- 1018 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Rıfat Ilgaz'ın Şiir Dünyası
RIFAT ILGAZ’IN ŞİİR ANLAYIŞI
(Bu yazı, 16 Ocak 2015’te 8. Çukurova Kitap Fuarı’nda Çınar Yayınlarınca gerçekleştirilen “Rıfat Ilgaz’ın Şiir Dünyası” adlı söyleşi programındaki konuşmamdan oluşmaktadır.)
Değerli İzleyiciler, “Rıfat Ilgaz’ın Şiir Dünyası”na Hoş geldiniz.
Her sanat dalında olduğu gibi, edebiyatta da olmazsa olmazlardan biri, her şair ve yazarın kendi çağının tanığı ve aynası olduğu gerçeğidir. Rıfat Ilgaz’ın şiir dünyasını ve sınırlarını belirlerken de bu noktadan hareket edersek onu daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum.
Rıfat Ilgaz 1911’de Karadeniz’in şirin bir köşesinde Kastamonu’nun Cide ilçesinde doğmuştur. O, bir yaşındayken ülke Birinci Balkan Savaşı’nı, iki yaşındayken de İkinci Balkan Savaşı’nı yaşayacaktır. Bu yıllarda, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış süreci yaşanmakta, Osmanlı İmparatorluğu girdiği her savaştan yenik ayrılmaktadır. Divan Edebiyatı, devlet ekonomisi gibi iflas etmiş, Türk aydınlar ve sanatçılar edebiyat alanında 600 yıllık Divan Edebiyatı saltanatına karşı halkla bütünleşmek gerektiğini ve halk edebiyat geleneğinin, halk dilinin edebiyat ortamında canlandırılması gerektiğini düşünmeye başlamıştır. Bu düşüncenin babası Mehmet Emin Yurdakul’dur. Ne var ki, Türk aydınlarının o dönemlerdeki bu çabaları bilinçsizdir. Yüzyıllar boyunca halkının içinde yer alamayan Türk aydını, halkın içinde olmak gerektiğini kavramış olmasına rağmen halkını ve halkın edebiyatını iyi bilmemektedir. Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerini incelediğimizde bu gerçek ortaya çıkar. Örneğin Halk şiirinde mani tipi şiirlerde halkımız 7’li, semai tipi şiirlerde 8’li ve koşma tipi şiirlerde de 11’li hece ölçüsü kalıplarını tercih eder. Oysa Mehmet Emin Yurdakul halk edebiyatında hiç kullanılmamış olan 13’lü, 14’lü, 16’lı hece ölçüsü kalıplarını kullanır. Milli Edebiyat dönemindeyse bu topluluğun önderlerinden sayılan Ziya Gökalp’in şiir bile diyemeyeceğimiz tekerleme tarzı manzumelerini yalın bir dille oluşturur. Kısacası dilinin sadeliği ve sırf hece ölçüsüyle oluşturulmuş olmaları yönünden bu edebiyat ürünleri halka yakın olsa da bunların sanatsal değeri son derece zayıftır.
İşte halka yakınlaşmanın başlangıcı olan bu kıpırdanışlar, Balkan Savaşları’nın patlak vermesinden sonra Divan Edebiyatının geleneksel ağır dilini ve aruz ölçüsünü kullanan Fecr-i Aticileri de halkçı edebiyat cephesi diyebileceğimiz Milli Edebiyat saflarına çekmiş, böylece güçlü bir halkçı edebiyat ortamı doğmuştur. Halkla aydınların kaynaşma ve barışma dönemi diyebileceğimiz bu dönem, Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar sürecektir.
Cumhuriyet 1923’te kurulduğunda Rıfat Ilgaz 12 yaşındadır. Milli Edebiyatın şiirdeki devamı olan Beş Hececilerin saltanatı başlamıştır. Bu şairler, iyi bir Divan Edebiyatı eğitimi alarak yetişmiş olmalarına rağmen Ziya Gökalp’in düşüncelerinden etkilenerek Hece ölçüsüne yönelmiş ve sade bir dille şiirler yazmaya başlamıştır. Halkı tanımayan bu beş şair, toplumsallıktan uzak bireysel duyarlılıklarını anlatmaya devam etmiş, arada bir hiç bilmedikleri Anadolu halkının yoksulluğunu anlatan şiirler yazmışlardır. Bir tek Faruk Nafiz Çamlıbel Kayseri Lisesi’nde öğretmenlik yapmak amacıyla gezdiği Anadolu’yu gözlemleyerek Han Duvarları adlı uzun ve başarılı lirik şiirini oluşturup büyük bir ün sağlayacaktır.
