- 2446 Okunma
- 4 Yorum
- 3 Beğeni
MUTLULUK ÇOCUKLUKTA MI KALDI?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
(Karlı bir gün de siyah beyaz bir fotoğrafın anımsattıkları)
Nerede uyursak uyuyalım, yatağımızda uyanacağımızı bilmenin rahatlığını sadece çocukluğumuzda yaşadık belki de. Çocukluğumuzun en güzel yanıydı, uğur böceklerinin uğur getireceğine inanmak. Sadece çocukken mümkündü utanmadan başkalarının yanında sesli ağlayabilmek. Küçükken, “büyüyünce ne olacaksın?” Diyenlere aşık olacağım derdim. Çocuk aklı işte! En derin yaraları aşkın açacağını o yaşta düşünemiyor insan. Büyüyünce anladık radyonun içinde insan olmadığını ve leyleklerin getirmediğini bizi…
Çocukken gidenlerin döneceğini bilirdik, beklerdik. Her ayrılık kavuşmakla biter sanırdık.
Tek derdimiz akşamları sokaktan eve daha geç girmek olurdu, bir de karneye gelecek notlar.
Sınıf arkadaşlarımızın veya kendimizin öleceğini düşünemezdik hiç. Böyle bir ihtimalin varlığı da öğretilmezdi. Büyürken çarpa çarpa öğrendiğimiz gerçeklerden di sevdiklerimizin bir gün bizi terk edeceği, ya da bizim onları…
Komşu bahçelerden çaldığımız eriklerin ve diğer meyvelerin tadını, yıllar sonra hiçbir markette bulamayacağımızı bilemezdik elbet. Hoşumuza giderdi macera, çalardık, yerdik, helal edilirdi…
Bir tek karanlıktan korkardık, o da babamız yanımıza gelinceye kadar…
Kavga etmek kolaydı çocukken, ama barışabilmek çok daha kolaydı. Kırılan kalpleri onarmak ta öyleydi, bir özür yeterdi. Özür dilemenin yeterli olmayacağı kadar kökünden kırılmazdık...
Annemizin dövmeyeceğim demesine inanıp bile bile dayak yiyen, kara kedi görünce kendi saçını çeken, hatta kolumuzu ısırıp saat yapan çocuklardık biz. Küçücük şeylerden mutlu olur, çocuk saflığıyla ağız dolusu sımsıcak kahkahalar atardık…
Dizlerimizdeki yaralara tükürük, tütün veya biraz kağıt yeterdi. Acıyan yerimiz öpüldüğünde ağrının geçtiği öğretildi bize, gerçekten de geçerdi. Ancak büyüyünce anladık asıl öpünce hiç geçmediğini yaraların…
Yetişkin olduk, kırıldık, döküldük, incindik. Yaşamın bize hediyeler sunmadığını, bedava peynirin sadece fare kapanında olduğunu fark ettik. Küçükken kurduğumuz düşlerin hepsi gerçek olacak zannederdik; bir baktık ki, yırtık ceplerimizden düşmüş hayallerimiz. Kartopu oynama, kayma sevincinin, zamanla çığ korkusuna dönüşmesiydi büyümek. Ya da büyük bir kumar ...
Büyüyünce kaybettik tüm masumiyetimizi. Büyüyünce gördük bütün arka bahçelerini dünyanın. Ne kadar acı çektiysek, o kadar onursuzlaştık. Çocukluk evremizde hiçbir şeyde her şeyi bulurken, yetişkinliğimizde her şeyde hiçbir şey bulamaz olduk…
Çocukluğumu özlüyorum. Hani şu yara bere dizlerimi. Pamuk helva yapışmış suratımı. Evde suç işlediğimde saklandığım kapı ardını. Oysa çoktan sobeledi hayat…
Peki! Hiç kendimize sorduk mu? Neden hep çocukluğumuza gitmek isteriz, neden hep eski günler, eski mutluluklar, eski coşkular daha kocaman, daha değerliymiş gibi gelir ve hep o dönemlere geri gitmek isteriz?
Yeni keşiflerin, buluşların, farkındalıkların en masum, en heyecanlı ve en sevgi dolu şekilde yaşandığı dönem çocukluk evresi olduğundan mı?
İnsanı mutlu eden şeyler bağımlılık yaparmış, belki de bundandır çocukluğumuza gitmek isteyişimiz, unutamayışımız…
Çocuk samimiyetini, güzelliğini kirlettik. Bu nedenle, geçmişteki çocukluğumuzun bir parçasını içimizde, kalbimizin, ruhumuzun en derininde canlı tuttuk hep. Gerektiğinde yeniden yeşertmek için.
