- 992 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
MEĞER SESSİZ GEMİ ŞİİRİNDE ŞAİR ÖLÜMÜ ANLATMIYORMUŞ
Mustafa Kemal Atatürk’ten bir yıl önce 1880 Yılında Selanik’te bir kız çocuğu dünyaya gelir. Bu çocuğun babası bir eğitimci olan Hasan Enver Paşa’dır. Annesi ise Alman asıllı Osmanlı paşası Mehmet Ali Paşanın kızı olan Leyla Hanımdır.
Çocuğa Ayşe Celile adını verirler. Babasının sultan II. Abdülhamit’in yaveri olduğu yıllarda saray Ressamı olan Fausto Zaronadan da özel resim dersleri alan Ayşe Celile kısa zamanda iyi bir ressam olur ve Osmanlı gibi mutaassıp bir devlette adını ‘’Hamamada Çıplak ‘’ resimleri ile duyurur.
O artık sanat dünyasında babasının da adını lullanarak Celile Enver hanım diye tanınır.
Celile Hanım 1900 yılında Şair Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Beyle evlenince bu sefer artık Celile Hikmet olarak anılmaya başlandı.
Celile Hikmet Hanım 1901 yılında ilk çocuğunu doğurur. Bu çocuğa Hikmet Bey’in babasının adı verilir: Nazım..: 1905 te doğan ikinci çocuğu İbrahim Ali bir yaşındayken ölür. 1907 de ise Samiye adını verdikleri üçüncü çocuğunu dünyaya getirir.
Buraya kadar yazdıklarımdan da anlaşılacağı üzere Ressam Celile Hikmet Hanımın 1901 yılında dünyaya getirdiği çocuk ünlü şair Nazım Hikmet’tir.
Celile Hanım oğlu Nazım’ı da kendisi gibi bir sanatçı olarak yetiştirir. Bir taraftan Heybeliada bahriye okuluna gönderdiği oğlu Nazım’a diğer taraftan Türk şiirinin en büyük ustalarından olan Yahya Kemal’den ders aldırır. Yalnız Yahya Kemal bu dersi Sadece Nazım’a değil onun okul arkadaşı Necip Fazıl’a da vermektedir aynı. Yani Nazım Hikmet ve Necip Fazıl ( Kısakürek ) arkadaştırlar ve aynı hocadan ders alırlar, hatta Necip Fazıl ara sıra bu dersi arkadaşı Nazım’ın yaşadığı köşkte alır. Dahası var: Necip Fazıl ve Nazım Hikmet’in dışında Oktay Rıfat da Yahya kemal’in öğrencileri arasındadır. Çünkü Oktay Rıfat da Celile Hanım’ın yeğenidir. Yani toparlayacak olursak: Celile Hanım, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Oktay Rıfat gibi, Türk sanatının dev isimleri bir başka devin ağzının içine bakmaktadırlar o ders verirken : Yahya Kemal…
Bu arada Celile Hanım ile kocası Hikmet Beyin arası giderek açılmaya başlar. Bunda Celile Hanım ile Yahya Kemal arasında başlayan bir yakınlaşmanın oldukça büyük payı olduğu söylenmektedir. Hatta dahası Hikmet Bey’in Celile hanım ile Yahya Kemal’i uygunsuz vaziyette yakaladığı söylentileri bile yayılmıştır ortalığa.
Dedikodular Harbiye mektebine kadar ulaşınca Yahya Kemal bir süre okuldaki derslerine devam etmez.Tekrar okula döndüğünde ise öğrencisi Necip fazıl resmen lafı sokar hocasına.
Sınıfta ona ‘’ “Hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk... Sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size aktarmak isterim...” der. Bu densizliğinin cezası olarak da hayatının ilk hapis cezasını yer tabii ki: ‘’ Kodes’’ adı verilen tahta dolabın içine kapatılma cezası.
