"GİTMELİ.....!"
Cudi’nin gelinlik giydiği bir gece karanlığında en tatlısını yaşarken hüzün makamında ezgiler çınlar kulaklarımda "Yarınlara Dair..." Kendime benzettiğim yıldızlara bakıp kalp atışımı sayarım, o vakitlerde bir Botan akşamında.. Yokluğuna yaktığım ateşlerle, ısıtmak için umutlarımı, su-sarak çektiğim özlemlerine gözlerinin…
Sokaklarına sinmiş yakıcı bir biber gazı, diğer yandan kulakları sağır eden ses bombası, Her çeşit silah sesleri havai fişekler, molotof kokteyl kokusu, toma ve akrepten siren sesleri, yüreği büyük, parmakları büyümeden, kahpe kurşunlarla öldürülen çocuk(larımız) ve sen sevgili.... yani kaos, çelişki, paradoks ve özgürlük....
Bir beni bir de yalnızlığımı düşündüğümde kendimi hür bilirim.O tatlı yalnızlıkta dilime dökülen kelimeler daha bir koyulaştırır karanlığı bu esmer gecelerinde Şehr-i Nuh’un...
Ya yalnızlık sigara külü kadar yalnızlık ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi...Ve yalnızlık sigara külü kadar yalnızlık, değerini bilemedikleri sevdaları, değerini bilemedikleri dizeleri hatırladıkça göz yaşlarım eşlik eder sancılarıma, gözlerimde inmeyi bekleyen damla vuslatına erer, özlemle, aşkla umutla..
Gönlümün penceresini kapatırken yağmurların sesiyle uyanırım ellerini uzatmış beni bekliyor Bir yanım Cudi, bir yanım, Gabar, diğer yanım tüm güzelliği ile Namaz dağları... Ortasında ise gittikçe büyüyen bir volkan ateşi, bir yalnızlık, bir kahredici sessizlik ve isyan, yüreğin yangınlarda köz köz küllendiği bu demde, yürek yangınına özlemindir sebep sevgili...
Caddelerinde bu şehrin, kimliğini arayan bir suçlu gibi yağmura sarıldığım o hazin dakikalardan sonra yüreğimdeki güvercinleri uçururum, gözlerimde başlayan dinmez bir ilahi, baktıkça çürüten bir hercai gibi sarıyor harami yanımı, Şehr-i Botan’da...
Islak, yalnız ve ürkek kaldırımlar oldum olası hep soğuk gelir bana bu ketum şehirde...Asfaltların zift kokusuna yankılanır hüzünlerim..Ellerim cebimde, dudağımda bir ezgi, beni sırılsıklam bir Hazal’a çeviren yağmurla çıkmaz sokakların hepsini dolaştım" bir bir" Şehr_i Nuh’un ve sen yoktun..! Kimsesizliğin ve yetimliğimin izlerini sürüyordum her bir kaldırım taşına her bir sokak başına, kimliğini arayan bir suçlu kimi yalnızlığıma yoldaş arıyordum şehri Mezopotamya da…
Fırat, Dicle, Hizil ve Munzur nehrinde yıkanır tüm günahlarım, kendi yalnızlığında boğulmamak adına arayışlarıma ses olur ötelerden gözlerinin gülüşleri, hayallerime, dirilir tenim canlanır ruhum sensizliğin betimlendiği bu demlerde…
Ahh sevgili,Dudağımda yeni bir şarkının hengamesinde bir başka sabaha kavuşurken yalnızlığım devrim yapıyordu bilinmezliğe, ahh özgürlük...
Gitmeli...
Bu kentin ötesi yok
Bu yaşantının da
Bu günlerinde
Gitmeli bu kentten
Gitmeli bu diyardan
Kaçmalı bu paradokslardan
Çıkmalı bu günlerden
Tez elden kurmalı yeni bir yaşamı
Yeni bir diyarda,
yeni bir mekanda
Yeni bir doğayla
Aynı düş güzelliğinde…
Ve belki de yeni bir elveda’ıyla
Acının, nefretin tadındadır yaşam
Bir yüreğin burukluğundadır
ve mısralar buram buram hüzündür
Dilin ucunda öfke, umut’sa yarınsızdır.
Dün, bugün, ötesi ve dünün ötesindeki yarın
Koskoca bir kentin nefretini yaşadım bugün
Her kaldırım taşı
Her çay bahçesi
Her telefon kulübesi
Her biber gazı
Her siren sesi
Akrep, molotof, içimde açılan hendekler,
Kapatılan yüreğimin aşk kokan kepenkleri
Anlaşılmaz bir korku psıkolojisi
ve içimde öldürülen çocuklarım...
ve onlarla ölen şair.....
Ve her neyse..
Bir kendime yanarım
Bir sevdama
Bir de o güzelim düşlerin tazeliğine
Yaşamın o acı yüzünü
Beynin bir köşesindeki
Saklı hançeri hissetim.
Meğer ne zormuş
Bir düşün
Bir yarının
Bir yaşamın üstünü çizebilmek
Ne zormuş katran gecelerin ihanetine
acıyı yudumlamak ne zormuş…
Dündar Sansur…
www.dundarsansur.com
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.