- 2342 Okunma
- 16 Yorum
- 1 Beğeni
DENİZE DALAYIM MI BİR BALIK ALAYIM MI?

Bu günkü yazımız da tek bir satırı bile kurgu olmayan tamamen gerçek olaylardan derlenmiştir.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yıllar yıllar önce bizim bir Yurttan Sesler Türk Halk Müziği Koromuz vardı. Bu koroda kimler yoktu ki. Tek tek isim saymayayım arada unuttuklarım olur da ayıp olur sonra.
Genelde tek tip kıyafetler içinde ve sopa yutmuş gibi dimdik, oldukça ciddi, ağır abi ve ağır abla pozlarında dizilirlerdi sahneye ve çoğunlukla Ahmet Yamacı, Muzaffer Sarısözen veya Ali Ekber Çiçekten derlenmiş Türküleri çığırırlardı.
Ben bu sanatçılar içinde Şakir Öner Günhan’ın hastasıydım. Hele de onun söylediği ‘’Vay gülüm denize dalayım mı/ Bir balık alayım mı’’ Türküsü favorimdi. Çünkü ben bir kaç defa denediğim olta ile balık tutma işinde bir tane bile balık yakalayamazken adam denize dalıyor hoopp diye balığı alıp çıkıyordu. Yani onun için bu kadar kolaydı balık yakalamak. Oysa ben sallayıp sallayıp güya denize attığım misinanın kurşunu önce yere, yerden de sıçrayıp kafama yapıştığından beri balığı artık direkt denizden değil balıkçılardan almaya başlamıştım.
Evet balığı hep balıkçılardan alıyordum ama 1983-1989 yılları arasında görev yaptığım Batman’da balıkçı diye bir şey yoktu. İlk gittiğim aylarda resmen balığa hasret kalmıştım. Sabah namazını müteakip sokaklarda ‘’datliiii’’ diye bağıran burma tatlıcılar dışında öyle sokak satıcılarına da rastlanmıyordu pek. Sabahın köründe millet o tatlıyı nasıl yerdi bilmiyorum ama sokaktan ‘’Datliiii’’ diye bağırarak geçen satıcı bir saat sonra tüm tatlıları satmış olarak geri dönerdi.
Bir gün yine sabah namazını müteakip ‘’Şu tatlıcılar geçse de artık rahat rahat uyusam’’ diye onların geçmesini beklerken alışık olmadığım bir ses duydum. Yine bir sokak satıcısıydı bağıran ama ‘’Hamsiiii’’ diye bağırıyordu. Aman Allah’ım. Hem de hamsi. Olacak şey değil. Atlet don katına fırladım lojmandan. Hemen sokağa çıktım. İyice kulak kabarttım evet bir sokak satıcısı, tekerlekli bir el arabasını itiyor ve ‘’Hamsiiii’’ diye bağırıyordu. ‘’Allah’ım Allahım…İnşallah bizim lojmana gelinceye kadar tüketmezdi balıkları. Zira adamın tezgahı ana baba günüydü adeta.
Neyse…Bize de bir iki kilo kalmış olacak ki adam bizim lojmanın önüne kadar geldi ve o kalın sesiyle bir kez daha bağırdı. ‘’Hamsiiiii’’ Tezgaha yanaştım, baktım kasalardaki balıklar bildiğin aynalı sazan. Kızdım tabii ki ‘’ Hemşerim bu sattığın aynalı sazan. Niçin hamsi diye bağırıyorsun ki?’’ Adam suratıma baktı ‘’ Abey sen Lazsan? ‘’ Beni Laz zannetmişti. ‘’ Ana tarafından Lazım ama şimdi ne alaka?’’Dedim. Adam sevimli bir ifadeyle cevap verdi. ‘’Abey ben Hamsi demiyim ki. Ben masi diyim. Masi Kürtçede balık demektir’’ Sonra bir kez daha bağırdı ‘’Masiiii’’