Tabii ki bu söylentiler Nazım’ın da kulağına gider ve bir gün hocasının padesüsünün cebine bir not koyar: ‘’ Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz’’
Celile Hanım 1917 de Hikmet Beyden tamamen ayrıldı. Artık Yahya kemal ile evlenmesinde hiç bir engel kalmamıştı ama artık Nazım’ın o notu mudur, yoksa bir bir başka sebep midir pek bilinmez Yahya Kemal evlenme fikrine yanaşmaz bir türlü.
Evet…Bir taraftan deliler gibi sever ve kıskanır Celile Hanımı ama öbür taraftan evlenmeye yanaşamaz bir türlü. Onu o kadar çok kıskanmaktadır ki şöyle bir olay bile yaşar:
Kendi ağzından dinleyelim:
“1916 yılından 1919 yılına kadar bir kadına deli gibi aşık oldum.Bu kadın yazın adada otururdu.Ben de orada idim.Deli divane olmuştum.Sonbahar’da Nişantaşı’ndaki evini düzenlemek için İstanbul’a inerdi. 1916 Sonbaharı’nda yine İstanbul’a iniyordu...
Tam o günlerde Berlin Büyükelçisi Hakkı Paşa İstanbul’a dönecek lafı çıktı...
Hakkı Paşa, benimkinin uzaktan akrabası oluyordu ve İstanbul’a geldiğinde geceler düzenler, İstanbul’un bütün güzel kadınlarını çağırırdı. Benimki ( Celile Hanım ) de oralara gidecek diye içim burkuluyordu.Hatta kendisine bu endişemi söylemiştim, gitmeyeceğine yemin etmişti.
Bir gece Ada Oteli’nde otururken, yandaki iki kişinin ‘Berlin Büyükelçisi bu gece davet veriyor. İstanbul’daki bütün güzel kadınlar davetli’ lafını ettiklerini duydum.Müthiş bir acıyla yerimden kalktım.İskeleye doğru gittim. Son vapur çoktan kalkmıştı. Sert bir lodos esiyordu. Deniz karma karışıktı, ancak ne olursa olsun, sandalla Maltepe’ye geçmeye karar verdim..
Sandalcılara gittim, yanaşmıyorlardı.Çok para verince biri ikna oldu. Açıldık, bir süre sonra lodos büsbütün arttı.Denizde çalkalanıp duruyorduk.Sandalcı bana küfretmeye başlamıştı.Ölmek üzereydik ama ben sadece sevgilimin katıldığı geceyi düşünerek müthiş bir kıskançlık duyuyor ve bir an önce İstanbul’da olmak istiyordum...
Sırılsıklam Maltepe’ye gelebildik. Hemen bir kahvehaneye gidip, araba bulmaya çalıştım.Yoktu.Bunun üzerine Maltepe’den Bostancı’ya yürümeye karar verdim.Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım. Maltepe-Bostancı arasının bu kadar uzun olduğunu o zamana kadar fark etmemiştim.Kan ter içinde Bostancı’ya geldim.Vakit hayli geçti.Karakola gittim. ‘Bana bir araba bulunuz hastam var’ dedim.Aradılar taradılar birini buldular.Yine bir sürü para verdim.Arabayla yola koyuldum.
Kadıköy, oradan Üsküdar.Karşıya geçtim. Doğru Nişantaşı.. Sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. Penceresini vurarak onu uyandırdım. ‘Benimki evde mi’ diye sordum?
Adam halime bakıp şaşırdı: ‘Evde, bu akşam çıkmadı!’ dedi. ‘Ne diyorsun’’ diye bağırdım. Bütün kat ettiğim mesafe sanki başıma yıkılmıştı. Eve kaçta geldiğini araştırttım. Sözüne inanamıyordum. ‘Çık bir bak! Evde mi?’ diye adamı zorladım. Adam çarnaçar çıktı. Bir münasebetle hizmetçisine sormuş ‘’uyuyor! ‘’ demiş... Geldi haber verdi. Sanki dünyalar benim oldu.
Apartmanın karşısında bir arabacı meyhanesi vardı. Orada sabaha kadar içtim. Sabahleyin, doğru eve çıktım. Benim halim berbat. Toz toprak içinde olduğumu görünce şaşırdı ve hemen anladı. Sarmaş dolaş olduk.”
