- 1249 Okunma
- 16 Yorum
- 2 Beğeni
Dumanı Çıkıyor Mu?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Çok şey anlatmıştı hayatın keyifli geçen dakikaları hakkında. Kim bilir belki de üzülmemi istemiyordu. Gülümsetiyordu anlattıkları.
Yine bir aile sohbetiydi. Bir araya gelmiştik. “Bak bunları yazabilirsin. İstersen adımı da verebilirsin. Biraz hayatın gerçekleri hakkında konuşalım seninle.” dedi. Daha bir ilgiyle dinlemeye başladım o an…
-Çok zor geçti çocukluğum. Babamı hiç tanımadım sayılır. İki yaşına gelmeden vefat etmiş. Benden büyük dört kardeş, bir göz odada kalıyorduk. İlkokula başlayana kadar çok farkında değildim aslında fakirliğimizin. Ağabeyimin küçülmüşlerini giyerek başladım okula. Küçülmüş derken bilmem kimin eskisi olarak bizim eve girdiğini hatırlamıyordum bile. Sürekli aynı ceketle okula gidiyordum. Tam yedi yerinde yaması vardı. Bir gün öğretmenim “Senin başka ceketin yok mu?” diye sorduğunda, utancımdan; “Var, annem yeni diktiriyor. Terzide duruyor daha, yetişmedi” dedim. Öğretmenim “Aferin oğlum. Eskisi olmayanın yenisi olmaz.” dedi.
-Offf! Çok kötü bir durum…
-Yaşımın küçüklüğü nedeni ile o zaman bu sözü çok ters algıladım. Oturduğum yerden, hiç kıpırdamadan, sadece gözlerimden yaş akıyordu; ama içime içime.
İlkokul birinci sınıfta sabahtan öğleye kadar okula gidiyor, okuldan sonra bir ayakkabıcının yanında çıraklık yapıyordum. Benim görevim tamire gelen ayakkabıları temizleyip, tamir edecek ustaya vermekti. Bu yüzden ellerim çok kirliydi. Hele tırnaklarımın arasına o kadar çok kir doluyordu ki; ne yaparsam yapayım çıkaramıyordum. Ertesi gün, kirli tırnaklarla kalem tutmaya utanıyordum. Daha da ötesi, mendil ve tırnak kontrolü yaptığı zaman utancımdan yerin dibine giriyor, öğretmenimin yüzüne bakamıyordum. Ne gariptir ki; öğretmenim bazı arkadaşlarıma bir şeyler söylerken, bana hiçbir şey söylemeden, başımı okşayıp geçiyordu. Sonradan anlamıştım, annemin okula gelip durumumuzu öğretmenime söylediğini.
-Sonra nasıl anladın?
-Düşününce anlayabiliyorsun…
-Sonra?
-Genellikle okula giderken çok erken evden çıktığım için, çok şey yemeğe zamanım olmuyordu. Olsa ne olacaktı ki? Evde zaten fazla yiyecek olmuyordu. Annem, bir ekmeğin yarısının arasına biraz salça sürüp yanıma veriyordu. Acıkınca o bile çok güzel oluyordu. Aslında biliyor musun, şimdi yediğim onca güzel yemekte, o salçalı ekmeğin tadını bulamıyorum. Neyse ki o zamanlar şimdiki gibi değildi; yani zengin çocukları ile aynı okulda okuyorduk belki; ama kimse getirdiği yiyeceği gösteriş olarak kullanmıyordu. Hele öğretmenim bu konuda çok duyarlıydı. Nadiren de olsa, diğer arkadaşlarımdan birisi az bulunan bir şey getirmişse ya onu ortaya çıkarttırmıyor ya da o öğrenciye, yemesi için kimseye göstermeden dışarı yolluyordu.
-Allahım nasıl bir sıkıntı dönemi bu?
-Defterlerimizi ve kalemlerimizi çok dikkatli kullanmak zorundaydık. Kalemlerin ucunu kırmamaya çalışırdık. Bilirdik ki; kalem açılınca daha çabuk bitecek. Kalemlerimiz küçülünce, elimize sığdırabileceğimiz başlıklar yapar, nerdeyse bitene kadar kullanırdık. Kitaplarımızı bir önceki sınıftan alırdık ve bir sonraki küçüğümüze ya da aileden birine aktarırdık. Kitaplar elden ele geçtiği için çok yıpranırdı; ama bizler kitap bulduğumuz için sevinirdik. Defterler öyle değildi. Her köşesini değerlendirmek zorundaydık. Almak çok zordu çünkü. Şimdiki gençler anlamaz bu söylediklerimi; hoş benim çocuklarım da anlamadı ya…
-Şimdi israf ekonomisi var şu halde.