Rıfat Ilgaz’ın ilk şiirleri incelendiğinde bunlarda görülen Faruk Nafiz Çamlıbel etkilerini de buraya bağlayabiliriz.
Rıfat Ilgaz ilk şiiri olan ”Sevgilimiin Mezarında” 15 yaşındayken 1926’da Kastamonu’da bir yerel dergide yayınlanır. 1928’de Faruk Nafiz Çamlıbel, Rıfat Ilgaz’ın aynı dergide yayınlanmış “Sazını Çalana” adlı şiirini görüp beğenir ve Rıfat Ilgaz’ı tebrik eder. Rıfat Ilgaz’ın şiirinde ilk ilhamlarını bu kaynaktan aldığı söylenebilir. Her şairin, şiire başlarken kendi çağındaki ustalardan etkilenmesi doğaldır.
Sazını Çalana*
Ey zulmete sazıyla haykırıp duran aşık,
Yıldızsız ufuklara, sönük mehtaba yalvar!
Ey mızrabı sazına durmadan vuran aşık
Senin de mi kalbinde sonsuz bir elemin var?
Kim bilir, yarattığın nağmeyi kim dinliyor,
Bu feryatla ağlıyor kim bilir… Hangi kadın?
Hangi aşık kalbini bastırarak inliyor,
Vur mızrabı… Kalpleri ağlatmaksa maksadın!..
İncecik parmakların telleri inletirken,
Ufuklara dökülsün acıları kalbinin.
Bu sadalar ruhları kanatsın olup diken,
Çıksın sonsuz göklere yarattığın bir enin!..
İlahidir sazından, yükselen her bir perde,
Bu hülya dolu sesler, bütün kalpleri sular
Yıldızlar titreşiyor bu nağmeyle göklerde,
Çağlıyor kalbin gibi şimdi ırmaklar, sular...
Ey yaralı kalplere bin bir teselli katan,
Karanlığa bakarak inle, durmadan inle!
Ey sazıyla ağlayan, ey sazıyla ağlatan,
Zulmetleri parçala coşkun nağmelerinle!
Gecelerin ruhu da inlesin, vur mızrabı,
Kalbinden, ızdırabın ördüğü ağ sökülsün.
Aksın hasta ruhlara nağmelerin şarabı,
Vur mızrabı, ağlayan kalpler bir parça gülsün.
Rıfat Ilgaz’ın acemilik yıllarında yazdığı şiirler bir bütün olarak incelendiğinde şunları görmekteyiz:
Rıfat Ilgaz 1911 doğumlu olduğuna göre onunla aynı kuşaktan sayılabilecek olan ve doğum tarihleri 1901’le 1916 arasında değişen Ahmet Kutsi Tecer (1901), Necip Fazıl (1904), Sabahattin Ali (1907), Behçet Kemal Çağlar (1908), Ziya Osman Saba (1910), Cahit Sıtkı Tarancı (1910), Bedri Rahmi Eyuboğlu (1913), Oktay Rıfat (1914), Orhan Veli (1914), Melih Cevdet Anday (1915), Behcet Necatigil (1916) gibi ünlü şairlerimiz vardır. Demek ki yaş bakımından Rıfat Ilgaz’la hemen hemen aynı yıllarda ilk şiirlerini yayınlayan, bu şairlerimizdir.