Evet…Yahya Kemal Celile Hanım’ı, Celile Hanım Yahya Kemal’i bu kadar çok sevmesine rağmen Yahya Kemal’in evliliğe yanaşmaması üzerine Celile Hanım 1919 da Paris’e gider. Paris’e gitmeden önce son kez görüşmüştür Yahya Kemal ile. Ona bir çiçek vermiştir ki Yahya Kemal öldüğünde bir not defterinin arasında bu çiçek ve bir not bulunur. Notta ‘’Aşkından vaz geçemediğim kadının o veda gecesi göğsünden aldığım çiçektir’’ yazmaktadır.
Yahya Kemal Celile Hanım Paris’e gittikten sonra yazar meşhur ‘’Sessiz gemi ‘’ şiirini. Her ne kadar bir nevi ölümü tarif etmişse de bu şiirde, aslında amansız bir aşkın ayrılığıdır anlatılan.
1919 daki bu son görüşmeden sonra Celile Hanım uzun süre Paris’te kalır. Sergiler açar, ününe ün katılır. Sonra tekrar Türkiye’ye döner ama artık Yahya Kemal ile yolları tamamen ayrılmıştır.
Celile Hanım Yine Türkiye’ye döndükten sonra bir kaymakamla kısa süren bir evlilik daha yapar. Bu arada soyadı da Uğuraldım olur. Yahya Kemal ise Lozan Antlaşması heyeti üyeliğinden milletvekilliğine, milletvekilliğinden sefirliğe pek çok devlet görevleri de yürütür şairliğinin yanında ama ne evlenir ne de bir ev sahibi olur. Hayatı otellerde ve pansiyonlarda yalnızlık içinde geçer. ‘’Adı dillere düşmüş bir kadınla nasıl evlenirim?’’ yani bu günkü tabiriyle mahalle baskısıdır onun Celile Hanımla evliliğe yanaşmamasının asıl sebebi.
Celile Hanım ile Yahya Kemal Beyatlı arasında Celile hanım’ın Paris’e gidişine kadar oldukça fazla mektuplaşma olmuştur elbette ama Celile Hanım Türkiye’ye döndükten sonra ondan Yahya Kemal’e tek bir mektup gitmiştir.
Evet…Bu son mektubun tarihi 1938dir ve bu mektupta ne aşk vardır ne de tutku. Yaralı bir annenin ricalarıdır bir millet vekiline…Celile Hanım siyesi görüşleri yüzünden Bursa Cezaevinde tutuklu olarak yatmakta olan oğlu Nazım Hikmet’in de o sene Cumhuriyetin on beşinci yıl dönümü dolayısıyla yapılacak genel af kapsamına dahil edilmesini rica etmektedir. Mektubunu ise ‘’Maziden gelen bir ses’’ olarak imzalamıştır. Yahya Kemal bu mektuba ne olumlu ne olumsuz herhangi bir cevap vermemiştir.
Bu büyük aşkın son karşılaşması ise 1950 yılında olur. Celile Hanım ölümünden altı yıl önce yine oğlu Nazım Hikmet için bir şeyler yapabilmenin telaşındadır ve bu sefer Galata Köprüsü üzerinde açlık grevi yapar. İşte o bu grevdeyken Yahya Kemal önünden geçer ama görmezlikten gelir Celile Hanımı. Celile Hanımın gördüğü gerçekten Yahya Kemal midir bilinmez ama o Yahya Kemal’in önünden geçtiğini, kendisini tanımadığını ya da tanımazlıktan geldiğini söylemiştir.
Evet…Celile Hanım 1956 yılında bu dünyadan göç eder.İki sene sonra da kendisinden dört yaş küçük aşkı Yahya Kemal hayata gözlerini yumar. Yahya Kemal’e ‘’ Hocam olarak geldiğiniz bu eve babam olarak gelemezsiniz’’ Diyen Nazım Hikmet ise 1963 de fani dünyaya veda eder.
