İLK SAYI İLK HEYCAN ve YOLLARDAYIZ 1
İstanbul / Beyoğlunda , Devrim Özgür ve ben tesadüfen bir araya geldik.. Özgür ve Devrimin Dersime gitme planına bende dahil oluyordum.. Çoğunluğu gençlerden oluşan bu ailenin ilk ürünü olan Dersim Hayat gazetesi için , sonbaharın sonu ile kışın başladığı dönemi fotoğraf – vidyo olarak çekmek istiyorduk.. Dersim hayat için , en kötü koşullar da bile fotoğraf çekmeye razıydık , içimizdeki heycana cevap vermek için.. İyiki haycanlıydık ve yeni çıkacak olan bir gazete için düşlerimiz vardı konuşabildiğimiz.. Özgür , 37-38 Dersim katliamlarıyla ilgili belgesel çalışması sürdürüyordu. . Belgeselde adı geçen bazı bölgelerin çekilmesi gerekliydi.. Elimizde ki kağıtta Cemal Taş’ın yazdığı , adı geçen bu bölgelere nasıl gidecegimiz konusunda notlar yazılıydı.. Ertesi gün yol çekiyordu gözümüz.. Otobüsün içinde - yol boyunca , gideceğimiz bölgeleri ve Dersimde süren oparasyonun bizi ne şekilde etkileyeceği üzerine konuşuyorduk.. Dersim Hayat ile hayatı konuşurken , Devrimin can sıkıntısını tahmin etmeye başladık.. Bir gün önce kız arkadaşından ayrılmıştı söylediğine göre .. Özgür , mutluyum ben abi demekle yetiniyordu sanki.. Benim ise , Hozatlılardan yana şansım hiç gülmemişti.. Birbirine benzer karmaşık duygular içinde olsakta , ortak aşkımız Dersim vardı.. Binlerce platoniği vardır Dersimin.. Sonbaharda yerimizde olmak isteyen binlerce.. 2 numaralı koltukta gözlerim nemleniyordu adına anlam yüklerken.. Sadece o coğrafyaya verilen isim değildir Dersim.. Acılarına rağmen kendisine gülebilen bir halkın , erdemli duruşu için kullanılan sözcüktür de.. 22 saat sonra acıyı – sessizliği - insansız bir doğayı keşfetmeye başlayacaktık kuşkusuz.. Bölgeyi iyi bilen ve gazetesinin haber koordinatörü olan arkadaşımız vardı Dersimde.. Çay – poğaça yerken içeri girdi Serkan.. Hal Hatır – Kısa Sohpet derken ilk nefesi Laç deresinde almaya karar verdik..
Halvori karakolunda kimlik kontrolu – sicil tespiti yapıldıktan sonra , birkaç dağ – tepe özellikle çekilmeyecekti.. Munzur suyundan karşıya geçip , Laç deresinde ilerlemek gibi cesaretli düşüncelerimiz oldu.. Fakat Doğanın koşulları buna uygun değildi ve bu alanın mayınlı olma ihtimali çok yüksekti.. Sırtını Laç deresine yaslamış bir dağa tırmandık önce.. 38 de bu dereyi Dersimlilere mezar eden zihniyetin fotoğrafını çektik öfkeyle.. Kontrol edemiyorduk öfkemizi , laç deresine atılan yaşlıyla empati kurduğumuzda.. Kontrolsüz duygularla , üzerine yüksek dağların gölgesi düşmüş , adından başka hiçbirşeyi olmayan Vang köyüne geldik.. Çatısız – perdesiz – kapısız evlerden başka hiçbirşeyi olmayan , masal olmuş bir köy ! Yaşlısı – çeşmesi – civcivi olmayan nice köyler vardı Dersimde , terkedilmek zorunda bırakılmış.. Vang bunlardan birtanesiydi gidebildiğimiz – belgelediğimiz..
İlk gün tırmanmakla ve kadraj yapmakla geçmişti.. Akşam Ovacığa dönmek için Mahmut dayının yerinde minibüs bekliyorduk.. Çaylar bardaginda yarım kaldı minibüse binerken..
Kadın ve çocuk dolu minibüse yerleşmek için kürsü dizayn yaptık koridora.. Serkanla Özgür bağajda da gideriz diye çıkışıyordu şöföre..
Şöför , 15 kişilik minibüste 22 kişiye yüzünü dönerek , orta yaşlı kadınlara o komik şivesiyle ‘’ sıkıştırın kendinizi ‘’ diyordu.. 10 dakika içinde yerleştik ve gülücükler eşliğinde Ovacığa doğru yol aldık..
Dağların içindeki asvalt vadide ilerleyen minibüs , zifiri karanlıkla birlikte sessizliğe büründü.. Bir ara teyzenin kusma sesine Serkanla – Özgürün gülüşme sesleri karıştı.. Başımı kaldırıp baktığımda gözlerinin içi gülüyordu ikisinin.. Önemsiyorum o gülüşleri..