-Yaz günleri bizler için daha kolay geçiyordu. Hem okul yoktu hem okul masrafları… Aynı zamanda, tüm gün çalışabildiğim için, aldığım haftalıkta biraz daha fazlaydı. Yine de yiyeceklerimiz ve giyeceklerimiz çok sınırlıydı. Yaz aylarında çalışıp okul için biraz para biriktirmeye uğraşsam da, evde bakılacak altı boğaz vardı. Herkes elinden geleni yapıyor; ama düzenli iş olmadığı için ancak günübirlik oluyordu her şey. Yazın son günlerine doğru eve biraz patates, soğan ve bulgur alabilmiştik. Annem seviniyordu. Ama yine de doğru düzgün ısınabileceğimiz bir sobamız, kalın kışlık giysilerimiz yoktu. Birilerinden gelecek küçülmüş giysileri bekliyorduk. Giysiler el değiştirerek bir şekilde elimize geçiyordu. Seviniyorduk. Sobamız yoktu. Olsa da odun alacak paramız yoktu. Çok soğuk günlerde, komşudan aldığımız bir parça ateşi küçük bir masanın altına kor, üzerine eski bir yorgan atar, içine girerdik.
-Hayat pişirmiş. Yaşıyorum sanki o olayları.
-Bir gün, mahalleye son taşınan komşumuz yeni bir soba aldı. Eski sobalarını da bize verdi. Büyük bir hevesle sobayı kurduk. Çok eski bir sobaydı. Borusunda yer yer delikler vardı. Elimizden geldiği kadar tamir ettik. Biz çocuklar seviniyorduk; ama annem kara kara düşünüyordu “Ne yakacağız bunun içinde?” diye. Odun yok, alacak para yok. Tüm kardeşler dışarıya çıktık. Sokakta yakabilecek ne bulduysak eve taşımaya başladık. Eskimiş, eprimiş bez parçalarından tut da çöplerde çıkan yakabileceğimiz her şeyi topladık. Akşam büyük bir heyecanla sobanın başına toplandık. Bulduklarımızı yavaş yavaş dizdik sobaya. Annem de hevesle elinde bir kibritle geldi ve yaktı sobayı. Dışarıdan bulduğumuz şeyler yanıyor; ama pis kokular yayıyordu ortalığa. Bizlerin sevinciyse çok fazlaydı. Artık bizim de bir sobamız olmuştu ve yanıyordu. Sobanın başında ısınmaya çalışırken, ağabeyimin aklına bir şey geldi ve bana yavaşça fısıldadı:
-Nutkum tutuldu…
-“Acaba bizim sobanın da dumanı diğer evlerinki gibi çıkıyor mu? Duman görünüyor mu dışarıdan?”
-…
-Duman bile zenginlikti…
Gülhun ERTİLAV
YORUMLAR
Boğazıma bir yumru yapıştı okurken yazınızı. Sizin anlattığınız hikayeyi yaşayan o kadar çok insan vardır ki bizim bilmediğimiz. Tek bildiğim insanlaarın hiç bir zaman şükretmediğidir. Maalesef yeni nesil bunları bilmiyor. Bilenler var tabii ki. Ama biz anlattığınız hikaye kadar olmasa da idareli yaşamayı bilenlerdeniz.Çok etkilendim Gülhun Hanımcığım. Kaleminizi yürekten kutluyorum. Güne yakıştı yazınız hem de çok. Sevgilerimle.
su_misali(Gülhun Ertilav)
Nermin Hanım, vefalı kalem ve yüreği güzel dost
ben de ağlayarak dinledim ve yazdım gerçekten
teşekkür ederim değerli yoruma
sevgilerimle
su_misali(Gülhun Ertilav)
çok teşekkür ederim kalemdaşım
sevgilerimle
Gülhun Hanım,
Öncelikle güne düşen yazınızı ve hak ettiği ,insanları düşünmekten bile kaçıran konusunu kutlarım.
Bizler nasıl insanlarız, dar nedir, zor nedir, yaşam hangi ölçüde rahat, hangi ülçüde sıkıntılı geçer,
bir çocuğun görevi midir dersleri dışında çalışmak?
