- 1429 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SÜRMENE’M!… SÜRMENE’M!… ÂH SÜRMENE’M!...
M.NİHAT MALKOÇ
Sürmene’m!… Sürmene’m!… Âh Sürmene’m!...
Her gece yarısı girersin rüyalarıma… Tam orta yerinden ikiye bölersin uykularımı. Aydınlatırsın gecenin zifiri karanlığını. Umutlarımın çıkınında en muteber azık olursun. Hasretin aklımı çevirir yangın yerine. Annemsin, babamsın, kavgam ve de sevdamsın. Şimdi senin o berrak hatıralarının aydınlığında gecelere tafra satarım. Çay toplayan kınalı eller çaya değil, sanki umuda uzanır. “Fındık dalda tekleme/Kız saçların ekleme/ Ayrıldık Sürmene’den/Gelir diye bekleme” türküsü kulaklarıma değince hasretin közü yakar yüreğimi.
Gecenin sessizliğinde “Oy benum sevduceğum, olur mi boyle keder?/ Of-Sürmene yaylası on beş doktora bedel” türküsü gramofondan yüreklere dağılır. Âh yaylalarımız, hele yaylalarımız, onları tarif etmede aciz kalır en zengin lügatler bile. Bahçelerinde bin bir çeşit çiçek yetişir. Bir eczaneyi çağrıştırır şifa dağıtan çiçekler… Çiçek deyince Nazım Bilgin gelir aklıma. Sürmene yaylalarının buz gibi pınarlarından su değil, sanki sağlık akar zamana. Yücelerde hâlâ karı erimemiştir Madur dağının… Heybetli heybetli bakar önünde sıralanan yaylalara… Göç zamanı yaşlısı genci, kızı kızanı düşer yollara. Türküler eşliğinde yollar menzile varır. Yollar ki hepsinde hatıralar saklıdır. Bu yollar nice insanı hayat değirmeninde öğüttü. Yollar yılları da yürütür peşi sıra… Ta ki hayatın çıkış kapısına kadar…
Sürmene’m!… Sürmene’m!… Âh Sürmene’m!...
Evlatların bir somun ekmeğin peşine düştü yâd ellere… Şimdi hepsinin yüreğinde hasretin izi var. Büyük şehirlerin yalnızlığında apartmanlar arasında toprak kokusuna hasret büyüyen denizin çocukları seni ancak yazdan yaza görebiliyor. Yıllar geçmiş olduğu halde henüz mübarek toprağına basma şerefini yaşayamayanlar az değil. Onların gönülleri çoraklaşmış bahçelerden farksızdır. Hepsinde de acının nasırlı ellerinin tırnak izleri var. Yazdan yaza memlekete turist olarak gitmek yüreğe düşen acıların en ağırı olsa gerek. Doğduğumuz topraklar doyduğumuz topraklar olamayınca doyduğumuz toprakları doğduğumuz eşsiz topraklara tercih eder olduk. Bu kurşundan sıkleti taşıyamaz her gönül… Memleket insanı geçinme hesabı yapa yapa matematikçiye dönse de soluğu gurbette almaya mahkûmdur. Zonguldak’tan İstanbul’a, Bursa’dan Gebze’ye kadar uzanır hasret köprüleri. Yarısı sılada, yarısı gurbette kalan yürekler tam orta yerinden ikiye bölünür. Özlemin fitili yanar ayrılıkların şafağında. İşte o zaman şu dizeler dökülür mahzun dudaklardan:
“Hasret beni cayır cayır yakarken
Bedenimde buzdan bir el yürüyor.
Hayaline çılgın çılgın bakarken
Kapanası gözümü kan bürüyor.”
Sürmene’m!… Sürmene’m!… Âh Sürmene’m!...
