- 452 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
-UHREVİ DÜNYASIYLA BİR BURSA KÜLLİYESİ-
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bir kentin ruhundan söz edilebilir mi? Şüphesiz her kentin bir rengi, bir dokusu vardır da öz benliğinden bahsedebileceğimiz kentler de var mıdır? Elbette dediğinizi duyar gibiyim. Dünya kentleri bir yana, ülkemizde bu tarz kentlerle muhakkak karşılaşmış olmalısınız.
Böylesi şehirlerimizin önde gelenlerinden biri belki de başta geleni Bursa’dır diye düşünürüm. Bu yaklaşımım kişisel bir bakıştan mı ibaret acep? Söz gelimi Evliya Çelebi, Bursa’dan bahsederken "Ruhaniyetli bir şehirdir." der. Gerçekten de, her karesi tarihle, gelenekle, uhrevi ögelerle örülü bir kentimiz değil midir? Yakın devirlerde oluşan modern yapılanma, dokusu bozulmuş bir kentsel manzarayı sunsa da her taşı mücevher olan bir atmosfer bizi bekler. Ünlü edebiyatçılarımızdan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın özellikle “Bursa’da Zaman” adlı tarihi derinliği olan şiirinde ve “Beş Şehir” başlıklı eserinde yer verdiği Bursa denemesinde ortaya koyduğu temel bir husus vardır. Tanpınar’a göre, tarih Bursa’ya damgasını öylesine derin ve kuvvetle vurmuştur ki, bunu eski zaman köşelerini ve mimari eserleri gezerken görebilir ve anlayabiliriz.
Peki, şairin ifadesiyle bu uhrevi ahengi en iyi duyabileceğimiz, yaşayabileceğimiz Bursa köşesi acaba neresidir? Hiç şüphe yok ki farklı algılar olabilir ve bunların hepsinde de doğruluk payı bulunabilir. Ancak bir adım öne çıkabilecek bu yer “Muradiye Külliyesi” olmalıdır. Bakın ünlü romancılarımızdan Yakup Kadri bu hususu nasıl değerlendirir. “Ölümün sessizliğini ve öbür dünyada rahatı bilmek isteyenler Muradiye’ye gitsin. Ölüm yalnız burada korkunç değildir”. Ceyhun Atuf Kansu ise “ölümün güzelliğini ben burada anladım.” der.
Tanpınar’ın, Bursa’da Zaman adlı şiirinin bir mısraı en dikkate değer tanımlamayı yapar dersek mübalağa mı ederiz? “Muradiye sabrın acı meyvesi” dizesi diğer insanların ya da sanatçıların algılamalarının dışında neyi ortaya koyar? Başta ifade ettiğim kent ruhu tasvirine en ziyadesiyle eğilmiş ve eserlerine yedirmiş edebiyatçılarımızın başta geleni Tanpınar olmalıdır. Bilindiği üzere Orhan Bey’in sultanlığı döneminde Bursa Osmanlı devletinin başkentidir. Sonraları başkent Edirne olur. En sonda da uzun bir İstanbul dönemi karşımıza çıkar.
Tanpınar’ın bu süreci tasvir etmesindeki ihtişama kayıtsız kalmak mümkün müdür? “Bu kuruluş asrından sonra Bursa, sevdiği ve büyük işlerde o kadar yardım ettiği erkeği tarafından unutulmuş, boş sarayının odalarında tek başına dolaşıp içlenen, gümüş kaplı küçük el aynalarında, saçlarına düşmeye başlayan akları seyrede ede ihtiyarlayan eski masal sultanlarına benzer. İlk önce Edirne’nin kendisine ortak olmasına, sonra İstanbul’un tercih edilmesine kim bilir ne kadar üzülmüş ve nasıl için için ağlamıştır.” Elbette fizik ortamın, taşların hüznü değildir bu. Tarih devirleri içerisinde Bursa toplumunun böylesine bir acısı garipsenebilir mi?
