- 804 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
MEVSİM SONBAHAR
Evgin Atalay
MEVSİM SONBAHAR
Yağmur ve rüzgâr hâkimdi havaya. Ve de "bıçak gibi keskin" bir soğuk vardı. Üşümüştü Esen. Çok üşümüştü. Ellerini nereye saklasaydı, paltosunun cepleri delikti. Şemsiyesi de yoktu. İçindeki ses,
"Hı! iyi oldu annen öğren diyordu dikişi kızıyordun kadına", dedi sonra kendine sesli hakaret etmeye başladı.
" Aptal Esen salak!"
Caddenin sol tarafında yürüyordu, hem o taraftaki vitrinler daha güzeldi, hem de tenteler sayesinde yağmurdan korunmuştu. Yanından geçen adam birden,
"efendim hanımefendi bana mı dediniz", deyince
İrkildi. Korkmuş yüz ifadesiyle adama dönüp
"Yok beyefendi yüksek sesle düşünüyordum sadece", dedi.
Adamda,
"pardon", deyip yürüyüp gitti.
Bir teknoloji mağazası önünde durdu, vitrindeki LCD televizyonlara baktı almaya heveslenişti fakat parası yetmedi Geçen gün komşusu Hatice almış bir tane, çok zevkli dizi, film izleniyormuş.
"Kerem beyin maçlarından fırsat bulursam tabi", diye sesli düşündü.
Esen ile Kerem çok mutlulardı.. Esen iki çocuk istiyordu, Kerem’e kalırsa bir düzüne, onlardan futbol takımı kurma niyetindeydi.
Üniversitede tanışmışlardı. Esen, güzel sanatlar bölümünde heykeltıraş, birinci sınıf öğrencisiydi. Kerem ise radyo televizyon bölümündeydi.. Birbirlerini ilk kez kantin de görmüşlerdi. İlk görüşte vurulmuşlardı.
Önce okul bitince evlenmeye karar vermiş sonra da ani bir kararla tanıştıkları yıl. Esen’in ailesi, hızlı gelişen bu evlilik olayına karşı çıkmışlardı. Kerem’in yaşını bahane ederek kızlarını vazgeçirebileceklerini sandılar...
"Otuz yaşında senden on yaş büyük, gel aptallık etme, hırlımıdır hırsız mıdır?"
Ailesinden hiç kimse düğüne gelmemişti. Sevinç ve buruk bir aradaydı. Mutluydu. Seviyordu Kerem’i. her şey o kadar güzel başlamıştı "Neden artık dağılmıyor üzerimizdeki bu kara bulutlar", diye sesli düşünmeye başladı.
Gözleri dolmuştu. Elini çantasına daldırıp güneş gözlüğünü çıkarmış, gözüne iliştirmişti. Sonra ağlamaya başlamıştı. Evinin merdivenlerini görünce gözlüğünün altında yanaklarına doğru süzülen yaşları sildi. Merdivenleri çıkarken çok sesiz davrandı. Ayakkabılarının ucu vuruyordu. Gene de parmak ucunda yürümeyi tercih etmişti. Komşusu "Melahat’a yakalanmaktansa..."
Melahat bir görürse başlardı yine sorguya,
"Esen hanım kızım, Kerem bey oğlumun durumu nasıl?"
"Ay! Valla çekemem şimdi onu", diye söylendi kısık sesle ve basamakları hızlı hızlı çıktı.
Melahat’ı yansılamaya devam etti. Dairesinin kapısının önüne geldi. Zili çaldı. Kerem kapıyı açtı,dikkatini Esen’in gözlükleri çekmişti, dayanamayarak sordu.
"dışarıda güneş mi var niye güneş gözlüğü takıyorsun?"
Ağladığını anlamıştı oysa yine de sorunca tedirgin oldu Esen.
"Evet", dedi. Düşününce de saçma geldi yanıtı fakat ilk aklına geleni söylemişti. Cevabın yetersiz olduğunu düşününce konuşmaya devam etti.
"Melahat teyzeye yakalanacağım diye çok korktum evde yoktu galiba. Olsaydı kesin yakalanmıştım. Bilirsin onu, tuttu mu bırakmaz... Kadının işi gücü başkalarının dedikodusunu yapmak."
"Ağlamışsın sen, kirpiklerin ıslak! Ne oldu? Doktor ne dedi?" Alacağı cevabı tahmin ediyordu. Gene de sordu. Esen elindeki reçeteyi uzattı, "kimyasal tedavi görmen gerekmiş", dedi.