Bu şairlerimizin ilk şiirlerine baktığımızda o yılların bir modası gibi halk edebiyatı geleneğinden yararlanarak hece ölçüsüyle ve sade bir dille ilk şiirler yazdıklarını görürüz. Bu eğilimin ana na kaynağı Milli Edebiyat hareketidir. Milli Edebiyatın şiirdeki uzantısı sayılan ve Divan Edebiyatı zevkiyle yetişip sonradan halkçı anlayışı benimsemiş olan Beş hececiler, Rıfat Ilgaz’ın şiire başladığı yıllarda ağırlığını şiirde hala hissettirmektedir. Bu anlayış, Cumhuriyet döneminin ilk 20-30 yılında bir moda halinde şairler arasında yaygındır. “Yenilik, yenilik” teziyle ortaya çıkıp Beş Hececilerden pek farklı bir şiir ortaya koyamayan Yedi Meşaleciler de bu hececi eğilimin sürmesinde etkili olmuştur.
Rıfat Ilgaz’ın ilk şiir Kitabı olan “Yarenlik”e girmeyen ve 1927-1941 yılları arasındaki şiirleri daha çok bu etkilerle oluşmuştur.
“Rıfat ılgaz’ın ilk şiiri “Sevgilimin Mezarında” adını taşır ve bu şiir, bir iddiaya göre 1926, bir başka iddiaya göre de 1927’de yayınlanmıştır. “Bedbaht bir aşığın defterinden” notuyla yayınlanan bu şiir, bireysel bir konuyu işler ve biraz da döneminin şiir havasına uygun olarak hece ölçüsüyle yazılmıştır. Hatta şiirin söylemi de genel havası da Faruk Nafiz Çamlıbel kokuları taşımaktadır.
Ama ne ilginçtir ki şairimiz bu dönemin şiirlerinde halk edebiyatının hece ölçüsünden ve nazım birimi dörtlüklerden yararlanırken genellikle halk edebiyatında hiç kullanılmayan 9, 12, 13 ve 14’lü hece kalıplarından yararlanır. Oysa halkımız, kendi şiirini oluştururken manileri 7’li, Semaileri 8’li ve koşmaları 11’li hece ölçüsüyle oluşturur. Rıfat Ilgaz’ın 1940’lara doğru tıpkı Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı gibi şairlerde görebileceğimiz gibi şiirinin kaynaklarına batı şiirini dahil ettiğini görürüz. Artık bazı şiirlerinde dörtlükler, üçlükler ve beşlik bentler iç içedir.
İçerik bakımında aynı şiirler incelendiğinde bunlarda bireysel duyarlılıkların ağır bastığı görülür. Şairin bu dönemde asıl sesini bulmadığını fakat asıl sesini bulma arayışına çıktığını gözlemlediğimizi söyleyebiliriz.
Bu arayışına “Eriyiş”adlı şiiri, Bütün Şiirleri adlı kitaptaki dizilişten hareketle, ilk örnek sayılabilir. Bu şiirinde Rıfat Ilgaz’ın üçlük bentlerle ve kendine özgü değişik uyak örgüleri yaratarak kendine özgü bir yol çizmek ister gibidir. Bu şiirinde Yedi Meşalecilerin ve Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı gibi saf şiircilerin Batı şiirinden ve özellikle Fransız şiirinden etkilenerek oluşturdukları şiirlere biçim yönünden özendiği sezilir.
Çocuk şiir kitabı niteliğindeki “Çocuk Bahçesi”ni saymazsak toplam on bir şiir kitabı yazan şairimizin, hiçbir kitabına dahil etmediği bu şiirler bireysel duyarlılıkla örülmüş ve sanatsal değeri yüksek olmayan, onun toplumcu yanına benzemeyen ilk şiirlerdir. Şairimiz, bunlarla ilgili düşüncelerini şöyle özetler: “Bunları ne zaman derlemeye kalksam onlarda bir yapmacık taraf, bizden olmayan bir tarafın mevcut olduğunu hissediyorum.” (Rıfat Ilgaz-Asım Bezirci, Çınar Yayınları, 1989, İstanbul, s. 58-59)
RIFAT ILGAZ’IN İLK ŞİİR KİTABI “YARENLİK” ÜZERİNE
Değerli İzleyiciler, Değerli Edebiyat Dostları,
Rıfat Ilgaz’ın ilk şiir kitabı 1943’te basılan “YARENLİK”tir. Kısa sürede ilk baskısı tükenen ve büyük ilgi gören bu yapıt, Rıfat Ilgaz’ın toplumcu edebiyata attığı ilk adım sayılabilir. Bu kitapta halktan kişilerin ve basit insanların yaşamlarından kesitler sunulur. İşbaşında sakatlanan işçiler, tatlı hayallerle avunan çöpçüler, hastane köşelerinde bakımsızlıktan ölen yoksullar, vitrinleri gıpta ederek seyreden yoksullar Yarenlik’teki şiirlerin konusudur. Bu kitaptaki kimi şiirlerinde Garip akımının ve özellikle Orhan Veli şiirinin benzerlikleri ağır basar. Örneğin “Baba” adlı şiirindeki şu bölüm, bize Orhan Veli’nin “Kitabe-i Seng-i Mezar” şiirini çağrıştırır:
“……
Sessiz sedasız göçtün aramızdan
Ne ölümün geçti gazeteye
Ne dokuz göbek soyun.”
