- 852 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
SENDE BU EVLÂT ACISI BENDE BU KUYRUK ACISI OLDUKÇA
Havaların kurak gittiği yaz mevsiminde köylü tarlasında işiyle gücüyle uğraşırken yakınında pek de anlam veremediği “tıs, tııs, tıııs” sesleri duyar. Varır bakar ki bir yılan mecalsiz şekilde yatıyor. Köylü anlar ki, yılan içicek su bulamadığı için “tıs, tııs, tıııs” sesleri çıkarmaktadır. Gider tas ile su getirir, toprağı kazarak tası çukura oturtur yılan suyu içtikten sonra kendine gelir. Otların arasından sürünerek gider bir müddet sonra ağzında bir altınla yılan çıkar gelir. Altını tasın içine bırakır. Köylü bu işe hem şaşırır hem sevinir.
Bir gün beş gün derken köylü, ziyadesi ile dünyalığını biriktirip yükünü tutar. Bir ayağı çukurda olduğu için gün gelir hacca gitmeye karar verir. Meseleyi oğluna anlatır, oğul duyduklarına önce inanamaz. Ama babasının dediklerini uygulayıp yılana su verip yılanın getirdiği altını görünce keyfi yerine gelir.
Malûm; eskiden hac yolculuğu, bedevi eşkiyalara karşı güvenlik gerekçesiyle "Surre Alayları" ile gidilen, padişahın aynî ve nakdî yardımlarını kutsal topraklara götüren toplu bir yolculuktu. Surre kese anlamına gelen bir kelime olup, İstanbuldan tören yapılarak uğurlanan sürre alayının götürdüğü yardımlar. Osmanlı Devletinin hac farizasını yerine getirenlerin ve yerli halkının ihtiyaçlarına yönelik “insani yardım” olarak telakki edilmesi gereken ivazsız(karşılıksız) merhamet gereği yapılan yardımlardı.
Süveyş Kanalının açılmasından ve Hicaz Demiryolunun yapılmasından önce İstanbul’dan sürre alaylarıyla hacca gidip gelmek ortalama 8 aylık bir zamanda gerçekleşebiliyordu.
Güvenlik gerekçesiyle olmalı ki; Ziya Paşanın beyitinde belirttiği:
Seyretti havâ üzre denir taht-ı Süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde
durumu ile karşılaşmamak için olmalı ki hiçbir Selçuklu Sultanı ve hiçbir Osmanlı Padişahı şeyhülislamların verdiği fetva gereğince hacca gitmemiştir.
Köylü hac farizasını yapadursun delikanlı bir müddet sonra yılana su götürüp eve altın getirmekten usanır. Aklına bir kurnazlık gelir. Yılanı takip edip definenin olduğu yeri tespit ettikten sonra yılanı öldürüp altınların hepsini almak ister.
Yılanın otlar arasından kayarak geniş bir mağaranın içine girdiğini gören genç, çil çil altınların yanına kıvrılan yılanı öldürmek için elindeki kılıcı olanca hızıyla savurur, yılan ani bir hareketle başını kurtarır ama kuyruğu kopmuştur. Can havliyle genci sokar ve genç bir müddet sonra kıvrana kıvrana ölür. Yılan artık kuyruksuz bir yılandır. Kuyruk ki göründüğünden çok daha önemli bir uzuvdur canlılar için, kuşlar için bir fren, av peşinde hız sınırı tanımaksızın koşan hayvanlar için gövdeyi dengede tutan bir düzenektir. Yılan için de son derece önemli bir uzuvdur kuyruk.
Köylü aylar sonra hacdan döner. Olanları öğrenince oğlunu kusurlu bulur. İşi gereği tarlaya gittiğinde olası her yerde yılanı arayarak bulur. Bakar ki yılanın kuyruğu kopmuştur. Yılana:
Kusura kalma, oğlum oldum olası sabırsız ve acelesi olan bir tecrubesiz bir gençti. Olan olmuş artık, olana çare bulunmaz. Olanları unutalım, suçun kusurun oğlumda olduğunu kabul ediyorum. Yine eskisi gibi su ve altın değişimi yapmaya devam edelim. Ben bundan böyle su ile birlikte sana süt getireceğime de söz veriyorum. Dostluk köprüsünü yeniden kuralım der.
Yılan insan oğluna olan güvenini bir kere kayıp etmiş olmanın verdiği üzüntü ile:
-Tatlı dil yılanı deliğinden çıkartır deyip de hayatıma kast eden insanoğlu değil misiniz? Bir kere, sende bu evlâd acısı bende de bu kuyruk acısı oldukça biz dost olamayız. Boş yere dil dökme bana der.