- 1540 Okunma
- 12 Yorum
- 1 Beğeni
Öylesine Şeyler
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yeni bir mont alırken cep sayısına dikkat ederim. Fazla cebi olan montlar taşıyacağınız malzemeleri daha az karmaşık bir şekilde yerleştirmenizi sağlar. Cep telefonunu, cüzdanı, bereyi, şarj aletini ve ilaçları farklı bölmelere koyarak onları çıkarırken yaşayacağınız zorluğu en aza indirgersiniz. Sakın yanlış anlamayın! Konuyu asla obsesif kişilik bozukluklarına bağlama veya bu konudan felsefik bir çıkarım yapma niyetinde değilim. Bunu ancak siz yaparsınız. Ee ne de olsa bizim yaşadığımız küçük şeylere farklı bakabilirsiniz siz, onları sağa sola çekiştirip sahip olduğunuz mükemmel (!) hayal gücü sayesinde karmaşık hikayelere dönüştürebilirsiniz.
Peki hiç düşündünüz mü? Neden yaşadığımız ve yaşadığınız anlar size bu kadar basit geliyor, neden hep onları olağanüstü özel hikayelere dönüştürmek istiyorsunuz? Neden bir -deniz kıyısında durmayı-, bir -deniz kıyısında durmak- olarak bırakmıyorsunuz? Utanıyor musunuz? Evet bence de utanmalısınız. Neyse.. Benim anlatmak istediğim sadece fazla cebi olan montların daha kullanışlı olduğuydu.
Bir arkadaşımız vardı. Çocuk iki sene boyunca kendi kendine mail yazmıştı, bir kız mailinden kendi mailine... Biz bunu çok sonra öğrendik. Kendi kendine yazdığı aşk maillerini bizlere okutuyordu, güya kız yan fakülte binasındaydı ve ona uzaktan aşık olmuştu fakat yüz yüze konuşmaya cesareti yoktu, öğrenci işlerinden mailini almış ve bu şekilde ona olan aşkını ifade ediyordu. Aslında hikaye oldukça inandırıcıydı, hiç mantık hatası yoktu. Tek mantıksız olan, bir kızın onun beğenip ona tutkuyla uzaktan aşık olmasıydı. Güzelliğin göreceli olduğu hakkında hepimiz aşağı yukarı aynı fikirdeydik. Tabii ki.. Neden olmasın? Ama bilirsiniz bir erkek ya da kadınla hiç iletişiminiz olmadan ona uzaktan böylesine şiddetli aşık olduysanız o kişinin oldukça güzel veya yakışıklı olması gerekir. Ama biz buna da inandık. Şizofren bir arkadaşımız olduğuna inanmak istemeyişimizdendir belki...
Artık biz de maili yazan kızı çok merak eder olmuştuk, onların tanışmasını ve bir an önce güzel bir ilişkileri olsun istiyorduk. Fakat bu süreç içinde başka bir şey oldu. Bizim arkadaş grubundan bir kaç kız bu mailleşme olayından fazlasıyla etkilendiler ve arkadaşımıza hayranlık duymaya başladılar, öyle ya, bir kızı bu denli etkileyen şey ne olabilirdi? Senelerce bir kıza hiç bıkmadan usanmadan mailler yazdırtan bu erkek nasıl bir özelliğe sahip olabilirdi?.. Kızların hayranlığı aşka dönüştü ve bizim çocuk yalan mailler sayesinde bu kızlardan biriyle ilişkiye başladı. Mezun olduğumuzda evlilik planları yapıyorlardı.
Seneler sonra arkadaşımızın ev arkadaşı bu mailleşme olayının yalan olduğunu bizim gruptan birine söylemiş. O da bize söyledi. Kimse onu ayıplamadı. Kimse ona kızmadı da... Çünkü yıllar geçtikçe hepimiz bundan daha kötülerini görmüştük. Hayat böyle.. Bazen karşılaştığınız kötülükleri size verdikleri zarar derecesinde sıralarsınız. Bunlardan en az zarar verenleri yıllar geçtikçe zaman aşımına uğrar ve size artık masum davranışlar gibi gelir.
