- 800 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
YAKILACAK ROMAN!-3-
Annesinin ne demek istediği belliydi. Geçen yıl kalenin mağaralarını mesken tutmuş sapıklar, iki genç kıza saldırmışlar; birisi kaçıp kurtulmuş, diğeri ise sapıklara yem olmuş, Niksar günlerce bu çirkin olayla çalkalanmış, insanların huzuru kaçmıştı. Halkın yorumları gelmekte gecikmemişti. “Genç kızların ne işleri var, kalede. Başlarına belayı kendileri sarmışlar…” Tecavüze uğrayan kız, günlerce terapi tedavisi almıştı ama ne fayda. Delirme aşamasındayken ailesi, üzerlerine çöken namus yükünden kendilerini kurtarmak için İstanbul’a taşınmak zorunda kaldılar. Kızlarının tedavisini oradaki Akıl Hastanesi’nde devam ettireceklermiş.
Murat, annesiyle birlikte tavadaki çökelikli yumurtaya yumuldular. Mangaldaki çay da demini aldı. Bir iki bardaktan sonra Seher Hanım, bütün yorgunluğunu üzerinden atmış gibi rahatladı.
Murat evden çıkarken, “ babam gelmeyeli on gün oldu neredeyse. Başına bir terslik gelmesin.”
Seher, oğlunun kuşkusunu gidermeye çalıştı.
“ Kamyonun keyfine bağlı. Kış boyu yatmışta zaten. Şimdi de biraz tabanlara kuvvet çalışsın bari.
“ Kamyonumuz da eskidi bayağı. Yenisini alamadık gitti.
“Ona da şükür oğlum. Onu da elimizden kaybetmeyelim de…”
Kayınpederi öldükten sonra manifatura dükkânı, uçup gitmişti ellerinden. Raftaki top top kumaşların yerinde yeller esiyordu. Kocası eve sarhoş geldiğinde “ dükkânı satacam ,” diye celelleniyordu.
“ Çıkıyorum anne, Mustafa hangi mağaradaysa alır gelirim.”
“Tamam, benim de işim az kaldı zaten…”
Murat, kale yoluna saptı. Mahalledeki son evin önünde oturan komşusu şişlerle bir şeyler örüyordu. Yanındaki kadını tanıyamadı. Mahallede herkes birbirlerinden haberdardı. Yabancı biri geldi mi hemen anlaşılırdı.
“Uğurlar olsun, kaleye mi? Dedi Zehra Hanım.”
“Bizim ufaklığa bakmaya gidiyorum. “
“Aman dikkat et Murat!.”
Duyumsamıştı, ne demek istediğini.
Murat ve Zehra’nın konuşmalarıyla birlikte çok geçmeden içerden ayak sesleri gelmeye başladı. İnceden inceye radyodan yükselen türkü nağmeleri kulakları tırmalıyordu.
Suna, ikinci katın balkonundan ceylan gibi süzülüp göğsüne kadar pencerenin küpeştesinden uzandı.
“ Nereye Murat?”
“Kaleye..”
“Çoktandır çıkmamıştım, birlikte gidelim mi? Hem evde oturmaktan canım sıkıldı valla”
Sen bilirsin dercesine sessizliği yeğledi Murat.
Zehra Hanım, hemen devreye girdi. Kız tek başına korkuyor, ağabeysi de yok ki burada sahip çıksın. Çekinme oğlum, Suna senin kardeşin sayılır.
“ Peki, dedi Murat. Suna’yı bekledi. Bu teyzeyi tanıyamadım dercesine baktı yabancıya. Zehra’nın bakışları üzerindeydi. Sanki alıcı gözüyle süzüyordu Murat’ı.
“Yeni kiracımız, Mesudiye’den.”
“ Hoş geldin teyze mahallemize.”
Murat Suna’yla birlikte iki sevgili gibi kaleye doğru tırmanırlarken iki kadın arkalarından imrenerek bakıyorlardı. Zehra, Murat için farklı duygular içerisindeydi. “ Çok terbiyeli çocuk. Tam kızıma göre ya. Şimdiki gençlere akıl sır ermiyorlar. Bizim zamanımızda bir erkekle yan yana gitmek ha. Herifimi bile gerdek gecesine kadar yüzünü görmemiştim... O gece gördüğüm kadarıyla. Tövbe tövbe…”
Bir ara geriye dönüp el salladı annesine.” Keyfim yerinde dercesine.” O esnada kiracının Mustafa yaşındaki oğluyla ondan iki yaş küçük kızları, kapının eşiğinde belirdiler. “ Eyvah, şimdi peşimize takılırlarsa yandık,” diye paniğe kapıldı Suna. Adımlarını hızlandırdı, Murat’ın koluna yapıştı çabuk ol dercesine itti.
