gelmişti. Ayak derilerim hepten soyulmuş gibi ayinsel bir nöbetteydi. Titredim. Manyak bir katille karşı karşıyaydım sanki.
Daha fazla dayanamayıp sesimi Juan’a karşı yükselttim.
‘’ Burası çok fazla kan ve arsenik kokuyor ama..’’
Juan şaşkınlıkla yüzüme bakıp her zaman ki kahkahasını bıraktı.
‘’Vay vay vay, güzel Marla, ne kokacak burası avon parfümleri mi? Ah, siz kadınlar kurnazsınız ve hiç kuşku yok ki söyleyeceklerinizi dolandırıp -aslında buranın hiç de bana uygun olmadığını der gibi- söylüyorsunuz…’’
‘’ Ben, beni kan tutuyor da..’’
‘’’ Hooo, bunlara alışmalısın küçüğüm. Burası sanat atölyesi, buradan çok güzel şeyler çıkıyor ortaya, bak karşında duruyor örneklemesi. Nasılım?..’’
İçimden ‘’ Bok’’ gibisin dedim.
‘’ Ama yine de birini kan tutarken görmek üzer beni, bugün dinlen, daha uygun bir iş bulacağım sana, zavallı küçük…’’
O gece asla unutmayacağım şeyler geldi aklıma. Soğuk terler dökmeye başladım. Sanki birileri beni çağırıyordu. Kalktım. Üzerime ince bir şal alıp dışarıya çıktım. Bir ağacın altına oturdum. Yıldızlar dağlardaki bulutları inkâr etmiş gibi öyle güzel parlıyordu. Bir süre yıldızları izledim. İçlerinden bir tanesi kayarak dağların arka tarafına düştü.
‘’ Burada’’ dedim.’’ Timsahlarla insanlar yer değiştirmiş..’’ Çoraplarımı çıkardım. Olmayan ayak derime masaj yaparken bir karaltının ağaçların arasından süzüldüğünü gördüm. Korkmuştum. Bunun bir timsah olacağını düşünerek yavaşça odama gitmek için ayaklandım. Koridordan geçerken, basın danışmanı shynem’in oda kapı aralığından gelen fısıltıyı işittim. Bir kedi sessizliğinde kulak kabarttım. Konuşan güvenlik görevlisiydi.
‘’ Bu işi bir türlü beceremedin Shynem, öldüre öldüre bir köpeği öldürdün. Zamanımız daralıyor artık, karşıki firmadan tonlarca para alıyoruz. Bize hesap sormayacaklar mı? Elini çabuk tutup Don Giovetti Juan’ı ortadan kaldırmalısın. Bir zehri yemeğe koymak bu kadar zor mu? Etraf bulanmasa silahı kafasına dayayıp o saat bitireceğim işini ama bu aleyhimize olur. Onu zehirleyecek bir yığın çalışan var burada, kimse bizden şüphelenmez..’’’
Shynem sert bir ifadeyle çıkıştı adama.
‘’ Sessiz ol, ben de biliyorum tonlarca para aldığımızı ama uygun bir zemin bulamadım. Verdiğim yemeği yemedi. Sanırım köpek çöp artıklarını kurcalayıp zehirlendi… Neyse, şimdi git buradan, seni kimse görmesin…’’
‘’ Bir sigara içip sonra gideceğim, henüz bitirmedim konuşmayı..’’
Hemen ayrıldım oradan. Beni görmeleri ölümüm demekti.
Ertesi gün Juan beni yanına alarak etrafı gezdirmeye başladı. ‘’ Sana yeni bir iş buldum Marla, gel benimle şimdi, aşklarımın beslenmeleri lazım. Her gün onlara çiğ tavuk ve kendi etlerini vereceksin ki aç durmasınlar. Şayet aç dururlarsa etrafa saldırıp önlerine çıkanları yerler..’’
İstemeyerek kıkırdadım. Neye güldüğümü sordu.
‘’ Turuncu şort ve kıpkırmızı tişörte..’’
‘’ Ha, geçen de giyindiğim derilere küfür ettin sanki..’’
Başımı çevirip ışığın dalların arasından geçerek gölün üzerinde hızlıca dalgalanışına baktım. Birkaç timsah başlarını suyun dışına çıkarmış sanki Juan’ı bekliyorlardı. Gölün üzeri gri ve bazı yerleri kırmızımsı bir renk almıştı. Juan kollarını açıp timsahlara seslendi.
‘’Oh, My belle done, benim güzel kadınlarım, gelin kollarıma bakayım..’’
Kadınlar ve timsahlar, adamın sevimli bir yanı vardı ama benim gözümde bu onu masum yapmıyordu. Kovada duran et parçalarını alıp timsahlara fırlattı. Bir anda göl çalkalandı.
‘’ Her gün bunları besleyeceksin Marla, Burası timsah çiftliği başka seçeneğin de yok…’’ oturdu. Ben de oturdum yanına.
‘’Korkmuyor musunuz bunlardan…’’ dedim.’’
Korkuyorum tabi’’ dedi.. ‘’ Şu köşede sessiz durana bak, adını Wiktoria koydum. Onun sakinliği aldatmasın seni, dikkat et ona, kendini araba gibi görüyor. Bir anda vitesi geri alıp sonra ileriye atarak seni arenaya davet eder gibi üzerine sürebilir arabayı, paramparça olabilirsin. Ahahaaaa benim güzel kadınım. Şu büyük olanın adını Kiss koydum. Bir öpücükle size teslim olabilir. Diğerinin adını da Arianna koydum. Suyu bulandırmaktan öteye geçmiyor.Şunun adı da, hahhaaaa tığğğğtt…’’’
Günlerce bu deli adamın özel timsahlarını beslemek için yola koyuldum ama hiçbir zaman da et atmadım onlara. Kovadaki etleri ağaçların altına gömdüm. Her gün bunu yapmaktan sıkılmıştım. Etrafı dolanmaya çıktım. Beyaz küçük bir bina görerek içeriye girdim. İçerde İğneler ve ilaçlardan başka bir şey yoktu. Tam dışarıya çıkarken beyaz önlük giyen biri ile karşılaştım. Bir an ürkerek elini ağzına götürdü.