Hay Allah… Masi’yi hamsi anlamışım meğerse. Neyse aldık iki kilo aynalı sazan. Bu arada hayatımda ilk kez bir aynalı sazanın derisinin pense ile nasıl soyulduğunu da orada gördüm. Adam bıçakla deriyi az kestikten sonra pense ile tuttuğu gibi tamamen deriden azade hale getirdi balıkları.
Aradan bir zaman geçti…Oldukça sıcak bir yaz gününde bir Kürt komşumuza oturmaya gittik hanımla. Bayağı bir vakit geçirdik. Derken komşu baktım sofra kurmaya başladı. Önce ‘’ Biz kalkalım’’ filan ayakları çektim ama aslında hiç de niyetim yok çünkü içeriden bizim tarafa mis gibi balık kokusu geliyor. Belli ki balık ziyafeti olacak. Kürt komşu da zaten öyle bırakacak gibi değil. ‘’Hoce, Allahıma Gur’anıma bir daha yüzüne bahmam. Birlikte balık yiyecağız’’ diyor da başka bir şey demiyor. Dedim ya canıma minnet. İyice gömüldüm oturduğumuz yer minderlerine.
Derken efendim nar gibi kızarmış balıklar geldi önce ortaya. Ardından nefis bir salata…Buraya kadar her şey normal. Ama sonra bize göre öyle anormal bir şey geldi ki sofraya hiç sormayın: Sürahi sürahi buz gibi ayran…Balık ve ayran…Heyecanla fırladım. ‘’ Yahu komşu ne yapıyorsunuz siz? Hani cehalet gördüm de bu kadarına pes. Hiç balıkla ayran bir arada olur mu? İntihar etmeyi mi düşünüyorsunuz. Toplu katliam mı yapacaksın? Bu ne ya?’’ Komşum bir kısmı altın olan dişlerini parlata parlata güldü. ‘’Hoce biz hep böyle yeriz. Hiç bir poh olmadı bu güne kadar.
Allah Allah…Gözlerime inanamıyorum. Ben ve hanım ‘’Eyvah ölüp gidecek zavallılar’’ diye düşünüyor, onlar için endişe ediyorken onlar bir taraftan balığa yumuluyorlar, bir taraftan da sürahileri kafaya dikiyorlardı. Ya o değil de her dikişten sonra ‘’Ohhhh öldüm ‘’ demeleri yok mu. Adeta bize gıcık veriyor gibi… Ben ve hanım kesinlikle ayrana el sürmüyoruz. En azından bizim hayatta olmamız lazım ki bu beyinsizler(!) fenalaştıklarında ambulans filan çağırabilelim.
Artık resmen beklemeye başladık bunlardan önce hangisi fenalaşacak diye. İlle velakin bırakın fenalaşmayı balığı yiyip üzerine ayranı içtikçe sanki daha bir güzelleşmeye başladılar. Hele de komşunun kız kardeşi Bayce başındaki yazmayı attı ki öf öff öffff. Böyle bir güzellik, öylesine simsiyah saçlar tüm dünyayı gezseniz göremezsiniz. Ya gelin Saliha’ya ne demeli. Hatun çıkardı ak pak memesini bebeğini emziriyor herkesin içinde. Bir taraftan balık yiyip ayran içiyor, bir taraftan da bebeği emziriyor. Namuslarına son derece düşkün ve oldukça dindar olan bu insanların, çocuk emzirme söz konusu olduğunda göğüslerini böyle herkesin içinde açmalarını hâla anlayabilmiş değilim. Bazı kadınlar göğüslerinin üzerine bir tülbent filan atarlardı ama büyük bir kısmı alenen çıkarır memeyi, dayardı bebeğin ağzına.