Benim asla iyi-kötü kavramlarını tartışma gibi bir niyetim yok. Size kendi ahlak anlayışımı dayatmaya da niyetim yok. Ne haddime!.. Anlatmak istediğim: O sadece sevilmek istemişti. Sevildiğine kendini inandırmak için kullandı bizi. Bizi hikayesinin okurları yaptı. Biz inandıkça o da inandı belki de...
"Bang Bang!" Evet Nancy Sinatra’dan dinliyoruz bu şarkıyı. Nancy Sinatra mini eteği ve çizmeleriyle benim gözüme çok seksi görünüyor yine. Arkadaşım dalga geçiyor. "Senin güzellik anlayışın bacaklarla sınırlı zaten." Bu şarkı beni rahatlatıyor. Kaybetmeyi seviyorum. İyi olarak, iyi kalarak, kötüye karşı kaybetmeyi... Bütün iğrenç gülümsemelerden, yalanlardan, dedikodulardan, hırslardan, koşuşturmalardan yorulmuş bir şekilde kendimi olduğum yere bırakıyorum. Boşluk beni asla yere bırakmıyor. Aksine yükseliyorum. Yükseliyorum...
"I was five and he was six
We rode on horses made of sticks
He wore black and I wore white
He would always win the fight
Bang bang, he shot me down
Bang bang, I hit the ground
Bang bang, that awful sound
Bang bang, my baby shot me down."
kıyıdaki adam/şubat 2015
YORUMLAR
Love happens ı izleyip hayatımızı anlamlı kılan kayıplarımızdan sonra tekrar devam etmek için o ilk adımı atma kararlılığını göstereceğimiz zamanın ne kadar uzun veya kısa olabileceğini düşünüyorsunuz egeç yaşanacak kayıplar üzerine ve yazıyı okuduktan sonra belkide hayatta en yaşanır duygu sevgiye ulaşma yolunda oynanan bu oyunu pekala hoş görmekten, yıpratmamaktan başka bir şey yapmamız sadece saygı duymamız gerekiyordu.Sonuçta kimseye bir zararı yoktu...
Bir yazının üslubundaki samimiyet okuru çarpan bir şey.Şöyle bir bakıp ilk saniyelerde karar veriyorsunuz devam edip etmemeye... Yazınız okuttu kendini. Metnin düşünceleri cümlelerin ortasına saçılmış olsa da...
Dağınıktı, zihnimde toparlamaya çalıştım. Güzel şeylerden söz ediyorsunuz. İyi ve bağışlayıcı... Hoş bir şarkıyı dinler gibi.
Tebriklerimle!
Bahsettiğiniz durum çoğu insana normal gelmeyebilir. Ama ben o arkadaşınızı anlıyorum.
14 yaşındayken her sabah -ineklerimizle birlikte- dere kenarına gider, kalınlığı bir karışa yanaşan Siyasal Toplumsallaşma adlı kitabı okurdum. O kitabı sokakta eski kitaplar satan bir adamdan almıştım. -Aslında almak istediğim kitap Mor Salkımlı Ev'di.- Yanımda babam vardı ve beni hayranlıkla süzdüğünü fakat hiçbir şey söylemediğini hatırlıyorum. Onun benimle gurur duymasını seviyordum. O ezgin duruşlu adamı hak ettiği yüksekliğe ulaştırabilmek için hep ağır şeyler okumam, ağır sohbetlere dahil olmam, ağır müzikler dinlemem gerektiğini düşünüyordum. Ben onun isteyip de olamadığı her şey olacaktım. İşte bu sebeple 14 yaşında Siyasal Toplumsallaşma'yı okudum ve kitabın boş yerlerine öğretmenimin ağzından bana dair övgü dolu cümleler yazdım. Akşam olunca kitabı mahsustan bahçedeki masanın üzerinde bırakıyordum. Babam işten döndüğünde adeti üzere kitabımı karıştırıyor ve bıyık altından ışıl ışıl gülümsüyordu. Şimdi bunu yaptığıma pişmanım. Ben hiçbir zaman onun istediği evlat olmadım. Hepsi hikayeydi. Aldığım belgeler, kazandığım yarışmalar, kazandığım takdirler, üniversite tahsilim, işim...hepsi hikaye. Babam mutlu belki ama ben istediğim hayatı yaşayamadım. Keşke bana "Sen okudukça benim bir diplomam olacak" demeseydi. Benim tek istediğim şey yazmaktı. Siyasetin kirli çarkında olmadığım bir karakteri oynamak ise Siyasal Toplumsallaşmanın sayfalarına yazdığım yalandan methiyelerin bana biçtiği ceza. Umarım arkadaşınız yalanını devam ettirmemiştir.
