- 548 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Kaybetmişliğin Resmi
Sürekliliğini yitirmiş renklerin karmaşık labirentlerini anlatacağım şimdi size. Yana yakıla paçasına yapıştığım resmetmek olayının esas beni çeken tarafını. Bu, o kadar da basit bir uğraş değil. Hele ki hayatımı bu denli işgal eden bir olguysa.
Kafam hep karışıktır resme başlamadan evvel. Tonları dengeleyememekten; resmi kendi içinde karanlıklara boğmaktan; her rengin barınabileceği, karmaşık bir tablo ortaya çıkarmaktan ya da sıradanlıktan; daha önce yapılmış olmasından düşlediğim imgelerin; ve en önemlisi yapacağım resimle aramda bir tezatlık oluşturmaktan çok korkarım. Ters düşmek istemem anlatmak istediklerimle, renklerle, çizgilerle.. Bunun için en iyi yöntem, kendimi dış algılara kapatmamdır. Kendimle başbaşa kalıp, olacaklardan sadece kendimi sorumlu tutmam gerekir. Ki resim sonlandığında özür dilememek için renklerden, bu başlı başına gerekli bir nedendir.
Kendimi dinlememin en basit ve etkili yolu müzik dinlemektir. O, benden çok çeken beyaz kulaklığım ve mp3’üm olmadan, katiyen resmin ana temasını belirleyemem. Kulağımda mırıldanırken Il Dıvo’nun Isabel’i, başlarım renklerin arasında sürüklenmeye. bir yandan düş dünyama dalmaktan hoşnut kendimden geçerim, diğer yandan benimle usul usul konuşmaya başlayan tabloma pür dikkat sarılırım. Ardından, o tonu buraya aktarmalar, insan silüeti çıkacaksa ortaya, onun kim olacağını düşünmeler, kendi kendime beynimi yemeler, elimin yüzümün sanat ve renk olmaları başlar. O an kesinkes kendimdeyimdir. Bunu sakın kendinden tamamen geçiş olarak algılamayın. Doğru, yine de bir benlikten sıyrılıp, sanatın derinliklerine ulaşma söz konusudur fakat ruhumun derinlerinden çıkan her ton, tabloya ulaşana, hatta oraya yerleşip artık orada barınmaya başlayana dek, yine benimdir. Hatta ve hatta sonsuza değin oradaki renkler benim nüfusum altındadır.
Kulağımdaki şarkıyı mırıldanmaya vakit bulamam. Bir bakmışım ki, artık duyduğum tek ses, fırçamın sesi oluvermiş: Tablonun bir o köşesinden, bir bu köşesine itinayla gezdirdiğim, o fırçamın yankısı. Suskunluğum bakidir. Koyu bir maviden çıkıp, kan kırmızısına bulanmış, zamanında her rengin tadını içine sindirmiş meşhur bir fırçam var. Hatta zamanla kendi pürüzsüz beyazlığından sıyrılıp, garip mantar renklerine bulandı. Onu ne kadar renkle oyalarsam oyalayayım, o yine döner dolaşır o mantar renklerine bürünür. O, benim onu hor kullanışıma alışmıştır, bende onun aslında nefret derecesinde sevmediğim sebzeyle bütünlenişine.
Her neyse.. Güzel bir akış yakalamışsam resmimde, onu sonlandırana dek kalkmam başından. İnce eler sık dokurum, özenle yaptığım bir anlama sahipse, bitirebilmem saatlerimi alır. Uzun uzadıya oyalanırım yeşillerle, mavilerle.. Paletime değmeyen ne gece siyahı kalır, ne brokoli yeşili, ne dalga mavisi, ne yağmur eflatunu, ne beniz sarısı, ne tırnak pembesi, ne de düş grisi.. Daha niceleri gelip yerleşir paletin göbeğine ve gittikçe sıkışmaya, kendilerine yer bulamamaya başlarlar. İşte o vakit karışım vakti gelmiş demektir. Zaten birçoğu daha önceden, başka tablolarda tanışmışlardır. Bazılarının yolu bazı tonlara düşmemiş olabilir. Zamanla hepsinin birbiriyle kesişen bir imgesi vardır ve dengelenirler. Beni unuturlar o vakit, bir kenarda onların gizli gizli kaynaştıklarını izlerim. İçerlemem bu duruma. Ne de olsa hepsinin kurtarıcıları da, bağdaştırıcıları da benimdir.
Derken, sonlanır resim. İri bütün sesler yankılanır nesnelerden, kendilerini göstermenin hevesiyle can atar, birbirleriyle yarışırlar adeta. Bense onlara sakinliği ve taşıdıkları renklerin ağırlığını anlatmaya çalışırım bakışlarımla. Her ton anlar. Ve saygıyla temelli yerleşirler tabloya. Artık tuval onların biricik yuvalarıdır.
Gözümün önünde dalga dalga seramoniler yükselir, alçalır. Susar, dinler, analiz eder, şöyle bir toparlanır ve üzerinde çalıştığım resmin bitişinden muzdarip, bir boşluğa düşerim. Sanki yıllar boyu sürse, gıkımı çıkartmadan devam edebilecekmişim hissi doğar içime. Sakinliğimi koruyamam öyle anlarda. Derinlemesine tekrar gözden geçiririm fakat yapabileceğim her şeyi denemişimdir. Artık bittiğini kabul etme vakti gelmiştir. O anda tezahür eden içimdeki boşluğu hissedebilseniz, sanarsınız dünyadaki bütün boya tüpleri boşalmış, artık resim yapabilmeme imkan yok! Genişten bir huzur dolarken içime, resmin bağımsızlığını ilan etmesine salık veririm. Böylece sonu yaşarım.
Renkler tuvalde kurumaya başlarken kulağımdaki müzik susar ve ben bilirim ki dünyaya katlanabilmem için bu başlangıç ve bitişi doya doya yaşamam gerek.
Ocak//2015
Filiz Karaca