Neyse..Konumuz meme değil elbette. Komşular balığı yediler, ayranı içtiler ve hiç bir şey olmadı onlara. O okuma yazması bile olmayan insanların bildiği balık ve yoğurdun birlikte yenmesi halinde hiç bir zararı olmaz kuralını, biz bunca tahsilimize rağmen yıllar sonra bir takım sağlıklı beslenme uzmanları televizyonlarda arz-ı endam edip de açıkladığında öğrenmiş olduk ancak. Yok yanlış söyledim. Bunca tahsiline, hatta koskoca bir mühendis olmasına rağmen, Televizyonlarda her gün bu konularla ilgili programlar olmasına rağmen hatta ve hatta elinin altında internet olup istediği her bilgiye ulaşması bir kaç saniye içinde mümkün olmasına rağmen maalesef hâla öğrenemeyenler var. Nasıl mı? O zaman devam edin yazıyı okumaya.
Aslı 22-23 yaşlarında 1.50 boyunda, 45-50 kilo civarında oldukça şirin bir kızdır. Annesi Nuray Hanımın ilk kızı olup annesi maalesef onu dünyaya getirirken malzemeden oldukça fazla çaldığı için bu kız işte böyle annesinin tam tersi olarak eksik gramajla dünyaya gelmiş ve hep eksik gramajlı olarak yaşamıştır. Gerçi bu kadar eksik gramajlı olmasında ünlü diyetisyen Hülya Karatay’ın da rolü oldukça fazladır ya neyse…Zavallı kızcağız bu Hülya Karatay yüzünden normal sofralarda normal yiyecekler yemek yerine çayırlarda otladığı için maalesef annesi Nuray Hanım gibi balık etli bir hatun olamamıştır hiç. O yüzden de annesi daha sonra dünyaya getirdiği ve tamamen normal olan diğer iki evladına bakarak Aslı’ya hep ‘’ Sen benim çıraklık dönemimin eserisin’’ demiştir.
Yurt dışında bir üniversiteyi bitirerek mühendis olan Aslı yurt dışı eğitimini tamamlayıp da ana baba ocağına döndükten sonra artık terör estirir evde. Diğer kardeşleri, anne ve babasını da kendisi gibi çayırlarda otlamaya davet eder. Kızının mutluluğu için bir süreliğine de olsa Nuray Hanım bu Çin işkencesinden de beter işkenceye katlanmaya çalışırsa da kokoreç, balık ekmek, döner ve özellikle de künefenin dayanılmaz cazibesi karşısında artık kızı için başka önlemler almanın zamanı geldiği kararına varır. Diğer evlatları ve kocası da bir şekilde Aslı’yı evden sepetlemek gerektiği konusunda Nuray Hanımla hemfikirdirler ki Nuray Hanım ile kocası arasında tek hemfikir oldukları konu işte bu Aslı’nın evden sepetlenmesi konusudur.
Diğer kardeşler , Nuray Hanım ve kocası hain bir plan yaparlar. Aslıyı ilk isteyene vereceklerdir. Kim olursa olsun…
Şanslarına ünlü iş adamlarından, daha doğrusu dolandırıcılardan Fil Hamdi’nin oğlu Ahmet Aslı’ya talip olur. Yalnız Ahmet ile Aslı arasında müthiş bir uyumsuzluk vardır. Ahmet her ne kadar babası Hamdi gibi bir fil olmasa da onun da maşallahı vardır ve dolayısıyla alemde zaman zaman Montafon Ahmet, Zaman zaman da Holştayn Ahmet olarak anılmaktadır.