***
Uçurtma rüzgâra inat gökyüzünde süzülürken Mustafa zevkten dört köşeydi. Uçurtması altı gendi. Çıtalarını Kireç Köprüsü’ne yakın olan marangozlardan birine gidip rica etmişti ustaya. Usta, fazla istersen yok demişti ama kenarda dağ gibi yığılıydı çıtalar. Üç dört parça için para almıştı usta. İyi ki cebinde harçlığı vardı. Son kuruşuna kadar çıkarıp uzatmıştı çopur suratlı, şiş göbekli adama. Marangozhaneden ayrılmadan “ Uçurtmanı kim yapacak? Demişti çopur suratlı adam.
Kendine güvenli haliyle “ ben!” yanıtın alınca sarsılmıştı biraz usta. Pısırık biri olmaması hoşuna gitmişti adamın.
“ Kimlerdensin oğlum?”
“ Veysel derler babama.”
“İsim yabancıma gitmedi ama… Ne iş yapar baban?”
“Kamyon şoförü.”
Tanımıştı babasını. Çok kereste taşıtmıştı Akkuş’tan. Veysel. Tanımaz mıydı hiç. Beraber çok kadeh tokuşturmuşlardı. Aldığı parayı geri vermek istemişti ama Mustafa tükürdüğü tükürüğü geri yalamadı. Hoşuna gitti kendine güvenli tavırları. Uzaklaşmadan bir şeyler daha sormak istedi Mustafa’ya.
“ Çalışmak ister misin benimle? Hem yaz tatilin boşa geçmemiş olur.”
Avucunda özenle tuttuğu ip yumağını yavaş yavaş serbest bıraktıkça, rüzgârın etkisiyle süzülmeye başlamıştı, uçurtma. Hareketsiz duran o altıgen, birden bire canlanmıştı. Uçarken, Mustafa’ya doğruydu yüzü. Gülücükler gönderiyordu sanki, “ özgürlüğüme kavuştum,” diye. Mustafa’nın elini zorluyor, daha fazla serbest bırak dercesine ilerilere hamleler yapıyordu. Kuyruğu ile uyum içerisindeydi. Uçurtma göğsünü rüzgârla şişirdikçe, kuyruğu havalanıyordu. İpin son kısmını bileğine sıkıca bağladı. Ne olur ne olmazdı. Elinden kayıp giderse bütün emekleri boşa giderdi. Bir işi kendisinin kotarmasıyla öz güveni daha da artıyordu. Uçurtmamı yaptığıma göre daha çok şeyler başaracağım, diye iç dünyasında geziniyordu.
Uçurtma yönünü, rüzgârın etkisine göre belirliyordu.Mustafa, ramazan topunun bulunduğu düzlükte ayakta dineliyor, ipi sağa sola oynatarak uçurtmasına yönlendiriyordu. Emir komuta kendisinde olmalıydı. Niksar Niksar olalı böyle bir uçurtma görmemişti sanki. Kâğıttan uçakları kısa mesafelerle uçup kayboldukları halde uçurtması kendisini terk etmemiş, onlar gibi vefasızlık yapmamıştı. Bakışları üzerindeydi. Gözlerini ayırmıyorlardı birbirlerinden.
“Bir gün senin gibi uçacağım göklerde…” Şarkı sözleri gibi mırıldanmaya başladı:
Kanatlanıp uçmak,
Özgürcesine…
Yıldızlara komşu olmak
İnsancasına…
Kendi kendine gülüyordu. İstem dışı bir gülüştü bu. Kahkahalar atmaya başladı.
Yakınından geçen birkaç kişi, durup seyrettiler Mustafa’ yı. Bir anlam veremediler bu çocuğun iç dünyasındaki fırtınalara.