Peki, günümüz insanı külliyeyi ve türbeler bölümünü gezerken neler hisseder? Ben kendi hesabıma tüm bir külliyeden aldığım tadı vurgulamalıyım. Öncelikle külliyelerin bir medeniyeti simgelediğini söylemeliyiz. Bu durum Osmanlının tüm sanatı, kültürü ve yaşantısının özetidir. Şüphesiz her devrin farklı zihniyet ögeleri ve bu unsurların ortaya konduğu yapılar ve kurumlar vardır. Cami, türbe, han, hamam, imaret, kütüphane, aş evi, medrese, hastane ve çarşı gibi bölümleri bağrında taşıyan külliye sistemi de Osmanlının tarihe vurduğu damgadır.
Muradiye Külliyesinin türbeler bölümü büyük bahçesi içerisinde yer alan mezarları, ağaçları ve yeşilliğiyle tüm bir Bursa’dan kesitler sunar. Kim bilir, burasının değerini ve taşıdığı manayı en iyi kavrayan isim külliyeyi inşa ettiren Sultan 2’inci Murad olmaktadır belki de. Açıkçası onun zamanında başkentin Edirne olmasına rağmen vefatı ile birlikte Bursa’ya ve Muradiye’ye defnedilmeyi vasiyet etmesi derhal akla gelebilir. Yine sünnet üzere cesedinin doğrudan toprağa temas etmesini ve mezarının üzerinin de Allah’ın rahmeti olan yağmurun doğrudan yağması için açık bırakılmasını vasiyetine eklemesi anlamlı ve Muradiye Külliyesinin insana huzur ve sükûnet bahşeden yapısıyla ne kadar da uyumludur.
Caminin mimari hüviyetiyle birlikte ibadet edenlere verdiği huşu hissi hatta öncesinde abdest alınan şadırvan bölümüyle baş gösteren duygulanım bir bütünlük arz eder. Ardından türbeler bölümünü gezerken insanı içine çeken büyülü bir dünya bizleri bekler. Muhakkak ki, her türbe ayrı duyguları da sunar. 2’inci Murad ve ailesinin türbesi yukarıda da arz ettiğim derin tevazuyu önümüze koyan özelliklerle bezelidir.
Sonrasında Cem Sultan ve Şehzade Mustafa türbelerini gezerken hissettiklerimiz biraz daha karmaşık özellikler gösterebilir. Bir yandan taht mücadeleleri ve bunların en acılı öyküsü zihnimizde canlanabilir. Şehzade Cem’in belki bazı hatalı yaklaşımlara da karşılık gelen hayatındaki acılı süreç, yabancı diyarlarda adeta nehre kapılmış yaprak misali oradan oraya sürüklenmeleri ve akıbeti gözümüzün önünde canlanabilir. Tarihte meydana gelen olaylar şüphesiz bugünden bakarak değerlendirilebilecek gibi değildir. Ya da bu tarz şekillenen değerlendirmelerin sağlıklı olduğu söylenemez. Taht kavgalarında eriyip giden bir Cem Sultan vardır da, birde insan Cem ve Fatih’in oğlu Cem’den söz edebiliriz. Diğer bir türbede ise Şehzade Mustafa ve Mahidevran Sultan karşılar bizleri. Hürrem Sultan entrikaları üzerine söz edilenler aklımıza gelebilir elbet. Diğer yandan Sultan 2’inci Selim’in kadirşinaslığı karşımıza çıkabilir. Mahidevran Sultana aylık bağlamak, oğluyla birlikte yatacakları türbe inşa ettirmek tahta çıktığında 2’inci Selim’in verdiği hizmetlerdir.