Derken efendim Aslıyı resmen Ahmet’e kakalarlar. Zavallı Aslı aslında normal bir izdivaç yaptığını zanneder. Acı gerçeği ise daha sonra öğrenir. Kardeşleri ile bir gün düğününün videosunu izlerken ‘’ Ah benim canlarım..Ne kadar da coşkuyla oynamışsınız benim düğünümde’’ Dediğinde erkek olan küçük kardeşi ‘’Seni Ahmet enişteye kakalamışız. Biz eğlenmeyelim de kim eğlensin, biz coşmayalım da kim coşsun’’ deyince acı gerçek kafasına dank diye iner.
Tabii ki her genç kızın başına gelen Aslı’nın da başına gelir ve bunun doğal sonucu olarak da hamile kalır . Hamile olduğunu öğrenir öğrenmez de bir telaş başlar. Ya karnındaki çocuk da Ahmet gibi bir şey olursa? O 1.50 cm boy, 45-50 kiloluk bedenle nasıl çıkaracaktır bebeği. Hadi çıkardı diyelim zar zor, kaç metre kundağa saracaktır?
İşte bunu öğrenmenin tek yolu vardır. Bir kadın doğum doktoruna muayene olmak. Sonunda annesi Nuray Hanımla birlikte bir bayan doktor aramaya başlarlar. Derken bir tabela görürler ‘’Jinekolog Operatör Doktor Aşkım Karagöz’’ Bakarlar Aşkım hanımın muayenehanesi ful doludur. ‘’Evet aradığımız doktor işte bu olmalı’’ der, parayı bayılır ve sıra beklemeye başlarlar. Sıra kendilerine geldiğinde içeri girerler ki karşılarında bir erkek doktor vardır. ‘’Biz Aşkım Hanımın hastasıyız ona muayene olmaya gelmiştik’’ dediklerinde erkek doktor başlar gülmeye ‘’ Aşkım benim, ama maalesef erkeğim’’ Bir erkeğe Aşkım ismi verilmesi acayiplerine gitse de doktorun güven veren tavırları ve hastasının bunca bol olması sebebiyle değiştirmezler onu. Hele hele de Aşkım Bey ultrasondan sonra ‘’ Hiç merak etmeyin, bebeğiniz çok çok normal bir bebek olarak dünyaya gelecek’’ deyince dört elle sarılırlar Aşkım Bey’e
Artık Aşkım Bey de ailenin bir ferdi olur adeta. Öyle ki Aslı sık sık telefon eder ve ona sorular sorar. Mesela ‘’Doktor beye ‘’Bu akşam kurufasülye yemiştim. Çok fena gaz yaptı..Şık sık ve çok gürültülü olarak yelleniyorum. Bu durumda çocuğun düşmesi gibi bir tehlike olur mu?’’ Ya da ‘’ Ben bu çocuğu doğuracam ya, tam o esnada kabız olursam doğum zor olur mu?’’ gibi sorular yanında Sezaryen ile Jül Sezar arasında nasıl bir ilişki olduğuna varıncaya kadar sormadık soru bırakmaz.
Bu arada kimden duymuşsa artık hamile kadınların yüksek bir yatakta yatması gerektiğini, yatağını da değiştirir ve oldukça yüksek bir yatak satın aldırır Ahmet’e…İlle velakin 1.50 lik boyla ne o yatağa çıkabilmektedir, ne de inebilmektedir. Tabii ki iş Ahmet’e düşer. Aslı ‘’Ahmeeetttt. Çişim geldi.’’ Dedikçe Ahmet onu kucakladığı gibi yere indirir, onun çişini etmesini bekler, sonra da yatağa taşır. Lakin hamile kadınlar ne de sık çiş ederler öyle…Allahtan Ahmet zaten zaman zaman halter çalışması yaptığı için Aslıyla, pek koymaz onu sık sık çişe götürmek.
Hay Allah daldık gittik. Hâla Aslı ve balık mevzuuna gelemedik değil mi?
Efendim geçenlerde Aslı, Annesi Nuray Hanıma telefon eder.