Tebrik ve sevgilerimle.
Aynur Engindeniz tarafından 2/10/2015 3:50:04 PM zamanında düzenlenmiştir.
Önder Kızılkan
Selamlar, sevgiler..
Aynur Engindeniz
Selametle.
Aynur Engindeniz
Önder Kızılkan
Aynur Engindeniz
(...)
Öldük, ölümden bir şeyler umarak.
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.
Nasıl hatırlamazsın o türküyü,
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
Alıştığımız bir şeydi yaşamak..
Yazınızı okurken, aklıma Cahit Sıtkı Taranca geldi. Sanırım insan en çok kendini sever. Seven mutlu eder. Mutluluğun kimden geldiği önemli bile değil.
Lise yıllarında Taranca'da kabul görme ve yurttaki diğer arkadaşlarına uyumu kendi kendine mektup yazarak bir sevgili etmekti. Ve kendine gelen ilk mektup heyecanını söyle anlatıyordu.
'Bir gece, kuytu bir köşede yazımı değiştirerek, özene bezene, bu düşten sevgilimin ağzından, kendime bir mektup yazdım. Beşiktaş postanesine gidip, oradan adıma postaladım.
Mektubun elime geçtiği günkü heyecanımı anlatamam. Bu gerçekten sahici bir kızdan gelseydi, ancak o kadar duygulanırdım. Bir süre sonra bu mektupları arkadaşlarıma okurken onlar:
– Cahit, sen tam dengini bulmuşsun. Sen şair, o şair… diyorlardı. Bu mektuplaşma böylece yarım yıl kadar sürdü. Sonunda galiba ben vefasızlık ettim. Mektuplaşmayı kestim.”
Hayata bazen, bir montun cep sayısı kadar pencereden bakmak lazım. Hangi pencereden bakmak bizi mutlu eder, zaman da bunu bir sonuca bağlar.Nasrettin Hoca'nın dediği gibi 'Ya tutarsa' tuttu mu? Bence tuttu.
Tebrikler
Saygılar
Tıpkı arkadaşının yaptığını yapmıştım.ama o zaman MAİL yok gerçek mektuplarla. Amacım sevgilim olsun değildi.ben hayalimdeki insanı tasvir ettim.ve onu sevdiklerime anlatarak bir hayal olarak kalmamasını sağlamak istedim.tıpkı bir yazar ve romanında ki kahramanlarını okuyucularıyla paylaşması gibi.tuhaf olan hayallerimiz de yaşattıklarımızı gerçekte bulamamak.
günay kılıç tarafından 2/10/2015 12:27:18 AM zamanında düzenlenmiştir.
Yazı iki parçaydı sanki:
İlk satırlarda ânı yaşamak dururken onu karmaşıklaştırmanın gereksizliği üzerinde durulmuş, sonlara doğru ise kendin olarak kalabilme; üstelik bunu yaparken de kötü ve haksız ve elbette çirkin olanla savaşabilme gücünün insanın en önemli misyonu olduğu vurgulanmıştı..
Ve son cümle can alıcıydı gerçekten: boşlugun insanı yükseltip yüceltmesi... Bu da ancak doğrü ve dürüst isen olabilir sanırım; çünkü aksi takdirde toprak ne yapar eder; kendine ceker sizi ..
Tebrikler.