Nasıl unuturum nenemlan bizum derelerde yıkadığımız çamaşırları. Makine vardı da biz mi yıkamamıştık. Karadere’de tuttuğumuz balıkları övüne övüne birbirimize anlatırken işin içine yalan karışır, balıklar da yılan kadar uzardı. Karacehennem’de sulara bırakırdık hayallerimizi. Arkamıza bakmadan uzaklaşırdık enginlere. Utangaç olanlar dizliklerle, perdeyi yırtan küçüklerse anadan doğma, üryan üryan yüzerdi mavi sularda. Mayo mu vardı Allah aşkına? Vardı da biz mi kullanmazdık? Kaybolur diye kara lastiklerini beline bağlayıp yüzenler bile olurdu. O günlere dair hatıralar hafızamda yeşerince hüzün bulutları gözbebeklerimde yuvalanır. Bu demlerde kirpiklerim ıslansa da yüreğimdeki irade biraz daha çelikleşir, daha da güçlenirim. Paramız yoktu ama gençliğimiz, harbi delikanlılığımız vardı.
Şimdi bulutlu gözlerle albümlerin tozlu sayfalarında seyrediyorum seni. Şirin bir köy evinin sofasına bırakıyorum bakir düşlerimi. Ruhumu kanatıyor iki tarafı keskin bir bıçağı andıran gurbetin kahrı. ‘Ya tahammül ya sefer’ diyor içimden bir ses. ‘Ne tahammül mümkün ne sefer…’ diye bir fısıltıyla karşılık buluyor içimi kemiren sualler. Seni çok özlüyorum…
Sürmene’m!… Sürmene’m!… Âh Sürmene’m!...
Şimdi senden çok uzaklarda sıla hasretiyle tutuşuyor bütün uzuvlarım… Hücrelerime kadar değiyor katmerleşen özlemin. Sana kavuşmayı en büyük hedef tayin ettim kendime. Senden uzakta ölmek herhalde ölümlerin en kötüsü olur benim için. Ninemin dizinin dibinde dinlediğim masallar, annemin ninnileri, âşıkların uzaktan uzağa yaktığı hasret türküleri ruhumun derinliklerinde yankılanıyor. Rüyama giriyor yemyeşil çay bahçelerin, fındık dalların, mısır tarlaların… Evimizin önündeki armut ağacında toplanan kuşların cıvıltıları aklımdan ve kulaklarımdan gitmiyor. Burada ne armut ağacı var, ne de kuş cıvıltıları… Baharın o doyumsuz kokusunu özlüyor ciğerlerim.
Sürmene’m!… Sürmene’m!… Âh Sürmene’m!...
Karlı dağlarındaki beyazlığı burada ancak bir gelinin duvağında görebiliyorum. Gözelerinden akan sular, hayallerimi süslüyor. Burada musluklardan akana, her ne kadar su dense de, bildiğimiz berrak su değil. Aynı gök kubbenin altında olsak da, memleket havasını arasanız da bulamazsınız bu kör beldede… Size sunulanla yetinmek mecburiyetindesiniz. Buralarda Sürmene’mdeki doğallığı ve saflığı arayanlar beyhude uğraşır.
Sürmene’m!… Sürmene’m!… Âh Sürmene’m!...
Yüce dağ başlarında kurulan kekik kokulu yaylalarını özledim. Bulutlarla sarmaş dolaş olan dağlarını gözümde büyüttükçe büyütüyorum, öyle ki hayallerimi aşıyorlar. Pırıl pırıl ve şırıl şırıl akan derelerin sesi kulaklarımdan gitmiyor. O derelerde avladığımız balıklar hiç unutulur mu? Ya suların önünü taşlarla, kum ve çakıllarda keserek yaptığımız derme çatma göller… Yüzmek için mayo ne gezer bizde… Ya pijamayla, ya da donla girerdik suya… Yaşı çok küçük olanlar anadan doğma girerdi göllere. Yoksulluk bükerdi belimizi… Fakat mutluyduk, gururluyduk yine de… Onurumuzu taşımasını bilirdik. Ayağımızda kara lastiklerle dere boyu balıkları gözlerdik. Kayaların altına elimizi sokar, kendimiz koymuş gibi çıkarır alırdık akşamları rızkımız olacak balıkları. Değmeyin ondan sonraki keyfimize…
Sürmene’m!… Sürmene’m!… Âh Sürmene’m!...
