ŞAİRCİKLERE ŞAİRECİKLERE BİRİNCİ DERS...
ŞİİRİMİZ KİMLİĞİNE 1980 SONRASI KAVUŞMUŞTUR...
Yavuz Nufel
Fransa’da sokaktaki insanın acılarını, sevinçlerini, aşklarını, sorunlarını anlatan şiir akımı Romantizm, 1789 devrimiyle başlar... Daha önceleri ise soyluların yaşamının anlatıldığı Klasik Akım hakimdir Fransız şiirine...
Türkiye’de Tanzimatla başlayan, Cumhuriyetle hızlanan batılılaşma hareketi sonucu bazı Türk şairler, Fransız şairlerinden büyük ölçüde etkilenirler... Kimileri yalnız yöntem ve Fransız şiirinin havasını alırken, kimileri dizeleri değiştirir, kimileri olduğu gibi aktarmakta ( İntihal) bir sakınca görmez!..
Abdülhak Hamit Victor Hugo hayranıdır...
Yahya Kemal Beyatlı Fransız Nerval’e olan hayranlığını gizlemez... eselerinde Nerval etkisi açıkça görülür....
Yahya Kemal Beyatlıya göre, Tevfik Fikret ve Mehmet Akif Ersoy, François Coppe’nin Türkiye’deki Tilmizleridir...( Öğrencileri)
Cahit Sıtkı Tarancı ise hangi Fransız şairi çevirdiyse onların dizelerini bazen olduğu gibi aldığını, bazen de küçük değişikliklerle kendi şiirine aktardığını görülür...
Apollinaire:
“Geçiyordum Seine kıyısından
Eski bir kitap koltuğumda” derken
Tarancı:
“Geçtim bir akşam Sadabat’tan
Koltuğumda Nedim Divanı...” diyor
İlginç değil mi?
Bitmedi!
Baudelaire, “içe kapanış” şiirinde:
Uslu dur ey hüznüm daha sakin ol
Akşam diyordun işte oldu akşam...
Okurken Cahit Sıtkı’nın Abbas’ını hatırlayıverdiniz değil mi!
Haydi Abbas vakit tamam
Akşam diyordun işte oldu akşam...
Necip Fazıl Kısakürek’de ise İngiliz Shakespeare ile Fransız Baudelair’i etkilerini, çevirilerinin izlerini görüyoruz.. Baudelair “Vampir”şiirinde:
Nasıl kumarbaz kumara
Nasıl şisesine sarhoş
Nasıl kurtlarına bir leş
Bağlandıysa – Lanet, sana
Ben de bağlandım o kadar, diyor...
Necip Fazıl’ın Beklenen şiirindeki dörtlüğü ise malum:
Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar...
Bu iki şiir iyi incelendiğinde farklılığın sadece sözcüklerde olduğu aşikardır...
Ahmet Muhip Dıranas:
“Hatırası Kalbe ışıklarla dökülen
En sevgiliye, en iyiye, en güzele”
diyor; pek Baudelaire ne demiş asılarca önce bir bakalım:
“Kıpırdanıp gözlerinde çiçeklendiğin
En güzele, en iyiye, en sevgiliye”
Bu kadar benzerlik sizce tesadüf mü?
Orahn Veli Kanık:
“ Dağ başındası
Derdin günün hasretlik
Akşam olmuş
Güneş batmış
İçmeyip de ne halt edeceksin?” diyor...
Ya Paul Eluard ne demiş ne yazmış:
Kapılar tutulmuş
İçerde kalmışız
Yollar kesilmiş
Karanlık bastırmış
Sevişmeyip de ne halt edeceğiz”
Nazım Hikmet, “ Etkilendiğim şair olarak Maiakovski ileri sürülüyor, eğer etkilendiğim bir şair varsa Maiakovski’den çok Paul Eluard olabilir” diyor açıkça...
İsviçre’de ve Fransa’da eskiyen özgür dize dadacılık, Fransız Kültürü ile beslenen Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rıfat’ın “Garip” kitabıyla ülkemize giriyor...