Ovacığa indiğimizde ev sahibi Devrimdi.. Sabah kaçta uyanacağımıza - Dersim Hayat için hangi dağa tırmanacağımıza – gidecegiğimiz köylere kadar ( can güvenliğimiz hariç ) Devrim sorumluydu.. Evlere gidip bataryaları şarja koymamız ve biran önce uyumamız gerekiyordu sabah erken kalkabilmek için.. Elini fularına atan Serkan sabah kaçta kalkıyoruz diye sordu.. Abi sabah erken kalkmalıyız , 6:00 da otelin önünde ol diye yanıtladı Devrim.. İtirazsız bir şekilde tamam deyip Yeşilyazı köyünün yolunu tuttu Serkan..
Sabah 6:00 , 08:30 olmuştu yola çıkarken.. Devrimin abisi Oktay , 38’in tanığı Dere Laçinu’yu Bilgeçten rahatlıkla çekebileceğimizi söylüyordu.. Boşaltılmış ve yasaklı bölge ilan edilen Bilgeç’e tırmanmak çoğu şeyi göze almamız anlamına gelecekti.. Devrim’in doğduğu Aslan Doğmuş köyündeyiz antreman çekimleri için.. Köylüler Bilgeçe gitmememiz için uyarıyordu manalı bakışlarla.. Nenenin biri ‘’ bizim dağlar kanlıdır , nereye gidiyorsunuz oğul ‘’ diye sesleniyordu uzaktan.. İlerdeki amca Devrim İçin , Hasan’nın oğlu gitmesinde kim giderse gitsin diyordu yanındakine .. Çıkmaya kararlıydık köylülerin kaygısına rağmen.. Köyün çıkışına geldiğimizde , tepede oturan ve o muhteşem manzarayı izleyen birini farkettik.. Bizi gördüğünde telaşlanmıştı sanki.. Bu kesin Haydar Oğur’dur diyen Devrim cevap olarak şu sözleri işitti.. ‘’ Ero sıma kame , sekene nazede ? ‘’ ( Siz kimsiniz.. Ne yapıyorsunuz burada ? ) Kendisini tanıtan Devrim , seni arıyoruz diye karşılık verdi.. Haydar Oğur bu mevsimde , doğup -büyüdüğü coğrafyada zaman geçirmeyi tercih eden yazarlarımızdan biriydi.. Köyde gitmemizi destekleyen ve yol gösteren tek insandı.. İşaret parmağıyla tarif ettiği dağın içinde kaybolduk zirveye çıkmak şartıyla.. Karın içinde yürümekte zorlanırken , Ovacıklı İsmail abi askere yakalanalım da ayıya yakalanmayalım diye moral veriyordu.. İsmail abinin espirisi 10 dakkika sonra tedirginliğe yol açtı bende.. Zirveye çıktığımızda ilk çektiğim fotoğraf ayının kardaki ayak iziydi.. Yeni geçmişti ayı , ayak izinden belliydi.. Fotoğrafı arkadaşlara gösterdiğimde tilki olduğunu duyunca , ‘’ hadi ordan ‘’ oldum.. Hepimizin elinde makine.. Kimimiz vidyo , kimimiz foto çekiyorduk özenle.. Solmuş bir yaprağın arkasında fluydu Ovacık.. Munzur dağının üzerindeki gölge , romantik poz veriyordu optiğimize.. Çukurun içindeki suya zoom yaptık göl olması için.. Patikalar vadi olsun diye tepelerden dağ yaptık.. Tezat olan ne varsa uyumladık.. Fakat Ovacık – Hozat arasında garip bir derinlik vardı.. Beyazın altında ki toprak – yeşili sararmamış ağaç – köyü olmayan dağ – izinsiz uçan kartal , sayısızca ve yanyanaydı.. İnsana yasaktı bu bölge – yasaklanmıştı.. Giriş yasaktır diyen zihniyetin inadına ‘’ Çıkış Yoktur ‘’ ünleminde fotoğraflar çektik !
Soğuktan dolayı çıkarmak istemediğim yeşil parkaya laf atıyordu Serkan.. Ufuukk çıkarsana şunu üzerinden.. Sen kendi elindeki tripoda ( camera ayağına ) bak diye yanıtladım gülümseyerek.. Öyle tutuyorduki tripodu , uzaktan bakıldığında keleşten farkı yoktu.. Bilgeçe az kalmıştı.. Çektiğimiz görüntülerlemi yetineceğiz yoksa yasaklı bölge Bilgeçe’mi gideceğiz ? Bu soruya en anlamlı cevabı telefonla arayan köylüler verdi.. Ovacıkta helikopterler uçuyor , size doğru gelebilir diye uyarıldığımızda , fotoğrafını çektiğim ‘’hayvan’’ ayak izinin tersine doğru yürümeye başladık.. Çıkarken zorlandığımız dağdan , yeşili dökülmüş ağaç dallarına tutunarak – kayarak ve arada koşarak indik köyün girişine kadar.. İnerken , ayağı boşluğa gelmeyen – montu ağaç dalına takılmayan – düşmeyen yoktu..