Yemyeşil tabiatın, masmavi denizin ve gökyüzünle emsalsizsin. Boy boy ağaçların, buz gibi suların, capcanlı insanların; muhteşem dekorunun ayrılmaz parçalarıdır. Benim Sürmene’min insanı küçük şeylerden mutlu olmasını bilir, gülümsemek, hatta kahkaha atmak için çok büyük sebepleri aracı etmeyi beklemez. Kıpır kıpırdır güzel beldemin güzel insanları… Kadınlarımız taşıdıkları yükün altında görülmezler. Zira yükün kabalığı ve ağırlığı kadını görünmez kılar. Yine de yaşadığı hayattan zevk almaya, beyine güler yüzlü görünmeye çalışır. Zor şartlarda, alın terini su gibi akıtarak adeta taştan çıkarırlar ekmeğini. Bütün ezilmişliğine, unutulmuşluğuna, göz ardı edilmişliğine rağmen vatanını, milletini ve başındakileri sever yine de… Saygı ve hürmette kusur etmez hiçbir zaman…
Sürmene’m!… Sürmene’m!… Âh Sürmene’m!...
Burada ekmeğimiz, aşımız gurbet kokar. Her fotoğraf karesi bizi yıllar evveline götürür. İster istemez kirpiklerimiz ıslanır. Çok uzaklardan peştamallı, keşanlı fotoğraflarla bize gülümseyen annelerimiz, bacılarımız ve vefakâr eşlerimiz; içimizdeki hasret yükünü iyice ağırlaştırır, adeta kurşundan bir yük biner gövdemize. Sevdalar da seviyeli yaşanır benim güzel Sürmene’mde. Aşkların da bir asaleti, gizliliği ve seviyesi vardır. Bir kere âşık olundu mu evliliğe varır işin sonu. Gönül eğlendirme, her çiçekten bal alma hoş görülmez.
Sürmene’m!… Sürmene’m!… Âh Sürmene’m!...
Türkülerin, horonların, ağıtların, düğünlerin, kına gecelerin, imecelerin unutulur mu hiç?.. .Fındık ve çay bahçeleri panayır yerine dönerdi. Çalışmak eğlenceye dönüşürdü. Hepimiz gül gibi geçinir giderdik. Ya karayemişlerin, incirlerin, kirazların unutulur mu? Ne diyeyim, evlatların gurbet ellerde senin kucağında son nefeslerini vermek için can atıyorlar.
Sürmene’m!… Sürmene’m!… Âh Sürmene’m!...
Gençliğimizin fırtınalarını sende bıraktık. Deli dolu yanlarımızı toprağına gömdük. Sen ki içimize altın harflerle yazdığımız bir sevdasın. Baba ocağımsın, ana kucağımsın sen… Yağmurlarında ıslandığım günlerin hatırası suluyor ruhumun goncalarını. Köy kahvesinde sabahlayan dostlar şimdi çil yavrusu gibi dağılmış, yurdun dört bir yanında rızık telaşındadır. O masum gençlik aşklarının üzeri henüz küllenmiştir. Dağlara, taşlara ve ağaçlara çizdiğimiz kalpler ancak silinmiştir. Fakat hiçbiri gönüllerden silinmemiştir. Seneler geçse de nabızlarımız ‘Sürmene’ diye atar. Sürmene’nin taşı, toprağı şairlerimizin ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Bu şehir dünüyle, bugünüyle ve yarınıyla içimizde yaşıyor. Sazımız sözümüz sıladan izler taşıyor. Türkülerimizin nağmeleri bizi bu topraklara bağlıyor. Yeşille mavinin kucaklaştığı Sürmene’m dosta güven, düşmana korku salmaya devam ediyor.
Sürmene’m!… Sürmene’m!… Âh Sürmene’m!...