‘’ Sen de kimsin. Ne arıyorsun burada..’’
‘’ Hiç’’ dedim. ‘’Timsahları besliyorum. İşim bitince biraz dolanmak istedim…’’
Kadın yüzünü ekşiterek içeriye girdi. ‘’ Allah belasını versin timsahların, işin yoksa elini kolunu tırnağını kaptıranları tedavi et, onların kanlarını temizle, ah biraz para biriktirince kaçıp gideceğim buralardan. Allah belasını versin her şeyin. Bıktım buralardan…’’
Gayri istem dışı adını sordum..
‘’ Adım Sara, ne yapacaksın hem adımı, bütün derdim para biriktirip bir araba almak, bunu yapınca kaçıp gideceğim buralardan.. hadi git başımdan şimdi…’’’
Sara’yı arkamda bırakıp ana binaya geçtim. Yemekte shynem ve koruma görevlisinin yüzüne bakmamaya gayret ettim. Bir ara gözüm görevlinin tabancasına kaydı. Şeytani kurnazlıklar bir film şeridi gibi kaydı gözlerimin önünden. Amacım ünlü olmak değildi elbette. Ben bir oyuncu da değildim. Sadece ruhumu tedavi ediyordum. Dürtülerim acıkıyordu ve ben de onları doyurmanın yollarını araştırıyordum. Birçok insanlar çiftte duygular yaşarlar değil mi? Görünürde her şeyden ürken biriydim. Öyleyim de. En ufak bir ses, ani davranışlar hep ürkütür beni. Ama iç dünyam da ise çok farklıydım.
Ürkeklik ve şeytanlık aynı anda yürüyordu bende.
Günlerce Juan’ın timsahlarını aç bıraktım. Neredeyse çitleri aşıp insanlara saldıracak duruma gelmişlerdi. Uygun bir zamanda büyük göle gitmek için hazırlanan Bay Juan’a yaklaşıp timsahlardan birinin hiç hareket etmediğini söyledim. Beraberce küçük göle doğru yola koyulduk. Gerçekten de Wiktoria hiç hareket etmiyordu. Kendini ölüme terk etmiş gibi havuzun bir köşesinde öylece duruyordu. Juan sinirlenmişti. Elindeki çantayı yere bırakıp havuz cam korkuluğun kapısını açarak suya bakmaya başladı. O an içimde çığlıklar yükseldi. Bütün kara örümcekler bağırıyordu.Tetiğinden fırlayan bir mermi gibi arkadan Juan’a bir tekme geçirdim. Timsah havuzuna düştü. Manzara korkunçtu ve bir taraftan da bağırıyordu bana..
‘’ Allah belanı versin Marla, kim gönderdi seni buraya, seni gidi şırfıntı..’’
Dalak böbrek, eller ayaklar ve faltaşı gibi açılmış gözler bir süre sonra sular arasında kayboldu. Timsahlar sanırım doymuştu. İlk hamleyi de Wiktoria yaptı. Zavallıcık benim gibi açlıktan bayılmıştı demek, yemi görünce diriliverdi.
Yerde duran çantayı açtım. Biliyordum ki bu tarz adamların her zaman bir silahı vardır. Silahı alırken demet demet paralar geldi elime. Onları da alarak beyaz küçük binaya koştum. Elimdeki silahı gören Sara şaşırmıştı. Paranın birkaç demetini ona fırlattım.
‘’ Al, bu senin hakkın, git araba al kendine ve buradan uzaklaş..’’ dedim. Sara paraları bir kedi kıvraklığıyla yakaladı. Ana binaya geçip odamdan sırt çantasını aldım. Gayet sakindim. Shynem’in odasına geçip kafasına boşalttım kurşunu. O da kendine göre bir timsahtı. Geldiğim koruluk yolunda koşarken koruma görevlisini unutmadım. Onun da beynini dağıtıp yola koyuldum.
Bir yerde durmak sıkıyordu beni. Kısık sesle şarkı söylemeye başladım.
‘’ İçimde kemiklerim donmakta, kanım sanki suya döndü, arkamdan büyük boşluktan, bir gaydacının, gaydasının sesi geliyor, o anlamsız, şikâyet eden sesi. melodisiz.. tiz ince ses… Ben göçmen bir katilim artık…’’’
YORUMLAR
lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik
Davidoff
Sanıyorum ki yazının en arkalarını bile çok iyi gördüm Lacim.
O yüzden söyledim başka yöne gitti diye.
Ve o yüzden de devamını sordum...
Aslına bakarsan, enteresan bizler okur milletiyiz: Yazılar uzun olsa, uzunluğundan şikâyet ederiz, kısa ve devamı olsa, hemen ilk bölümümden yeter der bitiririz.
lacivertiğnedenlik
Dünyanın 'küresel köy' haline gelmesi, Marla'nın psikolojisini anlamamızı da getirdi; insanlık adına böyle bir hayrı oldu, bu durumun...Başka bir kültür/başka bir psikoloji, diye, bir sonyargıya varamıyoruz öykünün sonunda... Bu ülkede hemen hergün izlettirilen/izlenen haberlerle birlikte...
Ben böyle yorumladım. Emeğiniz için teşekkürler...