İnsanın içini cızlatan bu konuyu açmanız bilmem ki birkaç elinde imkan olan kişiyi harekete geçirebilir mi?
Sygılarımla.
su_misali(Gülhun Ertilav)
çok teşekkürler Yaşar Bey
duyarlı yüreğinize bin selam olsun
saygılar
su_misali(Gülhun Ertilav)
teşekkürler abi
saygılar
hikaye çok dokunaklı
ve anlatım çok ustaca...
duman varlık belirtisiydi bir zamanlar ... bacadan duman çıkıyorsa ev sahibi evdedir kesin...
ve zenginlik demekmiş de aynı zamanda
öyle ya kışın fakir fukaranın tüten bacasından başka ne zenginliği olabilir ki...
çok çok güzel kaleme almışsınız...
kutlarım arkadaşım sevgiyle...
su_misali(Gülhun Ertilav)
dost kalem, vefalı kalem Hicran hanım değerliydi yorumunuz
çok teşekkür ederim
sevgilerimle
su_misali(Gülhun Ertilav)
teşekkür ederim Bedri Bey
saygılar
su_misali(Gülhun Ertilav)
teşekkür ederim kalemdaşım
saygılar
su_misali(Gülhun Ertilav)
teşekkür ederim Bahri Hocam
çok vefalısınız
her dem saygı ile
su_misali(Gülhun Ertilav)
teşekkürler Süleyman Bey
saygılar
su_misali(Gülhun Ertilav)
dinlerken ağladığım bölümdü
teşekkürler, sevgiiler
Benim çocukluk yıllarımı hatırladım.
Çok da farklı değildik anlattığın aileyle. Tek fark biz o kadar küçük yaşlarda başlamamıştık okul dışı zamanlarda başka ilerde çalışmaya. Bunun dışında oldukça benzer.
Şimdilerde bakıyorum artık yama denen şey kesinlikle yok. Ayakkabı tamircisi de yok farkında mısınız? Kalaycı yok. Tren istasyonlarında bekleyip yolcuların atacağı üç gün öncesine ait gazeteleri kapışanlar yok. Mahalle aralarında yirmi beş kuruşa ödünç kitap alabildiğimiz kitapçılar yok. '' ne olur lan bir kez de ben yalayım '' diye arkadaşlarımıza yalvardığımız macunlar yok, macuncular yok. O kadar çok şey yok ki saymaya kalksam bu sayfalara sığmaz.
Tüm o yoklarla birlikte o günlerde -herşeye rağmen var olan- yüzlerdeki tebessümler de gitti. İnanın bana arkadaşım o yoksullakta olan tad şimdiki varlıkta kesinlikle yok..
Bu çok anlamlı ve içimizi acıtsa da yine de tadı damağımızda kalan güzel yazı için kutlarım.
Selam ve sevgilerimle.
su_misali(Gülhun Ertilav)
öncelikle yorumunuza teşekkür ederim Sami hocam
malesef sanal yaşıyoruz ve bir türlü çıkmayı beceremiyoruz
yine de umudumuzu yitirmeyelim istiyorum
saygılar hocam
BACA
Zengin bacası
Tüter gün boyu .
Haber yollar
Kızıldereli arkadaşına .
Fakirin
Öksürüğü gibi
Ara sıra tüter ,
Ne yakar acaba...
Tebrik ederim saygılarımla.
su_misali(Gülhun Ertilav)
teşekkür ederim Hasan Hocam
saygılarımla
İnsanın içini acıtan bir hikaye.
Aslında bir çoğumuz,
bu denli olmasa da,
günümüze oranla çok fakirlikler içinde büyüdük.
Anlatacak, dersler çıkaracak çok şeyler var aslında.
Dumanı tüten bir baca ile gururlanmak...
Olayın özü burada.
İnsanın yüreğine ateşler düşürse de...
su_misali(Gülhun Ertilav)
olayın özünü canlı canlı dinlerken bir anda gözümden yaşlar geldi benim de
teşekkür ederim değerli yoruma
saygılarımla
su_misali(Gülhun Ertilav)
teşekkür ederim Turgut Bey
saygılarımla
sevgili günhun sen düz yazıyıda muhteşem yazıyorsun...şu an içim yanıyorki sorma...... saygılarımla
su_misali(Gülhun Ertilav)
Tacettin ağabeyim çok teşekkürler
saygı ve hürmetler