-Aloooo anne…Benim acil omega-3 almam gerekiyor.
Nuray Hanım şaşırır. Evde bir tane Zetina Dikiş makinesi varken bu kız Omegayı ne yapacaktır hamile hamile…Ayrıca üç tane birden istiyor. Sapıttı mı ne diye düşünür. Cevap verir.
-Kızım sen sapıttın mı? Ne yapacaksın üç tane Omega yı?
Bu sefer de Aslı şaşırır ama ne de olsa annesini tanıyor. Onun Omega-3ü dikiş makinesi zannettiğini anlar. Kısaca cevap verir.
-Anneciğim. Yani balık yemem gerekiyor. Babamla bize gelseniz, şöyle güzel bir balık yapsan bana ve torununa, hep beraber yesek ha?
Nuray Hanım:
-Tamam kızım. Yalnız Omega bulamazsam yerine hamsi getirsem olur mu?
Aslı güler:
-Anneciğim balık olsun da fark etmez. Yeter ki fosforlu olmasın.
Nuray Hanım anlamıştır. Balıklar ille de Karadeniz’den olacak. Bosfor ( Boğaziçi) Balığı olmayacak.
Akşama bir kilo kendisi, bir kilo kızı, diğer iki evladı ve kocası yesin, bir kilo da Ahmet yesin diye üç kilo balık alır ve ma aile kızının evine giderler. Balık yendikten sonra otururlar sohbet, muhabbet derken çay faslı başlar. Çayın yanında tuzlu kurabiye ile bir iki de gofret vardır. Kısacası yenir içilir, gelecek bebeğin o an itibariyle kaç kilo kaç gram olduğu, adının ne olmasına karar verildiği vs vs. Konuşulur.
Nuray Hanım ve ailesi kendi evine döner ve Nuray Hanım tam yatağa girmek üzereyken telefon çalar.
-Annneeee…İmdat yetiş.
Aslıdır telefon eden. ‘’ İmdat yetiş.’’ Sözü üzerine Nuray Hanım neredeyse düşüp bayılacak gibi olur. Telaşla sorar.
-Kızım ne oldu? Sana, Ahmet’e, ya da bebeğe mi bir şey oldu?
-Anne…Hani ben bu akşam balık yedim ya
-Eeee?
-Ben zehirlendim galiba.
-Kızım bak biz de yedik. Hiç kimseye bir şey olmadı.
-Ama anne ben balığın üstüne süt içtim.
-Kızım senin dolabında süt filan yoktu. Nereden buldun sütü gece gece de içtin?
-Anne yaaa..Anlamıyor musun. Gofret yedim ya.
-Eeee ne olmuş?
-Gofrette süt tozu yok mu? Bu durumda ben süt içmiş olmuyor muyum? Balığın üzerine süt içersen zehirleme yapmaz mı?
Nuray Hanımın tepesinin tası atmıştı artık.
-Yat zıbar…Eşşeoğlu eşek…Ben de bir bok var sandım.
Nuray Hanım telefonu kapatıp kafayı vurdu yattı. Ama Aslı’nın içine kurt girmişti bir kere. Hele de annesi ‘’Yat zıbar’’ demişti. Ya şimdi duası tutarsa? Hazır balıktan da zehirlenmişken ya sahiden de zıbarırsa?
Derhal Tıp Fakültesinde okuyan amcasının oğlu Hasan’ı aradı. Hasan, balığın da sütün de taze olması halinde zehirlenmenin olmayacağını, hele de bir iki gofret yüzünden zehirlenmenin asla olamayacağını anlatınca Aslı yine annesini aradı.
Nuray Hanım uykulu gözlerle aldı telefonu eline. Aslı selam kelam demeden direkt soruyu patlattı.
-Anne o balıklar taze miydi?
Böyle bir soru hayatının önemli bir bölümünü balıkçı olarak yaşamış Nuray Hanım’a yapılacak en büyük hakaretti. Öfkeyle bağırdı.
