- 1272 Okunma
- 7 Yorum
- 2 Beğeni
Frengili Marla / II
Elimdeki cesetleri yok etme konusunda pratik yaptıkça kusursuzlaşıyordum. İskoçyalı Alec’i öldürüp döşemenin altına gömdükten sonra şehri hızlı bir biçimde terk ettim. Uzunca bir yerde durmak benim sonum olabilirdi. Kendimi korumam lazımdı. Zavallı Alec, ölümü hak edecek belki de en son insandı. Bazen nedensiz bir dürtü kurbanı seçiyordum kendime. Tıpkı küçük bir çocuğun elindeki değerli bir vazoyu büyük bir gürültüyle yere fırlatıp kırması gibi nedensizlik..
Bristol Temple Meads tren İstasyonuna geldiğimde öğlen üzereydi. Trenden inip yürümeye başladım. Nereye gideceğimi bilmeden adımlarım gelişigüzel yönlendirdi beni. Epey bir süre yürüdükten sonra Avon nehrine geldim. Sanırım daha sakince bir yer arıyordum ve kalabalıklar ürkütüyordu beni. Biraz etrafı seyrettikten sonra, oldukça güzel park ve bahçelerin olduğu kısma yöneldim. Hava güzeldi ve insanlar nehir kenarındaki banklarda oturmuş sohbet ediyorlardı. Boş bir bank bulup oturarak nehri seyretmeye başladım. Ne kadar sakin ve huzur dolu bir yerdi. Burada sürekli kalma isteği şimdiden içimde oluştu. Gülümsedim. ‘’Neden olmasın Marla’’ dedim. ‘’ Burada istediğin kadar kalabilirsin, yeter ki vazoyu kırma..’’ Bu güzel düşüncelerime gözkapaklarım ihanet ediyordu. Uykum gelmişti. Sırt çantamı başımın altına koyup boylu boyunca uzandım banka. Yine de uyumamak için direniyordum. Kafam sürekli meşguldü. Kalacak bir yer bulmalıydım kendime ve uygunca bir iş.
Daha fazla direnemedim uykusuzluğa, uyumuştum.
Çok katlı karanlık bir otoparkın merdivenlerinden sürekli yukarılara koşuyorum. Merdiven durmadan dönüyor ve aynı yerde buluyordum kendimi. Yeniden yukarılara koşmak ve ışığı yakalayıp nefes almak istiyorum. Yeniden aşağılara devriliyorum. Nefes nefese kalıyorum ve bir ses durmadan duvarlarda yankılanıyor. Ayak tabanlarım şiş ve derim yüzülmüş gibi hissediyorum kendimi. Merdiven sürekli dönüyor. Ses, nefes, her şey birbirine karışmış ve asla durduramıyorum babamın bağırtısını. Kulaklarım patlayacak gibi zonkluyor.
‘’ Asla yukarılara çıkamayacaksın Marla, boşuna uğraşma. Annen bile istemiyordu seni..’’
‘’ Bana bundan hiç söz etmedin baba…’’
‘’ Sen önemsiz bir hikayesin, aynı zamanda katil..’’
‘’Katil mi?..’’
Yukarılara baktım. Büyük merdiven basamakları teker teker kırılıp taş bloklar halinde üzerime geliyordu. Avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım.
‘’Hayır, hayırr, kurtarın beni..’’
Gözlerimi açtığımda sersem gibiydim. Banktan yere düşmüştüm. Belli ki rüya görürken bağırmıştım ve diğer bankta oturan bir iki kişi neyim var diye başıma toplanmıştı. Hızlıca toparlanıp oradan uzaklaştım. Kimsenin bana soru sormasını ve iradem dışında konuşmasını istemiyordum. Akıl sağlığım pek yerinde değildi. Korku ve örümceklerin beni sardığı bu içsel yuvadan başka nereye gidebilirdim. Yalnız başınaydım ve hayata tutunacak bir ışığım yoktu.
