Bir Hüznün Romanı: Ben Kara Fatma
Kara Fatma adı bir Erzurumlu olarak yabancı değildir bana. Erzurum’un kurtuluş törenlerinde devlet erkanının halka karşı yaptığı nutuklarda adı Nene Hatun’la beraber anılırdı.Çocukluğumda bu törenlerdeki konuşmalardan aklımın bir köşesinde kalan en önemli şey ikisinin de “gözüpek, korkusuz kahramanlar” olduğuydu. Bunun dışında özellikle Kara Fatma ile ilgili bir ayrıntı kamuoyunda uzun yıllar konuşulmadı, yazılmadı. İkibinli yıllarda Kara Fatma ile ilgili yazılar gazete sayfalarında dillendirilmeye başlandı. Bu yazılarla Kara Fatma’yı etraflıca tanıma fırsatını bulduk. Kara Fatma’nın kurtuluş savaşında görev almış bir milis kuvveti komutanı olduğunu, iki kez düşmana esir düştüğünü fakat ser verip sır vermediğini, savaştan sonra sefalet içinde yaşadığını, öldükten sonra mezarına dahi sahip çıkılamadığını vs. öğrendik.
Bu gözü pek Erzurumlu kahramanın hayatını kendisi de Erzurumlu olan yazar Mehmet Dağıstanlı geçen ay (Aralık 2014) roman haline getirdi. Kitabın adı “Ben Kara Fatma”. 261 sayfalık roman Salkımsöğüt Yayınevi tarafından basılmış. Kitabı kısa bir zaman içinde sıkılmadan okudum. Bazı sayfalarında hüzünlendim, gözlerimin dolmasına engel olamadım. Özellikle savaş sonrası sıkıntı içinde geçen hayatının anlatıldığı bölümler beni oldukça etkileyen sayfalardı.
Kitapta bir çok yerde imla hataları (kelimelerin yanlış yazılması, özel isimlerin küçük harfle yazılması vs.) görülüyor.İkinci baskıda sanırım bu tür hatalar düzeltilecektir.
Kitabın 28. sayfasındaki ilk paragrafın başında “Okuryazarlığı yoktu Fatma Seher’in..” yazısından sonra 33.sayfada şu cümleyi okuyoruz:”Küçük bir gazeteci çocuktan aldığı son baskı gazeteyi okuduğunda damarlarındaki kanın durduğunu hissetti”. Görüldüğü gibi iki ifade birbiriyle çelişmekte. İlk cümlenin “okuryazarlığı pek azdı” veya “çok iyi değildi” şeklinde düzeltilmesinin uygun olacağı kanaatindeyim bir okuyucu olarak.
Mehmet Dağıstanlı’ya, kahraman Türk kadını “ Kara Fatma”yı bize roman tadında tanıttığı için teşekkür ederim. Kara Fatma’nın adı bir sokakta, bir kütüphanede veya bir müzede yaşatılırsa toplum olarak bu büyük kahramana olan vefamızı göstermiş oluruz diye düşünmekteyim.
Kitaptan aldığım duygusal bir alıntıyla yazımı bitiriyorum: ”Ne yazık ki Köşkteki görevi bitmiş, evde de artık satılacak hiçbir şey kalmamıştı. Sadece köşede daha henüz giymediği ve bunu ölene kadar saklayacağım dediği yeni üniforması ile son hatıralarından, üzerine yıllarca giydiği eski üniforması, katlı bir şekilde duruyordu. Metal düğmelerine, ceplerine, kurşunun girdiği yere, kanlı kısımlarına dokundu, parmaklarını sürdü…Parmakları kopan Fatma, şehit olan oğlu, kardeşi, Onyediler, İntikam Taburu, Milisler, Müfreze… Gözlerinin önünden birer birer geçti.”Demek ki kader bu imiş! dedi, Sen bir zamanlar yedi yüz kişiye hükmediyordun, karşında aman dileyenler oluyordu…Cumhuriyeti kuranlarla aynı sofrada yemek yiyordun…Ama ya şimdi? Şimdi evindeki tencereyi kaynatabilmek için yepyeni üniformanı satmayı düşünüyorsun…Demek ki kader bu!”.
YORUMLAR
Onlar gerçek kahramanlarımız. Çocuklarımıza örnek göstereceğimiz şahsiyetler. Maalesef ki, Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy da dahil , çoğu değerli büyüğümüz aynı acı sonu yaşamış. Bize de duydukça, okudukça canımızı yakan utanç kalmış.
Gündeme getirdiğiniz için teşekkür ederim.Selam ile.