Peki! yeşertebildik mi?
Yaşlar ilerledi, çocukluk, gençlik yılları buğulu bir perdenin arkasında kaldı. Öyle bir kaldı ki, ne kalış; çayımız bardakta, sevinçler kursağımızda, sevdiklerimiz uzaklarda, gülüşlerimiz fotoğraflarda, mutluluk çocuklukta kaldı… Unutunca çocukluğumuzu, kırılan oyuncaklar gibi kırıldı kalbimiz de…
Siz nasıl düşünürseniz düşünün. Bana göre; Çoğumuz sattığımız hayallerimizle, ahengi bozuk bir tiyatroda, oyun sonunu bekliyor, ikinci el hayatlar yaşıyor, çocuklukta kalan mutlulukları düşlüyoruz. Ve tedavülden kalkmış çocukluğumuzu…
Bunun en gerçekçi kanıtı da; Olgun kişiliklerimizle kendimizi zaman zaman çocuksu yaramazlık düşüncelerini eyleme dökme çabası içinde bulmamız olmuyor mu? Hatırlayın…
Kaç yaşında olduğumuzun ne önemi var? Yaşanmayı bekleyen, çocuksu mutluluklar var hala. Onları bulduğumuz an ıskalamamak gerek. Zira neye sahip olduğumuz değil, neyin keyfine varabildiğimizdir mutluluk…
Şimdi soruyorum; büyüyüp te bağıra bağıra ağlayamadığım, şımaramadığım hayat sen ne işe yararsın?
Hüseyin Çelikten H/Ç
Not: Bu yazıyı okuduğunda 12 yaşındaki oğlum dedi ki; “Ve ben de maalesef büyüyeceğim baba.”
YORUMLAR
Cok net cok duru bir anlatim. Tebrik ederim. Ne de guzel anlatmissiniz buyumeyi...👏👏
cok icten ve güzel bir yazi... gecmise dönme özlemi herkeste var elbet. sanki yeniden yasarsak o en bastan kaybettiklerimize SIKI SIKIYA sarilma istegidir bizi bu düsünceye iten. oburlastik hic bir sey bizi mutlu etmiyor. tatminsiz her birimiz. hep daha fazlasini istedigimizden elimizdekinin degerini bilmiyor kaybediyoruz elimizdekileri. hic bir seyimiz kalmiyor elimizde. sadece ve sadece samimiyet bütün kalplere anahtardir. ne asklarimizi kalici kilabiliyoruz ne dostluklarimizi... hep kaybediyoruz bu yüzden de mutlu degiliz. yasin önemi yok aslinda yeter ki samimi olalim her duygumuzda bakin o zaman nasil cocuklasiriz yeniden. icimizdeki cocuk saha kalkar. maddiyati elimizin tersiyle itip manaviyata sarilsak dünya yasanir bir hal alirdi ve biz de özlesek bile cocuklugumuzu, anin tadina varabilirdik.
cok yalin, samimi, katildigim bir yazi tesekkür ederim.
Merhaba Hüseyin Bey,
Yazınız günün seçkisini fazlasıyla hak etmiş. Satır aralarında kendimden çok şey buldum. Ortak nokta ise biz hayatın kucağında büyüdük. Çamurda oynadık, yağmurda ıslandık. Hatta naylon torbaların üzerinde yamaçtan aşağıya uçtuk soğuk havada. Bunlar çok güzel hasletlerdi. Ben de çocukluğumu özlüyorum. Onu siz yazınızda çok güzel ifade etmişsiniz. Galiba özlemimiz o soluk fotoğraflarda saklanmış anılarımız ve sevdiklerimiz. Yürekten tebrik ediyorum. Saygıyla.
Sayın Hüseyin bey, son zamanlarda okuduğum en iyi ''günün Seçkisi'' Öyleleri var ki daha birinci cümlede okumaktan vazgeçiyorum. Gözlerim nemlendi okurken. Benzetmeleriniz o kadar güzel ve gerçek ki tekrar tekrar okudum.''yırtık ceplerimizden düşmüş hayallerimiz'' ne güzel bir benzetme. İroniler harika. Çocukluğumuz ne kadar fakir, ama ne kadar da zengindi. Pek eleştiri yazılmamış. Ben de bu duruma alışkınım. İnanın iyi yazılar pek takdir edilmiyor. Ama sizin yazınızı günün seçkisi yapan seçici kurulu tebrik ediyorum. Yeni ve gönülden gelen yazınızı bekliyorum. Tebrikler.