Gurbette mesken tutan haramiler sana dair hislerimizi çaldı. Masallarımızı uzun kış gecelerinde bıraktık. Bir yabancıyım soğuk bir şehir dekorunda. Sürgün duygularım iltica edecek dost yürekler arıyor. Ne olur beni çocukluğuma, Sürmene’me, ninemin anlattığı masallara götürün. Sıladan çok uzaklarda mukavvadan inşa edilmiş şehirlerde üşüyor pejmürde duygularım. Bahar kokusunu, kuş seslerini, evimizi saran sarmaşıkları özledim. Sıla özlemi her geçen gün depreşiyor içimde. Salı pazarından aldığımız mısır ekmeğini, köy yumurtasını, sofralarımızın baş tacı kurutları, süzme yoğurtları, altın sarısı tereyağını, yayık ayranını nasıl unuturum? Ruhum sığmıyor sıcaklığını kaybetmiş metal siluetli şehirlere. Gurbetin kasvetli havasında ruhum daraldığında çocukluğumun masallarında alıyorum soluğu. Bu beton saltanatında ahşap evlerin sıcaklığını ne çok özlüyorum. Güne kuş cıvıltılarıyla, horoz sesleriyle başlamayı ne çok istiyorum. Şairin dediği gibi ‘Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar / Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.’ Bu buzlar ancak senin sevginin sıcaklığında erir. Sonsuzluğa akan gençlik yıllarım senin berrak sularında durulur.
Sürmene’m!… Sürmene’m!… Âh Sürmene’m!...
Seninle hüznü, en çok da sevinci paylaştık. Sabır çiçekleri büyüttük metanet bahçelerinde. Daralan ruhlarımız tertemiz dudaklardan dökülen dualarla inşirah buldu. Geçmişin anılarını geleceğin umut teknesinde yoğurduk. Güneşin tam tepede olduğu saatlerde rızkını çıkarmak için yollara düşen, çarşı pazar dolaşan ‘Vereyim mi maden suyu buz’ diyen çocukların sesleri zamanı aşıp kulaklarımda yankılanır. İçtiğimiz maden sularının tadı damağımızdadır hâlâ. Çocukça düşlerle yaptığımız tahtadan arabalar, çevirdiğimiz çemberler geçer aklımdan… Ya kuşların korkulu rüyası olan kuş lastiklerimiz… Köprübaşı durağındaki dükkânında herkesin maskotu olan Kuş Dursun’u unutmak ne mümkün… Onun dükkânına girip de şeker yemeden dönen kaç kişi vardır acaba? Daha nice unutulmaz simalar!...
Sürmene’m!… Sürmene’m!… Âh Sürmene’m!...
Senin içinde doğup büyüyenlerin sadece bıçağı değil, basireti de, zekâsı da keskindir. Bu topraklar hain beslemedi hiç… Milliyetçiliğiyle, vatanseverliğiyle, paylaşımcılığıyla, liderliğiyle, buluşçuluğuyla anıldı bu toprakların insanları. Karadeniz gibi hırçınlaşıp çabuk kızsalar da hiç adam satmadılar bugüne kadar... Burada yetişen maharetli insanlar devasa gemiler yapıp onları azgın dalgalara saldılar. Haram yemediler, ekmeklerini taştan çıkardılar. Kadınlar hep erkeğin yanında oldu. Hatta erkeklerden bir adım önde… Keşanlı ve peştemallı kızlarımız, bacılarımız, analarımız erkeklerine destek olup hayatın yükünü hafiflettiler.
Bir başkadır benim Sürmene’min düğünleri, kına geceleri. Eş dost toplanır kemençe eşliğinde horonlar oynanır. Sürmene deyince hamsiyi ve karalâhanayı da unutmamak lazım. Onlardır sofraların kralı. Mısır ekmeğinin olmadığı bir sofra nerden baksanız eksiktir. Çocukluğumuzda yediğimiz incirler, karayemişler hatıralarımızı süslüyor. Doyum olur mu Zarha dağından Sürmene’nin manzarasına. Sürmene anlatılmaz, yaşanır tek kelimeyle!... Sözlerimi Sürmene’ye dair duygularımı terennüm ettiğim bir dörtlükle bitirmek istiyorum:
“Zarha dağından baktım sana aziz Sürmene
Gözümüzde canlandı masallardan bir şehir
Bekle bizi ey şehir yaza geliriz yine
Vuslatı yarınlara eylemeyelim tehir…”