- 649 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
'toxic'
Kazlar üşüyor. Uzun zamandır anlatılmak üzere ertelenmiş bir konu kadar sıkıcı geliyorum şimdi kendime. Rüzgârın sesini duymak nafile bir yaşam belirtisi. Yaşamaya çalışırken ölümü arzulamak da garip ama ölmeye yakın tekrardan yaşama isteği kadar aptalca değil en azından. Mentol ve ağrılar bir yanda duruyor, diğer yanda kramplar ve uyuşmalar. Dualar aminsiz bırakılacak kadar uzun yapıldığı için mümini az bir memleketin, saçlarını geçmişin verdiği o elim yılgınlığın yoldurduğu sandalyenin süngerindeki sperm ve üre kalıntılarını hissedebiliyorum. Bu sandalyede pek çok kişi oturdu ama yalnızca iki kişi sevişti. Ellerimi açıyorum. Ellerimi ensesine kadar açabiliyorum karşıda görünen gölgenin. Paytak ayakları suya çarpınca titriyor uzun gagası kuşun. Bir şarkı daha replay tuşuna basılmak zorunda bırakıyor kendisini. İnsan sempozyumu düzenliyor Tanrı ve polarizasyon olma süreci mutlaka başarılı geçiyor, merhamet ve umut evvelinde. Hiçbir oyun yarım bırakılmamalı ki, kazananın o bir anlık hazla baş başa kalma serüveni ortadan kaldırılmasın. Kaybeden de, kaybettiğini anladığı andan sonra başlayacağı saniye içerisinde mutlu olacak. Orası çok uzak. Ora, hiç bilinmeyenin avuçlarında biriktirdiği ter damlaları. Buharlaşıyor ve tekrar yoğunlaşması için bir kalbe ihtiyaç duyuyor. İnsan acırken böyle, aç kalırken de, düşüp, tekrar ayağa kalkamadığı anlarda da böyle. Her yer sessiz bir an için. Kediler miyavlamıyor. Esnemekten yorgun köpeklerin aç karnına gezindikleri sokaklar soğuk ve ıssız. İnsan arkadaş olası geliyor kendine. Kendi kendine arkadaşı olunca, bir başkasının saçma sapan kaprislerini çekmeyeceğini iyi biliyor. Bir kitap alıyor eline.
Kitabı tahta korkuluğun üzerinde unutuyorum. Sigara paketi sağ cebimde. Hissediyorum, öleceğim.
Daha fazla yormamalıyım dünü. Uykunun tesirli bir atak olarak gelebileceği her süreç insancıl kalmalı.
İnsanlar birbirlerini beğeniyor. Öyle gösteriyorlar. İnsanlar birbirlerini beğenirken, birilerinin de kendisini beğenmesini ve bu durumdan haz almayı umut ediyorlar. Tükürüğün ve etin doyumu yorucu daima ve zihin bunun dışında çoğu hazza karşı anarşist bir karşıt. Bembeyaz tüyleri, kazın kanatlarının noksanlarını kapatıyor. Kavuniçi renginde ayaklarına aşığım. Bana fetiş diyorlar, parmak arası terliği yalarken görüyorlarmış. Oysa ben lades oynamak için biriktirdiğim kemikleri yalayıp, duruyorum. Bunu içimde saklıyorum. İçim cadıların dahi kazan olarak kullanamayacağı şekilde çizilmiş ve artık bir teflon kadar bile değerli değil.