Bize de söylenecek tek bir söz kalır:
Âvâzeyi şu aleme Davud gibi sal.
Bâki kalan bu kubbede bir hoş sâda imiş.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------
RESİMLER:
1- Celile Hanım
2-Yahya Kemal
3-4- Nazım Hikmet
5-Necip Fazıl
6- Celile Hanım Nazım Hikmet için Açlık Grevi yapıyor.
YORUMLAR
Bugün güne sizinle başladım sevgili hocam. Elbette şiirlerin anlatır göründükleri kadar anlattıkları da olabilir. Hani satır arası boyutunda da bakmak gerekir. Mesela meşhur ressam şair Bedri Rahmi Eyuboğlu yine kendisi gibi ressam Eren Eyuboğlu ile evli iken başka bir kadına aşık olur. Ve meşhur "Karadut" adlı şiirini o kadına yazdığı da söylenir. Oysa genellikle eşine hitap ettiği sanılır değil mi? Hani, Karadut'un kaynağında neredeyse bir karadul'un bulunduğunu söylesek ne gam.
Bir de hocam Yahya Kemal'in Celile Hanımla evlenmeyi kabul etmemesine gerekçe olarak sunduğu ‘’Adı dillere düşmüş bir kadınla nasıl evlenirim?’’ sözünü aktarmışsınız ki çok doğru bir anekdot. O yıllarda yakın arkadaşı olan ünlü romancılarımızdan Yakup Kadri bu durumu yıllar sonra Yahya Kemal'in küçük burjuva kompleks gösterdiğine verir. Hatta küçük burjuva kompleksine yenik düşmeseydi çokta mutlu bir evliliği olabilirdi der ki yaşanmamışı kesin olarak bilmek elbette mümkün olmaz. Ne ki; Sosyalist jargonun terimlerinden birinin bir evlilik reddini yorumlama da devreye girmesi de ilgi çekici olmalı.
Kaleminize sağlık hocam.
Saygı ve selamlarımla...
Geçmişimiz, yâni tarihimiz bize/ve çocuklarımıza/ doğru anlatılmalı. İnsanlar, kişiliklerine zarar verilmeden yaptıkları işler ile tenkit edilmeli. Nazım Hikmet, bizim gençlik yıllarımızda eserleri sakıncalı olarak gösterilen yasaklılar arasındaydı. Halbuki yazdığı şiirleriyle pek çok türkçü şair ile başabaş olduğunu görüyoruz. Rejim ile ya da yönetici kitle ile çatışan kişilerin dışlanması her devirde mukadder demek ki...Ya da insanların şahsî düşüncelerine saygının derecesi, düşünen kişiye karşı tavrı belirleyen bir unsur oluyor.
Güzel ve bilgilendirici yazı için teşekkür ediyorum Sami Hocam.
Kaleminiz daim, ömrünüz bereketli ola.
sami biberoğulları
Dün kalemime bunlar takıldı. Arkadaşlarla paylaşayım dedim.
Çok haklısınız. Nazım Hikmet'in ille de siyasi yönünü benimsemek zorunda değiliz ama şiirlerinin yasaklanması edebiyatımız adına çok kötü olmuştur. Hele hele de Tevfik Fikret göklere çıkarılırken Nazım Hikmet'e gösterilen tavır çok çok yanlış olmuştur.
Selam ve sevgilerimle.
Verdiğin bilgilerden dolayı çok teşekkür ederim Sami hocam,saygı ve selamlar.
sami biberoğulları
Selam ve sevgiler benden.
Meğer şairin (N.Hikmet) bazı şeyleri bilmezlikten gelmesi bir 'travma'dan kaynaklanıyormuş!...
Yine aydınlattınız, hocam. Teşekkürler.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Keyifli bir anlatımla kaleme alınmış, duygulu anıları işleyen, güzel bir yazı
Kaleminize yüreğinize sağlık değerli hocam
Saygı sevgilerimle
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Büyük aşklar büyük şiirler yazdırır adama,
Tebrik ederim saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.