İç dünyasındaki rehavetten bir an’da kabus görür gibi sıçrayarak uyandı. Kelkit Irmağının üzerinde beliren demir yığını, üzerine doğru gelmekteydi. Göz açıp kapanıncaya dek tam karşısından geçip gitti Kel Tepe’ye doğru. Bir metre kadar ipi kendine doğru çekmeseydi uçurmasını alıp götürecekti. Geriye doğru tökezlenip düşmüştü ama ipi bırakmamıştı. İyi ki bağlamıştı bileğine. Bu demir yığını nereden çıkmıştı durup dururken. Ne güzel uçurtma uçurma sefası yapıyordu. Heyecanlıydı. “İşte yine geldi” dedi sevinçle. Geçen yazdan bu tarafa bu demir yığının yolunu gözlüyordu. Annesi;“Sülükçü Kara Raziye’nin oğlu demişti pilot için.
O günden bu tarafa ben de onun gibi olacağım, diye kafasına koymamış mıydı. Nasıl uçuyordu kuşlar gibi bir türlü akıl sır erdirememişti. Onun gibi olmak için hangi okula gitmek gerekiyordu. Hele şu ortaokul bitsin, neler olacaktı neler…
Göklerde süzülmek…Uçurtması gibi. Şimdi Niksar’ın altını üstünü getiren şu demir yığını gibi…
Jet, üstüne üstüne geliyordu. Hipnotizma olmuş gibi kaskatı kesildi. Ramazan topunun üzerine abandı ama sağ kolu havadaydı, uçurtması dalgalanmaya devam ediyordu. Uçurtmasının özgürlüğüne biri daha ortak olmuştu şimdi. O, uçurtması gibi sabit belirli bir alanda dolaşmıyordu. İstediği yere hoplayıp zıplıyordu. Demir yığını yaklaştığında göz göze geldiler pilotla. O esnada kendisine doğru gülümsediğini gördü. Çok mutlu olmuştu. Oleyyyi, diye çığlık attı…Jet’in arkasından bakmak için doğrulduğunda kolunun hafiflediğini hissetti. Kolunu çekti. Bir daha çekti ama en ufak bir tepkime yoktu. Bir iki metrelik ip sallanıyordu aşağıya doğru. Uçurtmasının yerinde yeller esiyordu. Gözleri gerildi, yanılsamalar içerisinde olup olmadığını anlamak için bir daha dikkatlice baktı. Demir yığını kendisine doğru taklalar atarak yaklaşınca gerçeği anlamakta zorlanmadı.
“Canım sağ olsun bir daha yaparım,” diye kendi kendini teselli etti.
Jet, gösterisini devam ettirdikten sonra gri bir duman izi bırakarak Tokat tarafına doğru kuyruklu bir yıldız gibi yitip gitti. Hüzün çöktü içini. Uçurtmasının yok olmasına değil, Jet’in gösterisini kısa kesip gitmesine çok üzüldü. Bir yıl beklemişti bu demir yığınını. Hemen uçup gitmek olur muydu. Bir yıl daha mı bekleyecekti şimdi. Uçurtması kolaydı. Yarın tekrar başlardı yapmaya. Nasıl olsa bir uçurtmalık daha çıta vardı… İyi ki iki tane çıta fazladan almıştı. Çopur suratlı marangozu gözü tutmamıştı ama çalışmak istersen gel demişti. Hem babamı da tanıyormuş, diye içinden geçirdi.
Yine pilotu aklına getirdi. Onun gibi bilinmeyen diyarları keşfetmek istiyordu. Görmediği şehirlerin üzerlerinden kartal gibi süzülmek ne kadar muhteşem olurdu. Bu yaşına dek Niksar’dan dışarıya çıkmamıştı. Okuldaki Türkiye ve Dünya Atlas’ını her gün inceliyordu. Niksar’ın komşu şehirlerini ezbere sayıyordu. Kuzeyinde Akkuş, doğusunda Reşadiye, batısında Erbaa. Güneyinde Almus sonrasında vilayeti Tokat. Babası kamyonla her tafa gidiyordu. Beraberinde götürseydi ne olurdu sanki.