Önemli olan o tahta çitin ya da korkuluğun, her neyse, üzerinde kalan kitaptı. Şehirleri özlüyorum. Şimdiden o kitabı da özlemiş oluyorum. Şehirler ayrı bir yer tutuyor insan hayatında. Şehirler belki de insanın kronolojisi. Hep aynı şehirde yaşamış ve o şehirden dışarı çıkmamış insanlardan nefret ediyorum. Bir tarafım aşırı ilgi duyarken eylemsizliğine, diğer taraftan katlanılmaz bir sıkıcılık çevresinde. Ve kötü insanlar, genç yaşta, erkenden ruhsal bir menopoza uğramış kadınlık birikintileri, erkenden kuruyan adam salyaları ve çocuklar! Bir yandan sanata acıkırken, diğer yandan kendimden nefret etme sürecim hızlanıyor. İnsan bir şeyden nefret ederse, ondan uzaklaşmak, hatta imkânı varsa hayatından tümüyle onu silmek ister. Sağlıklı düşünebildiğim noktalardan eğrisel bir çizgi koordinatları z düzleminin paralelinde farklı bir boyut derinliği ve görüş alanıyla yükseltip, yeni fonksiyonlar türetmesine sebep olurken, o şarkı hala çalıyor. Kaz yürümeye, sinek evin içinde uçmaya, bir kadın elini kuyruk sokumunu kaşımaya, çocuk ağlamaya, gözlük buğulanmaya ve çay soğumaya devam ediyor. Bu anın hiçbir köşesinde aşk yok ve talihsiz çocukların yuvalarında devlet baki. Şiirlerden, şarkılardan, duvar yazılarından, romanlardan, resimlerden, heykelden, hicivden korkan bir oryantalist zümrenin tabakasında tütün kokulu elleri var insanların. Kimi çoktan bırakmış, kimi bir sonrakine başlayacağı zamanı düşünüyor.
İnsanlar çıplak kalabilseydi ve ideolojilerinden soyutlanıp, pratik bir özgürlüğün tadına varabilselerdi, kendilerine daha rahat Tanrı deme alışkanlıklarından vazgeçerdi. Ama ne medya ne de komşular buna müsaade ediyorlar. Hepsi birden özürlü bir özleme duyulan merakı meşrulaştırıp, insanları tüketmenin o soluk alıcı tatmin etmekten yoksun endüstrisinde aktif olmaya teşvik ediyorlar. Özgürlük bir tavuğun diğer tavuktan daha önce yeme ulaşmasında yatıyor bu kümeste. Yirminci yüzyıl insanının bir başka yüzyıl yorgunluğu taşıyamaması, artık kendisine katlanamadığı ve ne olursa olsun artık bir yabancı olmanın verdiği aşağılık duygusundan kurtulmamasında yatıyor.
Bu kapının içerisinden mutsuzluk gelecek. Hiçbir arkadaş kalmayacak. Sıkıcı bir yabancılık dahi çekilebilir hale geldiği an, fiş çıkartılacak.
Bütün arkadaşlar insanı bırakır. Her çay soğur ve mutlu olmak için yaşamak için pek anlamsızdır.
İnsan alakadar olduğu negatif ve pozitif boşluklarda yer almak için çabalıyor. Ne sanat, sanat için ne de toplum için yapılıyor. O bir şey gerçekten varsa, yalnızca kendini ortaya çıkarmak içindir. Gururla yaptığı işi ortaya çıkaranların sümüksü sevinçlerinden gına geldiği bir merasimde kurtuluşun kendinden nefret etmekle kalmayacağı da aşikâr. Bir kere seni kandırıyorlar, inandırıp kendilerine. Bir kere daha şans veriyorsun. Yine kandırıyorlar. Bir sonraki seferlerin hepsi, öncü bir birliğin idamına koşan ortak sarhoşlar olarak sevinç çığlıkları altında vurulup, taş kesiliyor. Bu taş inadın o soysuz kökünde çıban gibi büyüyor. Güneş tüm bu muhtevanın koynunda yatan karanlığın kendini yaratan bahanelerine doğmayı tercih ediyor. Yer ıslak, ıpıslak ve banyo terliği ıslanmanın şehvetinde kayıyor derzleri karalanmış beyaz fayanslar üzerinde. İnsan aylaklık edebildiği müddetçe gerçekten kaçıyor. Bu arada kendisinden daha çok bahsedilmesi için kapılar aralayan insanların verdiği emek incelikten yoksun, güzelliği betimleyemeyen fazlalıklar olarak kapı altlarında hava sirkülasyonunu azaltmada da kullanılmak için sıra bekliyorlar. Belki de bir kahvaltı sofrasında halı üzerinde birkaç dakika daha yaşama şansları olabilir.
