- 744 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
YAKILACAK ROMAN!-5-
Eve döndüklerinde kamyonu görünce “ Yaşasın babam gelmiş.”diye sevindi Mustafa.
Kamyonun etrafında dönmeye başladı. Sürücü mahalline abanıp baktı, sanki babasını görecekmiş gibi. Dikiz aynası, simit, yerli yerindeydi. Uzun süre direksiyonu aklında tutamamıştı. Simit demesi kolayına gidiyordu. Simidi çevirmişti birkaç kez babasından habersizce. Kapıyı açık bulunca dalmıştı içeri, hemen babasının oturduğu yere oturmuş, başlamıştı simidi sağa sola çevirmeye. Bir de ortada başı topuzlu uzun bir şey vardı. Bu ne işe yarıyordu ki .İleriye geriye itti ama kımıldamadı. O esnada yan camdan babasının habersizce kendisini seyrettiğini nereden bilebilirdi ki… Kızmamıştı babası. “ Büyünce öğrenirsin oğlum” diye geçiştirmişti. Eğer neşeliyse başından geçenleri anlatırdı. İşte o zaman dünyalar onun olurdu. “ Gezmedik yer bırakmadım,” diyordu. Sivas’ a götürdüğü karpuzları, ora halkının kabukları ile yediklerini söylemişti bir keresinde. Bakalım şimdi ne haberle gelmişti.
Suna, görüşürüz, demiş olmasına rağmen Murat, görüşemeyiz diye kesip atmıştı.
Yarın çalışmaya gidecem inşaatta iş buldum.
“Peki o zaman sen ne zaman istersen.”
Tamam dercesine göz kırptı Murat. Nihayet aşkımın karşılığını aldım diye içinden geçirdi Suna.
Babası mutfakta oturuyordu. Mutfak, oda gibi genişti. Yemeği yediklerinde yaz kış otururlardı. Yatmadan yatmaya terk ederlerdi mutfağı. Hemen ağabeysiyle birlikte babalarının eline sarılıp öptüler.
“Hoş geldin baba,” dediler sırayla.
Annesi kahve yapmakla meşguldü. Ocaktaki odun kömürünü ateşlemiş cezveyi de üzerine koymuştu. Yenice paketi, hemen yanındaydı. İki sigara içtiği kül tablasındaki izmaritten belliydi. Babalarının yüz mimiklerinden öfkeli olmadığı anlaşılıyordu.
“Ne var ne yok, Murat?”
“İyilik baba, seni özledik,onbeş gündür göremeyince.”
“Ekmek parası oğlum, oradan oraya zıplayıp duruyoruz.”
Mustafa, “nereleri gördün baba?”
“Her tarafı…” Biraz suskunluktan sonra anlatmaya başladı. “ Ya şu müftünün yaptığına bak. Adamı yolda aldık. Niksar’ a geliyormuş. Neyse muhabbete başladık hemen. Adam din adamı ya. Biraz beni de cahil görmüş olmalı ki. Attı tuttu, mangalda kül bırakmadı. Şu günah bu günah. Şu haram bu haram. Sırat köprüsünden geçmek de varmış öbür dünyada. Eğer kul hakkını yerine getirdiysek cennete gidecekmişiz.Yoksa cehenneme. Sonra ne derse beğenirsiniz.
Mustafa, “ ne dedi?”
Kahve hazırdı. Köpüklü tarafından yudumlarken sohbetine devam etti Veysel.
“ Bu kamyon, gavur icadıdır, bunu kullanmak haram ve günahtır, demez mi. Benim şalterler attı. Hemen arabayı durdurdum. Madem öyle buna binmek günahtır, in bakalım dedim ve indirdim. Çok yalvardı, “ yanlış anladın beni, şimdi ne yapacağım ormanda tek başına. Kurda kuşa yem olurum.”
“Eee, baba,indirdin mi ya ormanda?”
“İndirdim tabiî ki.” Ne yaparsa yapsın. Hiç olmazsa yabani hayvanlar aç karnını doyurmuş olurlar. Yoksa başka işe yaramaz sahtekâr herif.
Babasının korkusuz olması, doğru bildiği konuda taviz vermemesi hoşuna gidiyordu.
Çok yorgundu babaları, akşamı beklemeden odanın hamamlığında yıkanıp yattı.” Güllü kızımı da çok özledim ya, o geldiğinde ben uyanırım, az kestireyim bari,”diye içinden geçirdi.
“Yarın Çorum’ a gidecem, sizi de götüreyim mi?”
Murat yarın inşaatta çalışacağını söyleyince gizli bir sevinç duydu Veysel. Hayatın ne kadar zor olduğunu anlasın kerata diye içinden geçirdi.
Mustafa, hemen atıldı. “Beni götür baba”
İlk defa Niksar’ın dışına çıkacaktı. Tokat’a bile gitmemişti henüz. O gece sanrılar gördü rüyasında. Kalede uçurtma şenliklerinde birinci olmuştu ama yine havada beliren demirden yapılı canavar, alıp götürmüştü binbir emekle yaptığı uçurtmasını. Telaşa kapılıp ramazan topunun ucundan aşağılara doğru yuvarlanırken kan ter içinde kalmış, sıçrayarak uyanmıştı. Uyandığında bir süre uyuyamadı. Sağa sola döndü yatakta. Babasının Çorum’a götüreceğini aklına getirince sanrılarından kurtuldu. Nasıl bir yerdi Çorum?