Orhan Veli’nin :
“Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duyarlarsa olduğunu alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
III
Tüfeğini depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir rüzgar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigar.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yaz işiyle:
´Ölüm Allah´ın emri,
´Ayrılık olmasaydı.´”
Şiirine ne kadar benziyor değil mi?
“SINIF” ŞİİR KİTABI (1944)
“Sınıf” şiir kitabının yayınlandığı ve İkinci Dünya Savaşı’nın insanlık katliamına dönüştüğü 1944’te Türkiye bu savaşın dışında kalmakla birlikte aydınlar, devletin yoğun baskısı altında bulunmakta, halkın yediği ekmeğin karneye bağlandığı bir dönem yaşanmaktadır. Kitap yayınlanır yayınlanmaz yasaklanır ve bilirkişi raporu “Bu kitapta suç unsuru yoktur.” demesine rağmen Rıfat Ilgaz, bu şiir kitabından dolayı 6 ay hüküm giyer. Kitaba adını veren “Sınıf” şiiri, Rıfat Ilgaz’ın öğretmenlik yaptığı bir okuldaki bir sınıfta bulunan öğrencilerle ilgili gözlemlerini anlatmaktadır. Ama mahkeme heyeti, kitabın kırmızı kapağından huylanmış ve Rıfat Ilgaz’ın “kızıl komünist” olduğuna çoktan karar vermiştir bile. Hele bir de kitabın adı “Sınıf” olunca Rıfat Ilgaz tek başına ülkede devrim yapıp “işçi sınıfı”nı başa getirme tehlikesi de doğmuştur. Başka kanıta gerek var mı?
Kitapta zaten dar gelirli memurlar, kente göçen yoksul köylüler, dilenciler vs. anlatılmaktadır.
Halk deyimlerinin ve folklorik öğelerin çokça kullanıldığı bu kitap, Rıfat Ilgaz’ın kendi sesini iyice bulmaya başladığı bir dönemin ürünüdür. Nazım Hikmet’in başlattığı ölçüsüz şiir anlayışına uygun olarak yazılan bu şiirler, üslup yönünden Nazım Hikmet’inkilerden çok farklıdır. Tek ortak yanları, “toplumcu” bir anlayışla oluşturulmuş olmalarıdır.
YAŞADIKÇA (1948)
Toplumcu şiir anlayışında sıçrama tahtası olan bu yapıt, yayınlanır yayınlanmaz Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılır. Bu sindirme politikaları şairimizi şiirden bir süre uzaklaştırır. Bu dönemde düzyazıya ağırlık veren Ilgaz, mizah dergiciliğinde Türk edebiyatına damgasını vuran ve Marko Paşa’yla başlayıp türlü “paşa”larla devam eden mizah gazeteciliğine yönelir.
Şair, yaşadığı dönemin siyasi koşullarını “ParmaklığınÖtesinde” adlı şiirinde şöyle özetler:
“Kapalı, hürriyete giden yollar;
İçerdeki içerde mahzun
Dışarıdaki dışarıda.”
DEVAM (1953)
Bu şiir kitabı da yayınlanır yayımlanmaz toplatılır. Üstelik artık Rıfat Ilgaz’ın yazdığı şiirleri hükümetin baskısından korkan yayıncılar da dergilerinde yayınlamak istemez.