Kaz birkaç salise de olsa uçuyor. Hatta birkaç saniye, belki de birkaç dakika. Hiç fark etmez, ayaklarının arasında kalan hidrojen oksijeninden ayrılıyor ve demir korkuluk oksijenin aşkına engel olamayıp, oksitlenmeye başlıyor. Kaz demir korkuluğu umursamıyor, suyun ısınması için kendi dilinde dua etmeye başlıyor.
Biliyor musun? Aslında sana karşı kinim yok ve istediğin gibi sanatını yapabilirsin. Hangi yolu kullanırsan kullan ama bil ki, kalabalıkların o sahte gülüşlerine ihtiyacın yok. Yalnızca yapman gerekeni yapsan yeterdi ama sen emeği de, kıvancı da incitiyorsun.
Ahşap korkuluğun üzerinde kalan Marcel Proust bir kayıp zaman diliminden fışkırırcasına dışarı çıkıyor. Uyku tam olması gereken yer de ve ivmesini azaltarak, dairesel bir hareket çizmesine imkân tanıdığım dudaklarımın hem çizgisel hem de açısal hızlarının hesaplanabilme olasılıklarından nefret ediyorum.
Savaş barıştan daha kolayken, acı çekmenin ölümden başka tanımlamalara ve silah isimlerinin de ders kitaplarına koyulmasına gerek var. Dünyayı fethe giderken daha çok yalnızlaşan bir dehanın atındaki o narin çığlık baharın kızıl tonlarında kıvranıp, büyüyor. İnsan kendini gıdıklayamamanın verdiği acizlikle şikâyet edip duruyor. Şikâyetin değersizleştiği bir zamandan bahsediyorlar. İnsan değiştiremediği günü ve dünü, ne diye şikâyet edip, tekrar aynı çaresizliğin başlama sürecine tanık olmak istiyorlar ki? İçine düşülen bir pisliği başka bir pislikle değiştirme çabasını anlamış değilim.
İşte cılız bir röprodüksiyon ve ulaşıp, etamininden geçebileceği yer beynin en kurak bölgesi. Sulak alanlar geçilmiş ve kan artık kokusunu dahi unutturmuş bu coğrafyada. Akıp gidenler su olmanın bahtiyarlığıyla engin bir mutluluk içerisinde. Diğer yandan bunların bir hayal olabilmesi insanın canını yakıyor.
Birisi sosis sevmezken, diğeri sucuğu, bir diğeri de salamı sevmiyor. Ama kaşardan tiksineni görmedim şimdiye kadar. Yalnız aylaklık yapmanın tadını yitirdiği bir Ayvalık tostunun içine sinen ketçap kadar yoğun ve mayonez kadar mideyi rahatsız ediyor hayat. Kuşlar uçuyor.
Ağır bir parfüm kokusu dağılıyor. Genç kızın pantolonunun paçalarında çamur lekesi. Yorgun ve ıslanmaya yakın saçları tel tel kopuyor. Ellerinin içinde sıcak bir kuş öpücüğü. Yumurtası büyüyor kan tohumlarının içinde. Dışarı fırlayan bir bebeğin isyanı dünyaya doğar doğmaz:’ Beni bırakın!’
Sana yakışanı takıyorsun omuzlarına.
Algısal bir deneyim büyüyor ve insan önce kendisini tanıyıp, nasıl kendisini dünyaya adapte edebilir kısmına çalışmalıdır. Üstlü sayılar, fonksiyonlar, denklemler, karekökler, trigonometriler…Hiçbiri o derin acının geçmesi için faydalı bir arkadaş olmuyor. Basit, doktor tavsiyesi uyuşturucuya benzeyen, miligramı küçük haplar onlar. Hiçbir siyasi haritada yazmıyor insanın ne acılar çektiği ve çarpışan bir uçakla, füze arasındaki bağlantının kimseye yararı yok. Derin acılar daha soyut ve gri elbiseler seçip, giymeye devam ediyor.
Bu çirkin ve anlamsız mecranın perdesini açmak bir yana dursun, kıpırdatamadığım için sanatseverlerden özür diliyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.