- 2581 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KARS ÂŞIKLIK GELENEĞİNİ SORGULAMAK VE ÇOBANOĞLU
Araştırmacı Yazar Sait KÜÇÜK
Dede Korkut Oğuznameleri’nde iki Başkent vardır.Biri düne kadar Kars’a bağlı olan Iğdır’da ki “Karakale” ,diğeri ise Kağızman’da ki “Ağcakale”dir.
Oğuzların bilge kişisi, ozanı, kopuz mucidi, akıldar insanı Dede Korkut’tur. Oğuzname’nin birinde başkahramanlardan Kazan Han:
“Sürmeli de Ağcakale de at oynattum”
demektedir. Oğuzların kışlağı ve yaylağı Kars olduğuna göre halk ozanlığının başlangıcı da Dede Korkut ile Kars’ta başlamış bulunmaktadır.
9 ile 11 nci asırdan bu yana bu gelenek “halk ozanı, halk şairi, halk aşığı gibi adlarla günümüze taşına gelmiştir.
Kars Eli, Dede Korkut’tan başlayarak Çobanoğlu’na varıncaya dek bu zaman içerisinde çok güçlü âşıklar yetiştirmiştir. Sanatı güçlü, kudretli olanların başındaTüccari, İkrami, Zihni, Şenlik, Ceyhuni, Bahri, Kahraman, İrfani, Müdami, Kasapoğlu, Hıfzı, Cemal Hoca, Nihani, Karahanlı gibi isimleri sayabiliriz.
Kars âşıklık geleneğindeki makamlarımızı ustalardan alan çıraklar, yazdıkları şiirlerinde ezgi olarak kullana geldiklerinden makam üretemez olmuşlardır. Hep aynı makam, hep aynı ağız, aynı tel ile çalıp söylemişlerdir. Kars âşıklık geleneğimiz bundan ötürü l960 sonrası makam kısırlığı yaşamıştır
Murat Çobanoğlu’nun bu yıllardan başlayarak açtığı “Çobanoğlu Gazinosu” Azerbaycan’da olduğu gibi Kars’ta bir “Âşıklar Okulu”işlevini üstlenmiştir. Bu mekâna gelen âşıklık adayları burada sazı, sözü, türküyü kavramış, şiir türlerini öğrenmiş, âşıklığa başlamıştırlar. Kars, işbu mekânı açtığı için merhum Murat Çobanoğlu’na minnettardır.
Günümüz Kars âşıklık geleneğine baktığımızda ister makam olsun, ister şiir hususunda olsun Tüccari, Zihni, Şenlik döneminin çok çok gerilerindedir. Ama yakın bir tarihte yitirdiğimiz merhum Murat Karahanlı’nın sanat kudreti geleneğimiz için bir ışıltıdır.
Şiir sanatının bir duygu işi olduğunu bilmeyen yoktur. Fakat aynı zamanda şiir sanatının bir bilgi işi olduğunu da belirtmek gerek. Duygu ile bilgi birleşmelidir. Şiirde üç dört önemli unsur vardır. İmge, imaj, estetik, konu gibi. Bunlar olmayınca şiir şiirlikten çıkar ve yan yana yazılmış,hece ölçüsüne oturtulmuş mısralar birbirine bağlanmış, işe yaramaz kelime yığınları çıkar ortaya.Sonra sen dön bu yığınlar içerisinde berceste bir mısra,berceste bir şiir,bir şah eser ara ki bulabilesin..
Bu noktaya gelmişken örnek olarak hemen merhum Çobanoğlu’nun iki mısrasını örnek verelim. “Sor” redifleriyle biten bu şiirin ilk iki mısrası şöyle
:
“İnsan dedikleri duvara benzer
Hele sıvakları dökülsün de gör”
Sonucu nereye bağlanırsa bağlansın, böyle bir benzetme olabilir mi? Olamaz, çünkü insanoğlu yaratılmışların en güzeli, en şereflisi olarak, kâinatın aynası olarak yaratılmıştır. Bakın Daimi ne diyor:
“Kâinatın aynasıyım
Mademki ben bir insanım
Hakkın varlık deryasıyım
Mademki ben bir insanım”
Duvar taştır, kerpiçtir, betondur. Güzelliği bu kadardır. Oysa insanın benzetileceği o kadar yeryüzü harikası var ki sorma gitsin. Böyle mısralarla hangi imajı yakalayabiliriz. Hangi estetiğe ulaşabiliriz ki?
Gerek Kültür Bakanlığı olsun, gerek Konya ve Kars Âşıklar Bayramı olsun, gerek çeşitli şiir yarışmaları olsun âşıklarımıza madalyalar yağdıra yağdıra kilolarını ağırlaştırdı, sanatlarını hafiflettiler. Nasıl mı? Geçtiğimiz yıllarda Kültür Bakanlığı bünyesinde “Cumhuriyet, Demokrasi, Atatürk”konulu bir yarışma açıldı. Şiir yarışması. Bu kelimeleri alan aşığımız:
“Cumhuriyet, Demokrasi, Atatürk”
kelimelerini on birli ayak yapıp üstüne bir dolgu döşemesiyle şiirlerini yazarak yarışmaya katılıp birincilik, ikincilik, üçüncülük ve mansiyonlar aldılar. Bu âşıklar ne yazdıysa Kültür Bakanlığı onları ödüllendirdi. İş böyleyken âşık niye kendini zorlasın ki niye şiirin inceliği için uğraşı versin ki?