***
Güllü, eve geldiğinde çok yorgundu. Betti benzi atmış vaziyetteydi. Gözlerinin feri gitmiş, bıraksalar hemen yere yıkılacaktı.
“Neyin var kızım,” dedi annesi. Kızındaki değişikleri an be an izlemeyi ihmal etmiyordu . İki gündür solgundu yüzü. Arada bir kesik kesik öksürmesi de neyin nesiydi. Güllü ile birlikte bir ton lastik kokusu girmişti evin içine. Leş gibi kokuyordu. Babasının geldiğine çok sevinmişti. On gündür hasretini çekiyor, yollarını gözlüyordu ne zaman gelecek diye.
“Biraz kestireyim, akşama uyanırım demişti ya uyanacağı da yok. Çok yorgundu çünkü. “
Odasının kapısı ırıktı. İçeri süzülüp babasını seyretti kısa süre. Veysel, nefesini alıp verirken horluyor, arada bir kolunu sağa sola sallıyor, anlaşılmaz kelimeler çıkarıyordu.
“Aslan babam, “dedi içinden. Güllü, karnını doyurduktan sonra sedire uzandı. Annesi bulaşık tabakları yıkadıktan sonra raflara dizdi. Sağı solu düzeltti. Güllü’ nün sedire büzülüşüne dayanamayıp yanına gidip oturdu. Başını dizinin üstüne aldı. Anne şefkatiyle kızının saçlarını okşadı aheste aheste. Saçları kirden kalınlaşmıştı Gülü’nün. Haftalık yıkanıyordu. Bir hafta da arap saçına dönüyordu başı. Saçlarının aralarını parmaklarını tarak gibi yapıp düzeltmeye çalışırken siyah noktaların saçlarının derinlerine kaçıştıkları gözlerine ilişti.
“ Yine peydahlanmış bitler, diye öfkelendi. Bitlerin birini başparmaklarının arasında ezip yok ederken bir diğeri gözünü ilişti. Bir saat boyunca Güllü’nün başındaki bitlerle boğuştu adeta. Arada bir sağa sola zıplayan pireleri de yakalayıp gebertti.
Babam ne getirmiş, diye sordu Güllü. Gözlerinin feri canlanmıştı yorgunluğunu atmışcasına.
“Afyon lokumu!
“Fıstıklısından mı?”
“Hıı, fıstıklısından.”
Bir lokum attı ağzında, tatlandı ağzı, solgun dudakları parladı.
“Canım babam,” dedi Güllü. Birkaç kez boğuk boğuk öksürdü. Kıvrıldığı sedirde uyaya kaldı. Annesi, üzerine yorgan getirip örttü.
Veysel erkenden uyandı. Seher, eşi uyanır uyanmaz yataktan fırladı. Kahvaltı hazırlayayım, birazdan Güllü, fabrikaya gidecek. Kızını başındaki bitlerden bahsetmedi kocasına. Öksürdüğünden de… Şimdi üzmeyeyim adamı boş yere diye içinden geçiriyordu. Babasının annesiyle konuşmasıyla uyandı Güllü. Akşam ki yorgunluğu yoktu üzerinde. Bugünlerde hep öyle oluyordu. Fabrika paydos düdüğünü çaldığında sanki ölüsü geliyordu eve. Kazancı Mahallesi yokuşunu çıkıp evlerine gelene kadar ölüp ölüp diriliyordu. Bir de öksürük belası peydahlamıştı. Allahın belası bu öksürük de nereden çıkmıştı durup dururken. Fabrikadakilerin çoğunluğu hastalıklı koyunlar gibiydiler. Ehe ehe deyip duruyorlardı.
Sofrada yine güldürdü herkesi. Evin solmayan gülüydü Güllü.
Murat, kahvaltıyı yapar yapmaz, evden ayrıldı. Torbasına eski püskü pantolon ve mintan koydu. Annesi, azığını da hazırlamıştı. Arkadaşı, Keşfi Camii’nin karşısındaki kahveye gel, demişti. Kahve, taş binanın içindeydi. Ara sıra tavla oynamaya gidiyor, kumar oynayanları seyretmekten hoşlanıyordu. Arkadaşı ile buluşup Ayvaz tarafına gittiler. Arkadaşı,
” ilk günler biraz yorulursun ama sonra alışırsın. Ne de olsa vücut ham.”
Murat, gülmeyi yeğledi. Bu zamana dek inşaatta çalışanların yakınından değil semtinden bile geçmemişti. Gerçi son zamanlarda yeni yeni beton binalar dikilmeye başlamıştı ya.
YORUMLAR
Aileyi aile yapan içinde yaşayan insanların birbirine olan bağlılığıdır. Hele ki Baba, kızlar için de erkekler içinde duvar demektir. Baba gittiğinde iki duvarın en güçlü tarafı yıkılmış demektir. Biz bu törelerle büyütüldük. Bu gerçeği de babalarımız dünyadan göçüp gittiğinde daha çok anladık. Şimdilerde bizim kuşağımızda yaşanan geçim sıkıntısı, idarecilik kalmadı maalesef. Çocuklar doyumsuz. Onlar yokluk görmedikleri için varlığın kıymetinibde bilemiyorlar. Artık onların şuçu mu yoksa bizim suçumuz mu tartışılır. Romanın içine kadar girdim adeta. O sofradaydım. Okuyucunun gözlerinin önüne sermişsiniz. Çok başarılı bir çalışma Ayhan Bry. Yürekten tebrik ediyorum sizi. Saygılar.