Bir ara botlarımızın içindeki karı boşaltmak için durduğumuzda ayaklarımı hissetmiyordum.. Devrim çorabının üstüne poşet geçirmediği için hayıflanırken , Serkan yeni aldığı bota küfür ediyordu.. Özgür ise kalın çoraplarını bileklerinin üzerine çekerek kardan en az şekilde etkilenmeye çalışıyordu.. Köyün girişinde , yüksek sesle Haydar Oğurun babası karşılıyordu bizi.. Siz delimisiniz – yazık ki size okumuşsunuz – geçen ay vurmadılar mı iki kişiyi – hangi akla hizmetsiniz ! Çekme , çekme diyorum – hele bak kime söylüyorum ! Yav İsmail bende seni akıllı sanıyordum – yazık ki sende insansın ! Amcanın kaygıları o kadar insaniydiki , sinirli olmasına rağmen hak vererek gülümsüyorduk.. Haklıydı kendine göre.. Haydar Oğur’un evinde çay içip – ısındıktan sonra çekim yapmaya devam ettik.. Köyden ayrılma vakti geldiğinde deklanşöre daha fazla basıyorduk umursamadan bataryaları.. Kapıların üzerinde yazan numaralardan tutta , ahırın içindeki küreklere kadar çekiyorduk.. ‘’ Bizim dağlar kanlıdır , nereye gidiyorsunuz oğul ‘’ diyen nenenin evindeyiz birazdan yola çıkmak için.. Kendi yaptığı klamları okuyordu nene.. Müzisyen arkadaşımız Serkan’nın aldığı manevi haz görülmeye şayandı nene klamını okurken.. Ayrılma vakti gelmişti artık.. Korkusundan eve girmekte zorlandığım köpeğe dokunup çıktım , köyden uzaklaşırken..
Devrimin isteği üzerine güneş batmadan , Kedekte eski mezar çekmeliydik.. Yol boyu giderken bazı köylerde durup ( Kızık - Burnak – Topuzlu – Çöğürlük - Isıtma ) genel fotoğraflar çektik.. Gittiğimiz yolu yeni yapmıştı karayolları.. İlerdeki köprüyü U harfine benzeten Serkan mühendislere hitaben , bu i…..ler bilerek böyle köprü yapıyor – sanki bilmiyoruz ! diyerekten tepki veriyordu.. Biran önce Kedeğe varmamız gerektiğini söyleyen Devrime , ‘’ Bu mezarlarda ne buldun hele bizede söyle ’’ şeklinde orta-şut karışımı cevap verdi Özgür.. Mezar taşının kapak fotoğrafı olacağından hiçbirimizin haberi yoktu..
Ovacık merkeze vardığımızda , dünkü soruyu sormak için bu kez elini şapkasına götürdü Serkan.. Sabah kaçta kalkıyoruz diye sorunca kahkaha attım içimden yanıtlamadan Devrim.. Abi yarın Hozat’a gideceğiz sabah 6:00 da burda ol , ancak gideriz diyordu Devrim.. Serkansız bir akşamı gece yapacaktık çekimlere devam ederek.. İlk olarak Dersim ozanı Hıdır Akkül’ün canlı performansını kayıt altına almaya karar verdik.. Dersim Hayat’ın çalışmalarından biri olan ’’ Dünden Bugüne Dersim Müziği ‘’ belgeseli için sandalyeye oturdu Hıdır Akkül.. Renkli perdenin önünde , çalıp söylemeye başladığında elimdeki kamera 20 dakika sabit kaldı.. Hıdır Akkül’ün çıplak sesi bağlamanın tınısıyla rengini buluyor ve bizi yerleşik duygularla başbaşa kılıyordu.. Saatler ilerlediğinde Özgür’ün belgeseli için ay ışığında köprü çekmemiz gerekiyordu.. Oktay abinin arabasıyla Devrimin bahsettiği köprüye doğru yol aldık.. Ha bu köprü – ha diğer köprü derken , evinde misafir olarak kaldığım Hüseyin’le sigara yaktık geceye inat.. Ay ışığı yüksek dağların arasında bazen kaybolup bazen görünüyordu.. Cameranın gece modu yetersiz kalıyordu köprüyü çekmeye.. Artık vidyo ve fotodan uzaklaştık o an..
Gece yarısı üzerinde yürüdüğümüz tahta geçit , geçmişimiz ile yarınımız arasında köprü oluyordu.. Akan Munzur , Uzaklarda yaşayan ve Anayurduna özlem duyan herkesin gözyaşıydı o an.. Başka kentlerde güneş doğsa gece , Dersimden uzaksak karanlıktayız..
Hafızamız ikinci sayı içinde taze kalacak.. Hozatı ve sonrasını diğer sayıda yazmak üzere , iyi kalın..
Dostça
DevrimGece