Burada Hıfzı’nın bir dörtlüğüne göz atalım:
“Canan da canına böyle kıyar mı?
Hasta başın taş yastığa koyar mı?
Ergen kıza beyaz bezler uyar mı?
Al gey allı balam alların hani
Dörtlükte anlatılmak istenilen birinci dize de “ölüm”,ikinci dize de “mezar”,üçüncü dize de “kefen”, dördüncü dize de ise “yaşam”dır. Ama bunların ismi geçmeden anlatılmıştır. Sanat bu işte, estetik bu...
Merhum Murat Çobanoğlu’nun Âşıklar Kahvesi’nde çok ozan çalmış, söylemiş, birçok ozan yetişmiştir. Makam ve şiir tekrarıyla hatta taklitleriyle yetişen bu ozanlar ne yazık ki üretken olamamıştır. Kars’ı, Erzurum’u geçtikten sonra bir Davut Sulari, bir İsmail Daimi, bir Muhlis Akarsu, bir Mahzuni çıkar karşımıza. Hem söz ustasıdır bunlar hem makam ustası. Maalesef bu Kars’ta yok. Günümüz Karslı âşıklarımızın telinden dökülüşte popüler olmuş türkümüz bir elin parmak sayısını geçmez.
Kars Âşıklık Geleneği’nin benzeri ürünlerini yinelemekle bu geleneğe canlılık kazandırmak zor olsa gerek. Bu iş ancak özgün ürünlerle soluk bulabilir.
Nasıl mı özgün olacağız? Okuyarak, öğrenerek, yazdıklarımızı yırtarak. Yeniden yazarak. Bilgi sahibi olarak. Yaptığımız işin yarı duygu, yarı bilgi işi olduğunu kavrayarak.
Bilgi sahibi olmadan bir şeyi yapmanın doğurduğu bir sonuca gelmek istiyorum. Merhum Çobanoğlu bir kasetinde Kağızmanlı Hıfzı’dan bahsederek onun ünlü ağıtını okuyor.
“Hıfzı Kağızman Hâkimliği’nde mübaşir idi” diyor. Hâkim’in Kars’a bir evrak gönderdiğini, dönüşte sevgilisi Nergis’in öldüğünü ve mezarı başına giderek ağıt yaktığını belirtiyor.
Bir kere Hıfzı “Kırk Yıllık Karagünler” de doğmuş ve ölmüştür. Bu yıllarda Kağızman esaret altındadır. Hıfzı’yı l94l den sonra yayınlamaya başlamıştır. Sayın Barenseli l960 larda kitaplaştırmıştır. Hem de Kars Halkevi yayınlarından. Sayın Çobanoğlu Kağızman’a defalarca gelip gitmiş. Hiç mi Hıfzı’yı yakın akrabalarından sormamış? Kaynaklardan hiç mi okumamış? Biz ne Hıfzı’nın, ne Şenlik’in, ne Sümmani’nin şiir sanatındaki inceliği kavrayabilmişiz nede ki kendi sanatımızı geliştirip güzelleştirme yolunda bir adım atabilmişiz. Ancak bizden önce ne varsa onlarla yetinebilmiş onları harcamaya çalışmışız. Çoğu zaman da yanlış bilgiler vermişiz halka.
Kars Âşıklar Bayramı’na dönelim. Bu yıl ilk olarak Kars’ta bir bayram yapıldı. Davet edilen âşıklar henüz sahneye adım atmadan madalya ve onurluk ödülüne layık görüldü. Al sana bir koltuk karpuzu. Git de böbürlen. Âşık ne söyledi ki ödüllendirdin. Gerisi malum.
Ben şu andan itibaren âşıklarımızı hak etmeden aldıkları ödülleri anı sayarak kendilerini sorgulamaya başlayıp yaptıklarını ve yazdıklarını gözden geçirmelerini, okumalarını, yırtmalarını öneriyor onları berceste mısralar yazmaya, çok güzel makamlar üretmeye, bu geleneği canlandırmaya davet ediyorum.
Sözlerimi l930 doğumlu olup 70 yaşında iken şiir yazmaya başlayan Muhibbi mahlaslı Davulcu Muhittin Toper’in merhum Çobanoğlu’nun ardından yazdığı bir ağıt ile noktalamak istiyorum:
ÇOBANOĞLU
Kars’ın Kalesinin bir burcu düştü
Nice ciğer yürek kavruldu pişti
Birden kayıp oldu kuş gibi uçtu
Yeller Çobanoğlu dedi ağladı
Duydum Ankara’da yatmışsın hasta
Bütün Türk milleti senün’çün yasta
Mezarın yaparlar o serhat Kars’ta
Eller Çobanoğlu dedi ağladı
Felek kemendini aldı eline
Asla acımadı yiğit haline
Mızrabın da küsmüş sazın teline
Teller Çobanoğlu dedi ağladı
Kurudu dalları Kars güllerinin
Bütün her tarafa yayıldı ünün
MUHİBBİ’de duydu o kara günün
Diller Çobanoğlu dedi ağladı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.