-Bana Bak Aslı. Kızımsın, hamilesin demem oraya gelir ağzını yırtarım senin. Ben taze balıktan anlamıyor muyum sanki.
-Ya anne hani diyorum içinde belki bir iki tane de bayat vardı. Olamaz mı?
-Kızım bayat vardıysa onu da baban yemiştir zaten. Ona da bir halt olmaz. Gebersin diye kaç defa bayat balık yedirdim, herif benden daha sağlam oldu bayat balıkları yedikçe..Sen de o babanın kızısın. Balık bayat bile olsa sizin kandan olana bir bok olmuyor merak etme.
Nuray Hanım telefonu kapattı, Aslı boynunu büktü ama tabii ki davasından vazgeçmedi. Derhal telefonla 114 ü aradı.
Efendim…Bu vesileyle hatırlatmış olalım. Herhangi bir şekilde zehirlendiğinizden ya da birinin zehirlendiğinden ( İnsan ya da hayvan fark etmez ) Şüpheleniyorsanız arayacağınız numara 114- ALO ZEHİRLENDİM Hattıdır.
Aslı telaş ve heyecanla telefonun öteki ucundaki kıza ‘’Derhal doktoru bağlar mısınız’’ diye sordu. Telefon başındaki kız da uykusuzdu anlaşılan ‘’ Niye ki? Zavallı doktor size ne yaptı ki bağlayayım’’ diye cevap verdi.
Aslı zehirlendiğini söyledi. Telefon başındaki kız bunun nasıl olduğunu sorunca da gofret meselesini anlattı. Kız ‘’ Bunun için doktoru rahatsız etmenize gerek yok. Eğer balık taze idiyse bir şey olmaz. ‘’ Diye cevap verdi.
Aslı tabii ki ikna olmamıştı. O, kafasında var olan ‘’Balık ile süt mamullerini birlikte yerseniz zehirlenirsiniz !’’ yanlış bilgisine o kadar inanıyordu ki… Dayanamadı bir kez de doktor Aşkım Bey’i aradı. Sabaha doğru saat üçte telefonuna uzanan Aşkım Bey ‘’ Bu saatte eğer Aslı değilse arayan , dünyanın tüm eşekleri beni….’’ Diyerek telefonuna baktığında yanılmadığını görmenin rahatlığı ile bir ohhh çekti. Eşeklerden yırtmıştı ama Aslı’dan nasıl yırtacaktı?
Aşkım Bey de Aslı’ya ‘’ Hiç bir şey olmaz’’ demişti ama Aslı hâla ikna olmuyordu. Sonunda dayanamadı bir kez daha annesini aradı.
Nuray hanım öfkeyle açtı telefonu.
-Kız ne var? Bi uyutmadın insanı? Ne oldu rahatsız mı oldun ciddi ciddi?
Aslı neredeyse ağlamaklı bir şekilde annesine ‘’ Anneciğim senden son bir istekte bulunacağım. Benim için yapar mısın?’’
Nuray Hanımın -her ne kadar manyak olsa da- kızı Aslı için yapamayacağı şey yoktu.
-Buyur söyle bakalım.
-Anne…Sizin buzdolabında süt var değil mi
-Evet var.
-Güzel…O sütü benim için içer misin. Eğer sen süt içmene rağmen sana bir şey olmazsa demek ki bana da olmaz. Ama bak. Ölür mölürsen bana haber vermeyi sakın ihmal etme ki ben de ona göre acile atayım kendimi.
Nuray Hanım ‘’ Bak hele eşşoğlu eşeğe annesini kobay olarak kullanıyor…Tamam kızım tamam...Ben şimdi sütü içiyorum. Şayet ölürsem sana telefonla bildiririm ‘’ diyerek telefonu kapattı.
Son aldığım haberlere göre Aslı hâla annesinin ‘’ Kızım ben öldüm. Sen hemen başının çaresine bak ‘’ diye ona telefon etmesini bekliyormuş.
YORUMLAR