"Bunun için mi ağlıyorsun yapma", dedi karısına sarıldı ve devam etti. "Ben düzeleceğim. Yeneceğim bu illeti. Çocuklarımız olacak. Kararlıyım on iki tane çocukta, futbol takımı kuracağım onlardan." Öyle söyleyince gülme tuttu Esen’i. "Aman Kerem", dedi. Kerem’i yanağından öptü, sonra boynundan bu Kerem’in hoşuna gitti. Sonra dudaklarından. Kocasını arzulamıştı. Sevişmeyi çok istiyordu Kerem yorgun hissediyordu kendisini. Durdu. Karısına, "özür dilerim", dedi mahcup mahcup,
"saçmalama olur mu ben özür dilerim, o kadar tatlısın ki kendime engel olamadım", dedi Esen.
Oda mahcuptu. Anlayışsız davrandığını düşündü. Oturma odasına gitti. Kerem bir koltuğa oturdu. Esen’de karşısına. Sustular. Esenin sakinleştiğini düşününce sessizliği Kerem bozdu.
"Ne zaman başlayacak? Şu kemoterapi"
"yarın", dedi ve tekrar sustular, sonra yine
"nasıl yapılacakmış?"
"İlaçlı serum vereceklermiş o kanı temizleyecekmiş"
"kaç saat sürecek?"
"iki"
Tekrar sustular.
Kerem lösemi olduğunu öğrendiği ilk günden beri kendini hiç bırakmamış, yaşamını aksatmamıştı. Fakat yorgunluğuyla baş etmekte hep güçlük çekmişti. Bide insanları iyi olduğuna inandırmakta…
"Herhalde bu hastalıktan dolayı beni hayata küseceğimi filan sanıyorlar" diye düşünürdü.
Bir gün aynaya baktığında başka birini gördü. Saçları dökülmüştü, kaşları kirpikleri... Gözlerinin altı morarmıştı. Hasta biri olduğu çok belliydi, artık. O gün pijamalarını çıkarmadı. Oysa yapmadığı bir şeydi pijamayla oturmak.
" insanı tembelliğe itiyor", diyordu hep.
Fotoğraf makinesini eline aldı. Koltuğa oturdu. Makinesinin içinde film bırakmış mı diye baktı sonra kendini çok halsiz hissedip uzanmıştı koltuğun üzerine…
Esen, KPSS sınavlarını kazanamayınca bir arkadaşı sayesinde özel bir bankada çalışmaya başlamıştı. Bu durum Kerem’in hoşuna gitmemişti, ama mecburdu. Eve gelip de öyle pijamaları üstünde koltuğun üzerinde yatar görünce şaşırmıştı.
"Gene üstü açık yatmış", deyip yatak odasından battaniyesini getirdi. Örttü üstüne. Eğildi dudaklarına bir öpücük kondurdu. Durdu. Soğuktu dudakları.
"Kerem şaka yapma bak korkuyorum, Kerem uyan! Kerem uyan!"
Uyansın diye omuzlarından silkeledi, bağırıyordu
"Yoo!Kerem uyan! Kerem! Kerem!"
Melahat hanım, üst kattan gelen bağırtıyı duymuştu, Kerem’in durumunu da bildiğinden endişenmiş hemen yukarı çıkmıştı. Anlamıştı bir şeyler olduğunu kapıyı yumruklayarak çaldı. Esen kapıyı açtığında ağlıyordu, o zaman anlamış Kerem’in öldüğünü oda ağlamaya başlamıştı oda. Esen,
"Melahat teyze Kerem, Kerem uyanmıyor", dedi
***
Kerem’in anne babası cenazeyi memleketi Tunceli’ye götürmek istemişlerdi. Fakat Kerem İstanbul’a hayrandı. Hem de sevgilisiyle aralarına mesafeler girsin hiç istemiyordu. Ondan bırakmamıştı Esen. Kendisini de ailesi beraber Bursa’ya götürmek niyetindeydi. Götürememişlerdi ama.
Her gün mezarına çiçekler götürüp ağlıyordu. Dertleşiyordu, özlemini anlatıyordu. Melahat’ın evine gitmişti o gün, "ben buraya niye geldim biliyor musun Melahat teyze", dedi.
"niye geldiysen geldin benim kapım herkese açık", dedi ciddi bir tavır takınmıştı...
"bana Kerem’i anlatır mısın? Seninle onu konuşmaya ...", dedi.
Öyle deyince heyecanlandı kadın,
"tamam, bekle çayın suyunu koyup geliyorum", telaşlı bir ses tonuyla.
Çay suyunu koyup geldi Esen’in yanına oturdu.
"Öz oğlum kadar severdim Kerem’i", dedi,
Hemen lafının arasına girip,
"sen anlatırken başımı dizinin üstüne koyabilir miyim", dedi.
"tabii ki rahatına bak! "dedi kadın.