Tuhaf düşünceler içersinde bir süre daha yürüdüm. Biraz çimenlerin üzerinde oturdum. Çocuklar ne güzel oynuyorlardı. Onları seyretmek beni mutlu kılıyordu. Onları gülerken görmek dünyanın en güzel şeyiydi benim için. Kendi çocukluğum geçti gözümün önünden. Bir anda içim daraldı. İnsanın kanını donduran şeylerdi. Kustum, kustum çimenlerin üzerine bolca kustum. Galiba hasta olmuştum. Bir an önce dinlenmem ve sakinleşmem için uyumam lazımdı. Belki de kendimden kaçmak için uyumak istiyordum. Ne kadar uyursam o kadar bağışlayacaktım hayatı. Ve ne kadar uyursam uzak duracaktım belalardan.
Otel Aztec’i bulduğumda saat altıya geliyordu. Resepsiyon deskine yöneldim. Görevli beni güler yüzle karşıladı. Kaydımı yaptırdım. Görevli duvardaki asılı anahtarlardan birini elime tutuşturup’’ iyi eğlenceler Bayan Marla, yemek salonumuz koridorun sol tarafındadır’’ dedi. Yemek yiyecek durumum yoktu. Bütçem oldukça kısıtlıydı. Alelacele günlük bir gazete alıp uyumak için odaya çıktım.
O gece kâbuslar içinde uyudum. Uyandım. Her an odanın kapısı büyük bir gürültüyle kırılacak ve beni götürecekler virüsü beynimi kemiriyordu. Her an hendek derinleşiyor ve iğneler acıtıyordu ruhumu. Kendimi meşgul edecek bir şeyler bulmalıydım. Birkaç kez duşa girdim. Pencereden nehri seyrettim. Telefonumdaki şarkı listesini dinledim. Televizyon izledim ama beynimdeki çöpleri bir türlü boşaltamadım. Çaresizlik ve bir yerde durma fikri öldürüyor beni. Neredeyse gecenin bu ilerleyen saatlerinde kendimi sokaklara atıp gelişigüzel bağırmak istedim.
’’ Ne oluyor sana Marla’’ diye de seslendim kendime.’’ Sakin ol, yok bir şey, sakin ol ve uyu..’’ Saate baktım. Sabah olmak üzereydi.
Odanın içinde öyle kesik kesik dolanırken bir kenara fırlattığım gazeteyi gördüm. Koltuğun altından bir kenarı görünüyordu. Eğilip alarak yatağın üstüne oturdum. Çarçabuk seri iş ilanları olan sayfayı açtım. Kendime uygun iş ilanlarına baktım. Gözüme küçük bir ilan takıldı.
-Timsah yetiştirme çiftliğinde gece yatıya kalabilecek yardımcı bayan aranıyor. Lütfen telefon açarak randevu alınız. İstediğiniz zaman arayabilirsiniz. 111586… Don Giovetti Juan.
Numarayı hızlıca tuşladım. ‘’ Ben’’ dedim ‘’gazeteye verdiğiniz ilan üzerine aradım.’’ Karşıma çıkan ses sanki bir tipiye yakalanmış gibi cevap verdi. ‘’ Henüz sabah olmadı bayan, bu kadar acelen varsa zor durumdasın demek, size yardımcı olmak isterim. Gelin görüşelim. Lütfen adresi dikkatlice yazın…’’
Adresi avucuma yazmıştım. Nedense İsa’nın çarmıha gerilişi aklıma geldi. Bir dizi sorgulama ve işkenceler. Cep telefonumda Neil Young - Dead Man Theme şarkısını açıp uyudum.
YORUMLAR
lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik
Önceki bölümü de okudum ve şimdi hatırlattı bana Bill Kill filmini...
Kıyıcılığın isabetli bir imgesi olmuş...
Bir masumiyete kıyıldıysa, 'gerisi teferruattır' denebilir işte...
Devam dileğiyle...