Siz çok yaşayın emi hocam valla hikayelerinizin müptelası oldum yine harika bir yazı dizisi gönülden kutlarım hocam sizi tanımak benim için onur saygılar selamlar Murat ÖZDEN
Ha bizde bu gün balık yedik ama taze deyil buzluktan çıkardık bunuda eklemeden geçemeyeceğim ama yanında ayran yoktu :))
mostar01 tarafından 2/13/2015 9:39:53 PM zamanında düzenlenmiştir.
mostar01 tarafından 2/13/2015 9:43:44 PM zamanında düzenlenmiştir.

sami biberoğulları
Dünyaca ünlü balıkçılar balığın üzerine tahin helva öneriyorlar. Mesela Balığa limon sıkmak ona yapılan en büyük kötülük ve yanlışlıkmış. Türkiyenin ve dünyanın en ünlü balık lokantaları öyle diyor.
Selam ve sevgilerimle.

bu günlerde öyle tehlike yok balık çok pahalı yiyemiyorum,tebrik ederim saygılarımla.

sami biberoğulları
Alt tarafı iki nüfussun..Öyle olunca balık pek pahalı sayılmaz bence. Kendini mahrum etme.
Ya da gel buralara yiyelim bol bol.
Selam ve sevgilerimle.

Hocam balık tutmada bu kadar mahir olduğunuzu bilmiyordum onuda öğrenmiş oldum çok güzel yazıydı emeğinize sağlık saygılarımla

sami biberoğulları
Haklısın sevgili Bekir. Dünyanın en kötü balık avcısı benimdir herhalde.
Selam ve sevgilerimle.

Mustafa'yı hatırladıkça gülmenin nöbeti bitmemişken, Aslı geldi ortaya...:)))
Bu hikayeniz de harika, hocam...
Selam ve saygılarımla.

sami biberoğulları
Bende daha ne Mustafalar, Ne Aslılar var.
Hele jele bu gece::::Bu gece doğrudan doğruya kendim varım...İzlemeye beklerim ))))))))))))))
Selam ve sevgilerimle.

sami biberoğulları
Aslında araya sıkıştırmak lazım böyle notları. O zaman daha bir akılda kalıcı oluyor.
Selam ve sevgilerimle.

Aslı kadar değilim ama. ben de cesaret edip ayran ya da yoğurt tüketmem balığın yanında. ne olur ne olmaz diyerek...Can tatlı :)))
Dün gece okumuştum ama gülme krizinden çıkıp yorum yazamamıştım.var ol sen hep..
Selam ve sevgilerimle

sami biberoğulları
Ne şamın şekeri, Ne Arabın tekeri))))) Bence sanırım doğrusu da o. İlle şart mı ayran içmek? Ben kola içerim mesela, pek çok kişi iin de balık, rakısız olmaz. Yani kişiye ve mideye göre değişiyor durum..
Allah gülmeden ayırmasın.
Selam ve sevgilerimle.

sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.

sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.

sami biberoğulları
Yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Selam ve sevgilerimle.

Bu internet faslını, sabahın erken saatlerinde halleder oldum bu günlerde.
Balkonumun serin ortamında,(Cam ile kaplı olduğundan ve de bizim salonun kapısı her daim açık olduğundan soğuk olmuyor balkon) ki orayı ofis diye kullanıyorum artık, komşuların alay edici bakışlarına aldırmadan, Karadeniz'in kuzey batı ufuklarını gözleyerek bilgisayar karşısında zaman öldürmek güzel oluyor.
Bu nedenledir ki, defterdeki yazıları da hap bu erken saatlerde okuyorum.
Bu güne,
sayende yine tebessümlerle başladık hocam.
Hoş bir hikaye idi.
Konu Hamsi olunca, biraz daha ilgimizi cezbetti şüphesiz yazı.
Bizim buralarda,
öyle Hamsi-Yoğurt ayrımı hiç olmaz.
Aksine, genelde beraber yenir. Zehirlenene de hiç rastlanmamıştır.
Sonuçta,
balık taze, yoğurt taze, neden zehirlensin ki insanlar?
Batman'daki komşu muhabbeti de gerçekten güzeldi.
Hatıralarınızı ne hoş güne taşıyorsunuz.
Bizleri de güldürüyorsunuz bu sayede.
Ne demeli?
Çok sağ olun.
Buralardan eksik olmayın diyorum.

sami biberoğulları
Ben balık ve yoğurdu hiç denemedim. Alışkanlık meselesi. Ama yersem de aman zehirlenirim diye bir korkum olmaz.
Buralardan gitmem merak etme..Bu günlerde ilham perileri full-time çalışıyor))))))))))))
Selam ve sevgilerimle.

gülmeyi istiyorsan sami hocama.... düşünmeyi istiyorsan sami hocama. öğrenmeyi istiyorsan sami hocama dağarcığı o kadar doluki..... bitmiyor boşaldıkça doluıyor....sağol canım hocam saygılarımla

sami biberoğulları
Ummanda bir damla olabiliyorsam ne mutlu bana.
Selam ve sevgilerimle.

