- 521 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TANRI MİSAFİRİM-GÖNÜL KONUĞUM
Tanrı Misafirim Gönül Konuğum
Günlerden çarşamba. Sahil kasabamız haftanın en hareketli günlerden birini yaşıyordu. Pazar alışverişinden dönen komşularımızın pazar arabalarının gıcırtıları, sahile gelen tatilcilerin bavullarının teker seslerine karışıyordu. Kapımızın önündeki sahile inen patika yol kestirme olduğu için daha çok tercih edilirdi. Bizse pek pazara gitmezdik. Ekili bahçemiz, haftalık ihtiyacımızı karşılayabiliyordu. O gün komşularımızla günümüz vardı, verandada oturup çaylarımız eşliğinde sohbet ederek geçirmiştik birlikteliğimizi. Onlar gittikten sonra verandayı toparlamakla meşgulken eşim sahil kahvesinden dönmüştü. Akşam on sekiz suları kapı zilimiz çalındı. Mutfakta bulaşıkları makineye koymakla meşguldüm, eşime kapıya bakmasını rica ettim. Kapı önünde konuşmaları da duyabiliyordum.
-Buyurun, kimi aramıştınız?
-Kiralık oda arıyorum, bulamadım. İstasyona geldim fakat son treni kaçırmış olduğumu öğrendim. Durağa en yakın, sıcak gördüğüm ev sizinkiydi; kapınızı çaldım. Bildiğiniz bir pansiyon var mı, bana yardımcı olabilir misiniz lütfen?
-Öyle mi, ne mutlu bize, hoş geldiniz!
-Hayatım, bakar mısın?
-Efendim!
-Konuğumuz var.
-Kim geldi?
-Tanrı misafiri. Kapımızın önünde bir peri duruyordu adeta. Bir kadında olmasını düşündüğünüz tüm güzellikler mevcuttu. Omuzlarında kırlaşmış dalgalı saçları ile bronz tenine yakışan o ela gözleri sıcacık gülümsüyordu. Bu alımlı, zarif hanımı ilk bakışta çok sevmiştim. Eşim kapı önünde içeriden net anlayamadığım konuyu kısa bir şekilde anlattı. Usulca içeri süzülerek bizi, iki hanımı, baş başa bırakmıştı.
- Buyurun, içeri girin lütfen.
Çekindiğini hissettim.
- Eşim sizin için bir pansiyon baksın. Misafirlerim henüz gitti. Semaverde çayımız sıcak, birlikte içelim.
Biz içeri girerken eşim pansiyonların dolu olduğunu söyledi.
- Pansiyoncu arkadaşlar az önce konuşuyordu. Hepsinin odaları doluymuş.
- Bir gece geçirebileceğim bir oda bulamaz mıyım? Konfor aramıyorum.
Tanrı misafirimiz çok üzülmüştü. Müştemilatı göstererek:
-Burası pansiyon odası gibi duruyor, boş sanırım, demişti.
-Müştemilatta kiralık yerimiz var ama şu an uygun değil; badana için boşaltıldı, düzenleniyor. Sezon sonu evde onarımlar olacak, işçiler şehre gidip gelmesin, rahat kalabilsinler diye.Size uygun değil.
-Tüh,çok üzüldüm! Taksi bulabilir miyim?
-Ooo! Üzülmeyiniz, sizi sokakta bırakamayız. Bir iki gün değil mi, ’uygun’ derseniz evimiz müsait. Çocuklar hafta sonu deniz için geliyorlar, eşimle yalnız kalıyoruz, sizin için uygunsa buyurun birkaç gün konuğumuz olun.
Bu güzel, orta yaşın üzerinde, bakımlı, zarif hanım konuğumuzdu. Sahil kentimizde zaman zaman ricaları kıramaz, pansiyon bulamayan insanları pansiyoncu komşumuzun isteği ile müştemilatta konuk ederdik fakat bu asil görünümlü hanım için orası bu haliyle hiç de uygun değildi. Evimizin ebeveyn banyolu misafir yatak odasını düşünmüştüm. Bu önerimiz karşısında çok mutlu olmuştu tanrı misafirimiz.
- Konaklayacak bir oda bulduğuma çok sevindim. Hayret! İlk kez şansım yüzüme güldü.
Teşekkür ederek koca bir bavulla içeri girdi fakat bavulu bir şal gibi elinde savruluyordu.
- Lavabo nerede? İzniniz olursa önce bir elimi yüzümü yıkayayım. Elindeki koca bavulu dış kapının yanına koydu ve alt kattaki banyoya girdi. Ben bavulunu onun kalacağı üst kattaki odaya koymak üzere aldım. Bavul tüy kadar hafifti. Şaşkındım. İndiğimde banyodan çıkıyordu. Daha sonra odasını gösterdim. Müsaade isteyerek odasına çekildi. Kısa süre sonra, en az çıkardığı kıyafetler kadar şık keten bir takımla odasından çıktı. Kısa kollu gömleği adeta ela gözleriyle aynı renkteydi. Şortu, üzerinde çok şık duruyordu. Bir mankenin edası vardı. Yaş olarak benden bir hayli büyüktü. Kibarlık ve zarafette de öndeydi. Birlikte salona geçtik.