Olaya iki yönlü bakılmalıdır. Elbette Cem Sultan ve Şehzade Mustafa Türbeleri salt bir bilgi notu değildir. Siyasi tarih içerisinde ele alırsak türbeler bize tarihin biraz da solgun yüzünü gösterebilir ve hüzne sevk edebilir. Diğer platformda ise, Osmanlının konuya vefa boyutunda yaklaştığı da göze çarpabilir. Açıktır ki, tüm imparatorluklarda taht kavgaları ve devletin bekası hususiyeti karşımıza çıkabilir. Elbette hiçbir devlet iki ya da çok başlılığı kaldıramaz. Ancak Osmanlı döneminde diğer bir düşünce zihinleri sürekli meşgul eder. Bu dünyanın gelip geçiciliği kaçınılmazlık arz etmektedir. Dolayısıyla siyasi olaylar belirli bir periyot içerisinde yaşanır ve biter. Sonrası kabirdir. Dolayısıyla 2’inci Bayezıd ya da 2’inci Selim’in Cem Sultan ve Şehzade Mustafa türbeleri inşa etmeleri manadan yoksun değildir. Velhasıl-ı kelam, tarihi övgüler ve sövgüler kitabı şeklinde okumamalıyız diye düşünürüm.
Kısacası, tatil günümüzü ayırabileceğimiz bir mekândan, kutlu bir mekândan söz ediyorum. Manevi hazla dolduktan sonra güzel bir yemekte fena olmaz hani. Açıkçası, Caminin tam karşısında yer alan Darüzziyafe sizleri bekler.
L.T.
YORUMLAR
Levent bey,çocuklar sayesinde Bursa 'da kısa aralıklarla yaşama fırsatım oldu.her gittiğimde damadım oraları gezdirirdi.Gezip gördüğüm her yerinde manevi kokuyu duymamak mümkün değil.Hatta küçük oğlumun sünnetini yapınca Emir sultan türbesinin bahçesine gittik.Hem dua ettik.hayırlı olması için kesilen parçayı oraya gömdüm.Neydi amacım güzel insanların dua ettiği yerlerin kokusuna,duasına bedeninden bir parçasın da tanık olması. Bu benim için bir güzellikti.O davranışımın sebebinin biri de benim göbeğimin düşen parçasını okula gömmüşler.Okusun ,tahsil yapsın diye..Hala ayağımın biri okulda.Çok güzel anılarımı hatırlattınız.Yazdığınız eser için de sizi kutluyorum.saygılar...
levent taner
Sayfama şeref verdiniz.
Yüreğiniz solmasın, kaleminiz daim olsun dilerim.
Bu yurda onuru ve şerefiyle 44 yıl emek veren. İşini bilen değilde, işini yapan memur bir babanın evladı olarak pek çok yeri gezdik dolaştık. Ben Gemlik'te ilkokulu tamamladım.
“ölümün güzelliğini ben burada anladım.” sözleri Bursa'nın önemi ve değerini ne de güzel ifade ediyor.
Yeşil Bursa cennet Bursa ise hep uğrak yerimiz oldu. Bir kez daha gitmek kısmet olursa inşallah yeniden gezip göreceğim o muhteşem ve kutsal güzellikleri.Sizi hatırlayıp Darüzziyafe ye uğramadan tamamlamayacağım Bursa seferimi bu kez.
Bu özlü yazınızı yüreğime basıyorum sevgiyle.
Selamlar Esenlikler.
Her şehrin ayak izlerini taşıyan bedenler, ya iz bırakmıştır o şehirlerde, ya da şehrin izlerini eserlerine taşımışlardır. Her şehrin ifadesini zamanın dışına atabilenler, o şehirlerin hatırası ve hayali kalmıştır.
Tanrıya sığınmak, tanrının evlerini inşa etmek ve o mekanlarda el açmak ! Avuç dolusu günahların yakılması ve ruhun zincirlerini kırıp ebedi hazzı uyandırması gibi!
Evet ,insanoğlunun çıplak ayakları uhrevi hayatın boş sehirlerinde hala gezinmekte. Mesela çıplak ayaklara (...) .
İnceden inceye ,ruhun kumaşsız giysilerle provası !
Tebrikler
Saygılar, sevgiler
maybull tarafından 1/25/2015 12:46:53 PM zamanında düzenlenmiştir.
levent taner
Yine edebiyatın tadını duyurmuşsun, inceden.
Sayfama şeref bahşetmiş ve yazımı taçlandırmışsın.
Yüreğin solmasın, kalemin daim olsun dilerim.