Şiiri yirmi yaşlarında bırakan Rimbaud özentisi şairlerimizin başında Ahmet Muhip Dranas, Melih Cevdet Anday, İlhan Berk ilk akla gelenler...
Daha sonrakilerinde Fransız şairlerin kitaplarını sıkça karıştırdıkları aşikar... Bunlardan Attilla İlhan’ın gözdesi ( Villon’un evrenselleştirdiği “ ballade’den”, olurken Cemal Süreyya, Apollinaire’yi ve Rimbaud’ı baştacı ettiği görülür...
Yukarıda adı geçen şairlerin onlarca şiirinde Fransız şairlerinin mısraları ya birebir alındığını ya da çok yakın benzerlikler görüldüğü bir gerçek...
ŞAİRLER GÖKTEN ZEMBİLLE İNMEZ. ŞİİR ŞAİRİN ÜRETİMİDİR... ŞAİR BİR TOPLUM İÇİNDE YAŞAR, DOLAYISIYLA ONU İÇİNDE YAŞADIĞI TOPLUMUN DEĞER YARGILARI, SOSYAL KONUMU VE BUNUN SONUCU OLAN ŞİİR AKIMLARI YÖNLENDİRİR, diyor Erdoğan Alkan...
Ben de; şair, yaşadıklarını yaşatan, hissettiklerini hissettiren; yaşadığı dönemin ve olayların canlı tanığıdır diyorum...
O halde sorarım size yukarıda adı geçen şairler, fransız toplumu ile 16. yy da ya da 17 yy da birlikte mi yaşamışlardır, aynı değer yargılarına mı sahiptirler... Sonuç olarak; Tanzimattan 1980 lerin ikinci yarısına kadar şiirimiz, batı adıyla, arkadan, gecikmeli olarak topal adımlarla hep Fransız şiirini izlemiştir...
Genel anlamda Batı tarzında özgün Türk şiiri kimliğine ancak 1980’lerin ikinci yarısından sonra kavuşmuştur, demek yanlış olmaz!
Not: Kaynak olarak Erdoğan Alkan’ın şiir sanatı kitabına bakabilirsiniz
YORUMLAR
Bir daha şiir yazmayı denemeyeceğim.Yeteneğim olsaydı,şöyle derdim:Okuduklarından etkilenmeyen var mı?Türdeş duygular yaşamak bence çok normal.Nazım'ı da,Orhan Veli'yi de başkasına benzetemem.Bizi bize anlatırken,öylesine içselleştirdiğimiz sanatçılarımızı,aydınlarımızı,yine "bize" yabancılaştırmaya çalışmak neden?Saygı ve selamlar...
Yazınızın içeriği güzel. Verdiğiniz bilgilerde doğru olmakla birlikte Türk şiiri hâlâ bir arayış içerisindedir. Bu arayıştan henüz kurtulamamıştır.
Yazınızdan dolayı sizi kutluyorum ama yazınınız başlığının biraz gerek bu sitede gerekse başka sitelerde yazan şair adayları için "alaycı" olduğunu düşünüyorum. Başlığı daha hoş seçebilirdiniz.
özgünlüğün postmodernizm olduğunu söylüyorsunuz bir bakıma, çünkü 80 sonrası da türk şairlerin çoğu yabancı şairlerden beslenmişlerdir, daha öncekilere nazaran daha fazla kaynaktan beslendikleri için somut bir özenti görülmeyebilir, ama yazınıza genelde katılıyorum...
hatta belki sadece benim bildiğim bir noktadaha var onu da ekleyeyim; oktay rifat horozcu gerçeküstü bir şiirinde;
"Burası dalyan kahvesi
Ortalık süt mavisi
Apostol bu ne biçim meyhane
Tabağımda bir bulut
Kadehimde gökyüzü"
demiş..
çok sevdiğim sürrealist bir ressam rene magritte yaptığı bir tablo var, bir büyük kadeh ve kadehin içinde bir bulut, arka plan mavi; link şurada:
http://images.easyart.com/i/prints/rw/lg/3/3/Rene-Magritte-Corde-sensible--1960-33075.jpg