Hırlısı var,hırsızı var diyordu babası. Varsın olsundu. Dünyada tek taraflı güzellik yoktu ya. Değişik tipteki insanları tanımak, farklı farklı şeyler öğrenmek istiyordu. istiyordu. Çopur suratlı marangozu tanıdığı gibi…
***
Murat ve Suna iki âşık gibi havadan sudan konuşarak kaleye doğru yürüyorlardı. Gelip geçenler göz ucuyla bakıyorlardı ya kimin umurundaydı. Bu mahallenin delikanlısıydı Murat. Kolay kolay pabuç bırakmazdı çapulculara. Yumrukları ses getirirdi evvel Allah. Okul bahçesinde iki kişiyi sermişti. Bu kavgaya Suna da şahitti. Dili tutulmuştu Suna’nın. İşte o zaman içine bir ateş düşmüştü. Erkeğim olmalı diye korkusuzluğuna hayran kalmıştı. Ayağı kayma bahanesiyle Murat’ a yaslandı. Elinden tuttu Suna’nın. Elleri küçüktü. İçi bir tuhaf oldu genç kızın. Birden bire elinden tutmasına şaşırdı. Avucunun içinde kaybolmuştu eli. Ateş çemberi sardı bedenini birden bire. Bayırı çıktıktan sonra da elini hemen bıraktı Suna’nın. Halbuki hiç bırakmasın, avucunun içinde sıksın istiyordu. Ona duyduğum hislerin aynısı bana karşı yok herhalde, diye geçirdi içinden.
Kalenin dibindeyiz ama bu ikinci çıkışım kaleye, dedi laf olsun diye. Murat’ı konuşturmak, iç dünyasına hafiye gibi girmek istiyordu.
Kralın süt banyosu yaptığı havuzunu geçtiler. Yıkıntılardan yarısı kalmış mağaranın ağzındaki taşa oturup biraz soluklandılar. Yan yanaydılar. Bacakları birbirlerine değiyordu. Sıcak kan gitti geldi ikisinin arasında. Bacağını biraz çekti Murat. Bu hareketine hem kızdı hem de içerledi Suna. “Yaklaştıkça bu çocuk benden uzaklaşıyor, anlamış değilim.”
“Yine laf olsun diye; sen yanımdasın ama yine de korkuyorum.”
“Neden?”
“Sapıklardan.”
“Ben yanında bostan korkuluğu değilim herhalde.”
“Öyle ama yine de.”
“Boşuna kuruntu yapma ha şimdi kızacam sana. Yumruklarımın namını duymadın mı? Okuldaki kavgayı yani.”
Suna bir bir anlattı. Korkusunu, şaşkınlığını sonrasında da mahallemizin çocuğu diye kız arkadaşları arasında böbürlendiğini.
Yine laf olsun diye “ Mustafa senin gibi değil. Onun dünyası farklı.
“Kuşlar gibi gökyüzünde kanatlanıp uçmak istiyor. Kimin kardeşi…”
Suna boş boğazlık yaptı yine; “ aman canım altı senede ortaokulu bitirdiğini bilmiyorum sanki”
“Senin de uçan kuştan haberin var ha.”
Suna, okuldaki gelişmelerden bahsetti. Kızlar arasında konuşulduğunu hatta Murat’ın konuştuğu kızın kendisini kıskandığın, bazen okuldan eve birlikte gittiklerinde kıskançlık krizine yakalanıp neredeyse kendisine saldıracağını tek tek söyledi.
“ Bu kız hafiye olmalıymış” diye içinden geçirdi Murat. Ramazan topuna doğru yürümeye devam ettiler. Önlerindeki bayırı da tırmandıklarında kayma tehlikesi kalmıyordu artık. Bir iki mağarayı da geçtikten sonra tamamdı. “Şimdi sıkı tut elimi dedi Murat. Sakın bırakma. Yoksa yuvarlanırsın aşağıya doğru.”
Bu çocuğun sevip sevmediğini anlamış değilim, dedi içinden. Güçlü ve kaslı kollarıyla yukarı doğru çekti Suna’ yı. Düzlüğe çıkınca biraz daha sert çekti. Dengesini yitirip Murat’ın göğsüne yapıştı. Dudak dudağa gelmişlerdi. İlk defa böyle yakından göz göze geldiler. Bakışlarındaki farklılığı ilk kez duyumsadı Murat. Eyvah, dedi içinden bu kız bana âşık. Okulda sevgilim olduğunu bildiği halde bu kız bana abayı yakmış valla. Bakışları birbirine kilitlendi. Kollarının arasına alıp sardı.
“Ben aptalmışım, yanımdaki dünya güzelini bırakıp Karşıbağın kızlarına asılmakla.”
Murat’ın gönlüne girmenin huzurunu hissediyordu şimdi. El ele yürüdüler biraz daha.
Mustafa ramazan topunun üzerindeydi…
***
YORUMLAR
Biraz uzun olmasına rağmen su gibi akıp gidiyor yazınız. Bakalım neler olacak. Takipteyiz. Saygılar.
ayhansarıkaya
Saygılar.