- Şirin bir eviniz varmış; o derecede de sıcak, dedi. Konuşurken yüzündeki tebessüm odayı ısıtıyordu adeta.
- Aç mısınız? Sizin için bir şeyler hazırlayabilirim. Mahcupça başını önüne eğdi.
- Zahmet etmeyin, çok yorgunum, günlerce uyumak istiyorum. Misafirlerim için hazırlamış olduğum ikramlardan birkaç kurabiye, kek ve bir büyük bardak çay hazırladım. Daha çok bizden, çocuklarımdan bahsettiğim sohbetimizden ve karşılıklı çay keyfinden sonra, müsaade istedi. Odasına çıkarken döndü.
-Zahmet olmazsa büyük bir bardak su alabilir miyim? Uzun zamandır her şeyden, herkesten uzaktayım. Birkaç telefon görüşmesi yapacağım.
Servis tabağına kurabiyeler ve birkaç meyve suyu koydum; su dolu, büyük bir sürahi ile birlikte üst kata çıktım.
-Odanızdaki çeşmeden içme suyu alabilirsiniz. Yaz sıcağında sıcak içilmiyor, soğuk isterseniz seslenin, getiririm. Kalacağı odayı tanıttım, dolap kapağını andıran banyo ve tuvaletin bir arada olduğunu gösterdim. Pike ve çarşafları yatağının üzerine koyarak,
-Allah rahatlık versin, dedim ve odasından çıktım. Konuğum güngörmüş, kibar, bir o kadar da zarifti. Benim aklım hala bavulda idi. Çok sohbetli bilinen ben; kilitlenmiş, olayı çözmeye çalışıyordum. Eşim; benim bu halimi garipsemiş, tedirgindi. Neden şaşkın olduğumu anlayamamıştı. Nereden gelip nereye gittiğini sorma mücadelesi yaşamıştım. O sadece "Çok yorgunum" demişti. Biz alt katta uzun bir süre televizyon izlemeye devam ettik. Televizyonu kapatıp odamıza çıkıyorduk ki merdivenlerde boğuk, kısık hıçkırıklar duyduk. Eşim bana dönerek,
- Hayatım, bakıver istersen, demişti. Doğrusu o halde olsam, kimse tarafından ağlamam kesilsin istemezdim.
- Yok canım, bırak rahatlasın, ağlamak güzeldir, diye karşılık verdim. Uzun süre hıçkırık sesleri kesilmedi, iç çekmeler çok uzun sürdü. Daha sonra ses soluk kesildi, uyuduğuna inanarak biz de uyumaya koyulduk. Bu gizemli sır perdesine bürülü konuğumuzu çözememenin tedirginliği ile hiçbir zaman kilitlemediğimiz oda kapımızı kilitledim ve kendimizi de Allah’a emanet ederek uykuya geçtik. Sabah, ezan sesleri ile uyandığımda misafirimin odasından ışık sızıyordu. Billur gibi bir sesle dualar, şükürler, yakarışlar duyuluyordu. Sessizce abdest alıp namazımı bitirdikten sonra tekrar odama geldim ve kapımı kilitleyip tekrar uyudum. Eşim uyandırdığında saat sekiz buçuğu gösteriyordu. Kuş sesleri eşliğinde bahçeye kahvaltıyı hazırladık. Eşim ekmek almaya gittiğinde saat dokuz buçuk olmuştu. Konuğumu uyandırmak için odasına yöneldim. Kapının altında bir not: "Size afiyet olsun. Beni affedin, çok yorgunum." Bahçeye döndüm ve kahvaltımızı yaptık. O gün uyudu. Ertesi gün, saat on bir gibiydi, kapısı açıldı. Bavulu ile merdivenlerden iniyordu. O koca körüklü bavulu bir boy küçülmüştü sanki.
