- 2666 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Karanlığın içinde yanıp, sönen binlerce yıldız gibi defalarca yolunu kaybetmiş, en nihayetinde kendi karanlığında yaşamaya alışmıştı.
Kapı önünde durdu, güneş batmak üzereydi. Ötelerde gölgeleri yutan boşluğa çevirdi başını. Uzun uzun baktı. Diğer geceler gibi savaş, aşk, ayrılık, kızıl kan kokulu bir geceydi başlayan. Bilindik bir dünyaydı yaşanan. İçindeki hüzün, sessiz çığlıklar kadar tiz ve keskindi. İçten içe yürüyüşleri onu kayıp kentlere sürüklüyor, onu suçlayan, sorgulayan ayak sesleri peşini bırakmıyordu. Bilinmezliklerle dolu bir dünyada, yol boyu yeni yeni korkular türetiyor, yeni yeni umutlar yeşertiyordu. Kalabalık şehirlerde çoğul yalnızlıklar, boş sokaklarda yankılanıp sahibine dönen sesler gördü. Yüreğinde bir şeyler eskimiş, büyümüş kocaman olmuştu ellerindeki lekeler. Gidişlerdeki boşluğu, vazgeçişlerdeki kaybolmuşluğu tekrar tekrar yaşayıp durdu. Hayatın kuytu sokaklarında dolaşmaktan yorgundu. Usulca kapıyı açtı, evine girdi.
Güneş ufukta çoktan batmış, karanlık ufku kuşatmıştı. İçinde sebebini çözemediği bir huzursuzluk vardı. Derin bir soluk aldı. Oturduğu koltuktan kalktı, ışığı yaktı. Karanlığın içinde hüznünü paylaşacak hiç kimsesi kalmamış bomboş sokağa baktı. Göz göz evlerin perdelerinden sızan ışık demetleri duvarda asılı resme hapsolmuş mahcup bir gülüşü aydınlattı. Heybetli bir heykeli andıran karşı dağın gölgesi düştü karanlık odaya. Çocukluğundan beri dorukları bulutlara değen, her şeye tepeden bakan, yalnızlığıyla mutlu sandığı, küçümseyerek baktığı dağ her akşam gözlerini üstüne dikip, acıyarak bakıyordu sanki ona. Dağın yüzlerce yıllık yalnızlığını yüreğinde hissettiği için mi, artık yalnız kaldığının farkına vardığı için mi böyle hissediyordu bilemedi. İçinde yaralı bir kuş kanat çırpıyor, çırpındıkça kanatları görünmez bir boşluğun duvarlarına çarpıyor, yüreği bu nafile çabayı uzaktan izlemekten yorgun düşüyordu.
Gözlerini ne zaman kapatsa hatıralar gözünün önünde bir sinema perdesi kuruyor, tüm geçmiş anıları yeniden yaşamaya zorluyordu onu. Çocukluk anıları, gençlik hayallerinin elinden tutup dikiliveriyordu karşısına. Yaşama ihtimali varken yaşayamadıkları, yol ayrımlarında seçmediği yollar, ödenmeyecek bir hesabın sorgusuna duruyordu tüm yaşanmamışlıklar. Unutmaktan korktuğu günler geldi aklına. Oysaki ne beyhude bir çaba, ne gereksiz bir korkuydu bu. Hatıralar ve hatırladıklarıyla yaşamaya terk edilmiş, kısacık bir trajediyi oynamak için geldiği şu koskoca dünyada yapayalnız kalmış gibiydi. Karanlığın içinde yanıp, sönen binlerce yıldız gibi defalarca yolunu kaybetmiş, en nihayetinde kendi karanlığında yaşamaya alışmıştı.
Unutulmayan anların zamana karşı direnen gölgesine sığınmaktan yorgun düşen gözleri karanlığın içinde, pencere kenarında küçücük bir işaret aradı. Göğe kaldırdı başını. Ay ışığının suya düştüğü, denizin yakamozlandığı o anı hayal etti. Yan yana ama yapayalnız yıldızları, cümle kavuşamayanların hikayesini hatırladı. Her günü geceye devrilen hayat yolunda hep kavuşmayı hayal edip erken doğan güneşi, geceden kalan aya göz kırparken yakaladı bir an. Annesinin sözleri geldi aklına.
-Yalnız evler gecelerden daha karanlıktır...
Dağların ötesinde başka bir dünya var sanıyordu çocukken. Oysaki tüm şehirler, dünyanın herhangi bir kenti aynı yalnızlığı içeriyordu. Hep gitmelerin peşine düşmüştü gençken. Döne döne aynı noktaya varacağını bilmeden bırakıp gitmişti köklerini. Türlü düşüncelerle, başka başka insanlarla aynı boş sokakları adımlamıştı. Köşe başında durup özlemle geriye bakmış, geçmişle nefeslenmiş, biraz ileride her şeyin daha aydınlık olacağını hayal etmişti... Oysaki tüm kat edilen mesafeler aynı yoklukla kucaklıyor, aynı boşluğa savuruyordu insanı.
1 Şubat 2015 - Zeynep Özmen
YORUMLAR
son şiirimi yazarken bu güzel yazıyı okudum ve şiirle bütünleşen içtenliği fark ettim ve izninizle buraya şiirimi bıraktım,dilerim yanlış anlamazsınız.
saygılarımla
Yaşamın kıyısında
‘’dalından düşen kuru bir yaprak gibi,
savrulmakta bedenler yaşamın kıyısına.
yalan olunca sevgiler,
yarım kalınca aşklar,
gelmeyince yarınlar…
kayıp giden ben miydim hayatın akışında,
hayat mıydı kayıp giden avuçlarımın arasından.’’
yaşamak mıydı adı?
anlamsız bir hayatın çarklarında yoğrulmak.
yaşamak mıydı adı?
aşka esir duygularla özgürce nefes almak.
görüntüye yansıyan şekli bozuk kareler,
kör,
sağır,
ruhsuz bir bedenin isyankar çığlıklarıydı.
yorgun düşmüştü gönül inişi olmayan çıkışlarda.
bitmeliydi artık bu anlamsız yolculuk.
tükenmiş umutların ağırlığı altında ezilmek,
parçalara ayrılmak,
savrulmak istiyordu gök kubbenin her yanına.
unutmak,
imkânsızı başarmak gibiydi.
unutmak,
yakalamak gibiydi doyumsuz hazzı.
unutmak,
sonsuzluk aleminin kapılarını açmaktı.
seyrederken gece karanlığında gökyüzünü,
görür gibiydi semada yüreğindeki resmi.
hissetti yeniden ruhunu saran aşkı,
koptu yuvasından birkaç damla gözyaşı,
süzüldü gitti suya düşen yapraklar gibi düşler denizine.
derin bir hüzün dalgası gözlerinde,
titredi üşür gibi.
belli belirsiz bir kaç kelime kurumuş dudaklarında;
‘’dar gelir bana sensiz bir dünya.’’
dalından düşüyordu bir yaprak,
veda bile etmeden.
Mehmet Macit
31.01.2015
İzmir