:)))))))))) işin doğrusunu öğrenene kadar bizim evde de asla balıkla yoğurt aynı sofrada hiç buluşamadılar birbirlerine hasret kaldılar yıllarca. nitekim annemi ikna edip vuslatı sağlayabilmiştik nice sonra. yazıda değindiğiniz bir konu var ki bizzat yaşadığım ve çok şaşırdığım gözümle görmesem asla inanamayacağım bir şey. l979 yılıydı sanırım yanımda çalışan bir gencin memleketine ısrarla davet edilmiştim ve ilk defa gitmiştim o bölgeye. bitlis hizana bağlı bir mezraya... ve orada aynen kadınların erkeklerle beraber sofraya bile oturmadığını oturmak zorunda kaldıklarında da başlarındaki örtünün ucunu ağızlarına kapatarak onun altından yemek yediklerini ama buna mukabil o kadar erkeğin içinde rahatlıkla memelerini çıkarıp çocuk emzirdiklerini görünce gözlerime inanamamıştım. ankaraya döndüğümde enişteme (kendisi yarı kars yarı erzurum yarı urfa öyle ortaya karışık bir sülale geçmişi var) bu olayı anlattığımda gülmüş bacanak (rahmetli bana baldız yerine bacanak derdi) ne şaşırıyorsun sen evdeki sefertasını saklıyor musun hepsi dizlerinde sektiriyor zaten hoş, o da çocuğun sefertasıdır oradalarda başka gözle bakıldığını mı sanıyorsun demişti hiç unutmam. yazılarınızın da hicivlerinizin de müptelası oldum ve sizi geç keşfetmiş olmaktan hem utanıyor hem üzülüyorum doğrusu. ve okumaktan aldığım zevk için kalbi teşekkür...selam ve saygıyla....

sami biberoğulları
Bunu kullanabilirim ileride))))))))))))))))
Selam ve sevgilerimle.

hayal bahçesi

Gerçekten de öyle. Olduğu gibi anlatmışsınız. Balığın yanında biz de ayran içiyoruz. Balık taze ise bir şey olmaz. Biz masi değil mosi diyoruz. Ve hamsi filan pek satılmaz, satılan da buraya gelene kadar koktuğu için kimse almaz.
Güzel hikayeydi.

sami biberoğulları
Dediğin gibi, oralada daha ziyade tatlı su balığı yerdik biz. Hamsiymiş, ıstavritmiş çok çok nadiren gelirdi.
Bir de bazı şeylerin isimleri farklı.
Mesela bir piyes oynatıyorum. Piyeste öğrenci ''Çıkar şu dilinin altındaki baklayı'' demek zorunda lakin hep '' Çıkar şu dilinin altındaki baklavayı'' diyor. Sonunda bir dükkanda kuru bakla buldum. '' Bak işte bu, bakla olacak, baklava değil'' dedim. Bakla da pek bilinen bir şey değil Batmanda. Ama bu arada ben de daha önce hiç tanımamış olduğum kırmızı mercimeğin tarlası ile tanıştım orada. Bıtttım denen aşılanmamış Antep fıstığı ile tanıştım ki ona Antep fıstığı dediğimiz zaman kızarlardı. Onun adı Siirt fıstığıdır derlerdi.
Güzel günlerdi benim için vesselam.
Selam ve sevgilerimle.

Ömrüne bereket. Gecenin bu vakti gözlerimden burnumdan yaşlar gelene kadar güldürdün ya Allah da seni ömür boyu güldürsün.
Nuray Hanımdan o geceden sonra haber alınmış mı? Çıraklık dönemindekiler hep böyle oluyor demek ki bir yerlerde eksiklik oluyor. Aslının boyuyla akıl boyu doğru orantılı anlaşılan.
Çok güldüm. Tebrikler yüreğine sağlık
Selam ve sevgiler

sami biberoğulları
Beğendiğine sevindim.
Selam ve sevgilerimle.

gene güzel bir yazı ile işte sami hocam..maşallah..güzel yazını kutlarım hocam..aslı da çokk beklerr anasının ölüm haberini.....bişey olmaz.....gül diyarından selamlar

sami biberoğulları
Aslı sanırım öğrenmiştir artık annesinin hâla hayatta olduğunu )))))))))))))))
Selam ve sevgilerimle.

-IspartaGülü-

sami biberoğulları
İnanın yazarken ben de çok güldüm.
İlham perilerim sağ olsun))))))))))))))
Selam ve sevgilerimle.