ÜSKÜDAR’DA SABAH OLDU (1954)
Köyden kente göç eden bir eşeğin başından geçenlerin alegorik bir anlatımla aktarıldığı bu eser, bir fablı çağrıştıran ve Rıfat Ilgaz şiirine pek katkısı olmayan, eleştirmen Asım Bezirci’ye göre de pek başarılı bulunmayan bir şiir kitabıdır. Bu nedenle de Ilgaz şiire uzun bir ara verecektir.
SOLUK SOLUĞA (1962)
Eski şiirlerin ağırlıkta olduğu bir şiir seçkisi gibidir. Yeni denebilecek az sayıda şiiri içeren bu kitap az sayıdaki yeni şiirle de olsa Rıfat Ilgaz’ın özgün sesini okurlara taşır. Bu yapıt, toplumsal duyarlılığın kişisel duyarlılıkla barışıp kaynaştığı bir yapıttır denebilir.
KARAKILÇIK (1968)
Ünlü “Aydın mısın” şiirinin yer aldığı bu yapıt, Orhan Veli tarzı mizah, alay ve taşlamanın bırakıldığı, arada imge ve uyaklardan yararlanıldığı kısacası sanatsallığın toplumsal öğelerle kaynaştırıldığı en olgun yapıtlardan biridir.
AYDIN MISIN
Kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen kara kuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun
Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol
Tam çağı işe başlamanın doğan günle
Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden
Her satırında buram buram alın teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma suçun tümü senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol
Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol
(1968-Karakılçık )
GÜVERCİNİM UYUR MU? (1974)
12 Mart darbesinin ağır koşullarını tatlı bir sanatsal anlatımla, imgelerden yararlanarak anlatan ve Rıfat Ilgaz’ın ustalığının zirvesinde bulunduğu dönemin şiir kitabıdır.
ÖZET
Değerli Dinleyiciler, Değerli Dostlar,
Şairimiz, 6.11.1968’de Akşam gazetesinde şairliğiyle ilgili düşüncelerini şöyle özetlemektedir: “Her çağın su yüzüne çıkardığı yeni gerçekleri arayıp bulmak, bunları yeni biçimler içinde sunmak şairin değişmez görevidir.” Gerçekten de Rıfat Ilgaz, her şiir kitabında çağının getirdiği gerçeklere uygun biçimleri arayıp bulmaya çalışmış bir şairdir. Aynı yazıda Ilgaz, sanatçının niteliğini de şöyle aktarır: “Sanatçının yalnız yapıtıyla değil, kişiliğiyle de değerlendirilmesinin zorunlu olduğu bir dönemdeyiz.” Bu sözleri, günümüzde siyasilere yalakalık yaparak gününü gün eden sözde sanatçıları düşününce daha bir değer kazanmıyor mu?
Yanımda bulunan değerli öğretmenim ve öğrencisi olmaktan her zaman onur duyduğum Sayın Aydın Ilgaz’a babası Rıfat Ilgaz’ın yazdığı “SALTANAT” şiirini okuyarak sözümüze nokta koyalım. Bu şiir, hepimize bırakılmış çok değerli bir temiz ahlak mirasıdır, kimlikli ve kişilikli bir yazarın hepimize vasiyetidir
SALTANAT
-Aydın Ilgaz’a-
Sen otellerde benim konuğum
Bense dar günlerde senin evinde...
Kim ne derse desin
Saltanatımız baba oğul
Sürüp gidiyor işte!
Ne saray, ne yalı, ne köşk,
Ne bir dairecik, kooperatiften...
Ne Bebek sırtlarında bir çadır,
Bir gecekondu da yok, memleket işi
Taşlıtarla’larda...
Diyelim ki, elden düşme bir Ford,
Kilometresi üç kez silinmiş...
Dört tekerim de olmadı bugüne kadar,
Ayaklarımı yerden kesecek!
Her saltanatın bir sonu var oğlum,
Buna musalla taşları şahit!
Son sözümü henüz söylemeden
İşte geldim, gidiyorum,
Altımda bir kuru tabut!
Tacım, tahtım sana emanet!
Gösterdiğiniz ilgiden dolayı hepinize teşekkür ederim. Roman kadar uzun, öykü kadar yoğun, şiir kadar akıcı ve mutlu bir yaşamınız olsun!
Nuri SAĞALTICI
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.