- 1407 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Kumar
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Okuyamayıp tasdikname alınca bir işyerine çalışmaya başlamıştım. Geceleri de yaşıtlarımızla mahallemizdeki kahvelere çıkıyorduk. Kağıtla ilk tanışmam mahalle kahvesinin o göz gözü görmez sigara dumanlarıyla dolu akşamlarında başlamıştı. İlk önce merakla başlıyan masadaki oyunları seyretme,daha sonra masalarda dördüncü olarak yer almakla devam etti. Öyle olduki daha askere gitmeden bilmediğim hiçbir oyun kalmamıştı.
Askerden döndükten sonra bir fabrikada işbaşı yaptım ama boş zamanlarımda da oyun oynamaktan büyük zevk alıyordum. Galiba söylemeyi unuttum, uzun zamandır parasına oynuyordum. Parasız oynamak bana haz vermiyordu.
Gece kahveye çıktığımızda kapıdan girenler oyun oynıyanları bildiklerinden kaşla göz arasında bakışlarla anlaşıp hemen masayı kuruyorduk.
Bir zaman alıyorsun, aldığının kamçılamasıyla daha bir hızla oyuna başlıyorsun ve aldıkların fazlasıyla gidiyor. Masada sadece kazanan mekan sahibi oluyordu. Bunu bildiğim halde yine oyun oynamak sanki bir kurt gibi içime girmiş habire “Hadi oyna,hadi oyna mutlaka kazanacaksın” diyordu. Eğer iraden de zayıfsa işin bitmiştir.
Kumara vermekten evlenememiştim. Kumar tutkum yüzünden fabrikadaki yöneticilerden de epey azar işitmiştim.
İşte benim bu kumar tutkumu bilen yeğen “Gel bu akşam tam senlik bir mekan açılışı var” dedi.
O yörenin kuvvetli abilerinden biri şehrin çıkışında dernek adı altında yeni bir mekan açmıştı. Bu mekanın açılışına da kendi gibi tüm ağabeyler davetliydiler.
Açılışlara davet edilsin edilmesin duyan tüm ağabeyler adamlarıyla birlikte katılıp gövde gösterisi yaparlardı. Böyle açılışlara katılmak o işin raconuydu. Açılış bahanesiyle uzun zamandır yüz yüze görüşemiyen ağabeyler bahane ile görüşürler,mekan sahibini onurlandırırlar ve oyun masalarına oturup yeni açılan mekanda oynarlardı. Amaçları kazanmak değil yeni mekan sahibine bu yolla çıkma yapmaktır.
İçeri girdiğimizde upuzun dizilmiş masaların üzerine yemekler sıralanmıştı. Her gelen konuğu teşrifatla meşgül olan kişiler saygıyla karşılıyorlar bazılarının ellerini öpüp oturacakları yere kadar refakat edip gelen oturduktan sonra yeni gelenler için kapıdaki yerlerini alıyorlardı.
Gelenler ekseriyetle en az üçlü veya dörtlü gruplar halinde geliyorlardı. Eli öpülen kişi masada kendisi için hazırlanan yerine oturduktan sonra etrafındakilerde hemen arka taraftaki kendileri için hazırlanmış masalara oturuyorlardı.
Tabiî ki mekan sahibi olan kişi her gelen konukla ilgilenip ayak üstü hoş beşten sonra yer gösteriyordu.
Saatler ilerledikçe masaların etrafındaki tüm sandalyeler dolmuştu. Yemek büyük bir iştahla yendi. Yemekte neler yoktuki sadece kuş sütü eksikti.
Yemekten sonra yeşil çuhalarla kaplı masalarla dolu başka salona geçildi.Her masanın yanında iki sandalye arasında masanın boyunca,kültablasını,içilecekleri koymaya yarayan sehpalar vardı.
Nasıl olduysa bir masanın dördüncüsü noksandı. Aslında böyle zamanlar mekan sahibinin dördüncüyü tamamlamak için adamları bulunurdu.
Yeğen “Hadi oturda dördüncü ol”dedi. “Bu ağabeyler arasındamı?” dedim. “Nesi var,oyun oyundur.Ha burada ha kahvede veya herhangi bir yerde hadi otur” dedi.
Bir anda kendimi masada oyuncu olarak buldum. Mecburen marka aldım.
Oyun baştan iyi başladı. Kağıt sanki benden yanaydı. Ben kazandıkça masada oturanların kazanıyorum diye gülümsemeleri zamanla kızgınlığa dönüşüyordu,bunu yüz ifadelerinden anlıyordum.
Kalkmak istesem,bu masaların raconuna göre kazananın kalkması masadakileri keriz yerine koymaktı buda benim için hiçde iyi bir şey olmazdı.
Gecenin geç vaktine kadar sigara ve içki kokuları arasında oyunlar sürdü. Ben kazandıklarımı vermiştim. Neyseki sabaha karşı koku ve uykusuzluktan bitkin bir halde masadaki abinin “Yeter bukadar” demesiyle oyuna son verdik. Son verdik ama abi masadan kalkarken bana bir bakışı vardıki sormayın…İliklerime kadar titredim…
Yeğenle birlikte mekanın dış kapısından tam dışarıya çıkacaktıkki biri yeğeni “Biraz gelirmisin” diye çağırdı.
Ben çıkıp hava alır,beklerim düşüncesiyle dışarı çıkmıştımki “Gel lan buraya” biri beni yakamdan yakalayıp karanlık bir yerde diz üstü çöktürüp başımada silahı dayadı. “Hayrola abi bir şeymi yaptım?” “Daha ne yapacaksın be!. Ulan sen kazanırken bizim ağaya nasıl öyle kinaye kinaye bakarsın lan,sıkayımmı kafana?” “Abi yanlış anlamışsınız inanınki ben abimize öyle alaylı alaylı bakmadım,inanınki size öyle gelmiştir” “ Biz anlamazmıyız lan” “Abi istemiyerek bir kusur yaptıysam özür dilerim.İstersen abimizden de bizzat özür dileyip elini öpeyim” “İstemez lan, sen kim bu masalarda bizi keriz yerine koyup yolmak kim lan… Bunu kafana sıkardım ama ağama dua et . Kimlerle dans ettiğini sakın unutma… Bir daha da sakın karşımıza çıkma hadi defol” Adam elindeki tabancanın kapzasıyla enseme , tekmeylede arkama bir vurduki yerde buldum kendimi. Yerden kalkmadan şöyle bir baktım. Adam az ileride duran son model lüks bir arabanın kapısını açıp içeridekine saygıyla tekmil verdikten sonra arabanın önüne oturdu ve araba gecenin karanlığında kayboldu gitti.
Yerden kalkıp üstümü başımı silkelerken yeğen geldi. “Hayrola” dedi. “Hiiiç !” dedim. “Nasıl hiiiç ?” dedi. Ona doğru döndüm ve yüzünün tam ortasına okkalı bir yumruk atıp “İşte böyle hiiiç !” dedim.
Arkama bakmadam karanlıkta yürüdüm gittim.
İşte bu benim hayatımda kumara son noktayı koyduğum andı.
Mustafa Arif RAzgartlı