- Bavulunuz küçüldü mü bana mı öyle geldi? dedim. Yine o sıcacık gülümsemesi ile,
- Kafama sığdıramadıklarım içindeydi, şimdi her şey yerine yerleşti. Huzurlu iki gün her şeyi hafifletti. Körüklerini kapadım bavulumun, haklısınız küçüldü, dedi. Oda ücretini ödemek istedi ama kabul etmedim. “Yolcu yolunda gerek.” dedi. Geldiği gibi kibar ve nazik bir şekilde teşekkür ederek evimizden ayrıldı. Konuşmak istemeyen bu ilginç misafirimizin ardından bakakalmıştık. Daha sonra odasını toparlamak için odaya girdiğimde her şeyi çok muntazam ve düzenli gördüm. Çarşafını, pikesini, yastık kılıfını çıkarmış ve katlanmış bir şekilde buldum. Yastığının üzerine beyaz bir kağıda yazılmış bir not ve bir de zarf koymuştu. Hemen notu alıp açtım, şöyle yazıyordu: "Değerli, temiz yürekli insanlar! Size konuk olmanın huzurunu yaşattığınız için var olun. Sizi tedirgin etmiş olabilirim, lütfen bağışlayın beni. Annemin memleketi olan ve tek mirasçısı olduğum bu güzel ilçenize mal varlığımı satıp tamamını nakde çevirmek için gelmiştim. Annemden kalan eşyaların arasından bazılarını anı olarak alabilirim düşüncesiyle, birkaç eşyamı koyduğum koca bavulun sırrı bu. Emlakçının tavsiyesi üzerine, yeni tanıştırıldığım müze müdürümüze annemin yadigarlarını kayıt karşılığında teslim ettim. Müze müdürünün bana annemin anılarının, bu turistik merkezimizin müzesinde, evimde durduğundan daha da güzel duracağını söylemesi ile ikna olmuştum. Zaten artık bir evde yaşamayacaktım. Ellerimle yerleştirdiğim vitrinde sergilenmesini görmekten de çok mutlu oldum. Ben yalnız bir anneyim. Eşimle ömrümüz, yavrularımızın istikbalini hazırlama mücadelesi ile geçti. Evlatlarımızı büyüttük, eşimi kaybettim. Yavrularım bütün dünyam olmuştu. Onları okuttum, hayata atıldılar. İstanbul’un tanınmış iş adamlarından oldular. Tüm varlığımı onlar için harcadım, onları evlendirdim, evlat sahibi oldular. Şu an çok işleri var, çok meşguller. Anlayacağınız bana ayıracakları bir saatleri bile yok. Uzun bir zaman oldu. Önce telefonlarım seyrekleşti, şimdi ise tamamen unutuldum. Aylardır ne telefonum ne kapım çalınıyor. Tesadüfen de olsa bir yerlerde karşılaşamıyoruz. Arada bir sıkıştıkları zaman beni ’Şu yeri satalım anneciğim, bu dar boğazdan kurtulalım’ diye ihtiyaca binaen arıyorlar. Rahata erince de soran olmuyor ne yazık ki! Tahmin ettiğinizden çok daha meşguller. Hep düşünüyorum, nerede hata yaptım diye. Beni unuttular, birbirlerini unuttular. Bu ıstırapla yaşamak bana ağır gelmeye başladı. Yarın ölümüm halinde mal paylaşımı için bir araya geldiklerinde belki de birbirlerini yıllar sonra görecekler. Birbirlerini üç kuruş için kıracaklar. Bunu istemediğim için tüm mal varlığımı satıp nakde çevirdim ve banka hesabıma yatırdım. İstanbul’a gidince Darülaceze’ye bağışlayacağım. Bu işlemi yapmadan önce kurumla bir anlaşma imzalayacağım. Yetkililerle konuyu paylaştığımda beni burada tanıdıkları arkadaşlarına yönlendirmişlerdi. Tüm işlerimi resmi bir şekilde bitirdim, şükürler olsun. Bana ölünceye kadar bakmaları şartımı kabul ettiler. Şimdi oraya gidiyorum. Yolunuz düşerse beklerim, çok fedakarlık çok kayıp demektir. Hayatınızda kararı bilin, benim gibi kendinizi üzmeyin, kendinize iyi bakın ve lütfen kendinize zaman ayırın. Birbirinizi çok sevin." Konuğumun bu yazdıkları kulaklarımda çınlıyordu. Gerçekten hak edilen, layık görülen bu mu olmalıydı. Hiçbir ebeveyn bu ilgisizliği hak etmiyor. Eşim de, ben de çok üzülmüştük. O ara gözüm bıraktığı zarfa ilişti. İçini açıp baktım. Bir tomar para ve küçük bir not: "Sizi sevdim, görüşmek isterim. Bu bir miktar para size yük olmadan bana gelmeniz içindir. Lütfen yılda bir kez olsun beni arayın. Size yük olmak istemem, bana gelirseniz bu parayla bilet ya da benzin alırsınız. Kabul etmeyecek olursanız bağış yapınız. Hayatımın gerçeğini sadece siz biliyorsunuz." Hayretler içindeydik. Zarfta kabul edemeyeceğimiz miktarda para vardı. Saymamıştım bile. Bankadan verildiği gibi öylece üzerine geçirilmiş şeritte, dudak uçuklatacak miktar yazıyordu. Sevgi dolu dünyada sevgi paylaşımını yaşamanız, geniş ailelerle mutlu olmanız dileğimdir. Ve dilerim bu güzel gerçek yaşam öyküm kulaklara küpe olur.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.