- 1200 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞAPKACI MÖSYÖ DUMONT -II-
"- Buyrun Beyim!" Rafları oldukça boş Dükkan sahibi;
"- Avrupa Çeşitlerimiz içeride." diyerek öndeki Tezgahta dizili Yerli Malları küçümsedi. Böylece "Savaş Sonrasında hiç denecek kadar azalan Turistlerden arta kalan" Helen ve Phillipp Adlı Alman Çiftini Dükkanının içine çekmek istedi. Aslında Dükkanın önünde ve İçindeki Mallar, yenik düşmüş bir Mazinin Ürünü idiler. Bu Davete tabiki Yüz vermediler;
"- Ay, ne güzel Şeysin sen!" Kaldırım Taşının Yol ile birleştiği yerde, Köpek demeye kimsenin Dili varamıyacağı kadar cılız bir Yaratık duruyordu. Daha doğrusu zorlukla Ayakta durmaya çalışıyordu. Onun yarı açık, bulanık Gözlerinde Çorba Kazanından kurtulmuş olmanın Sevincini fark eden Phillipp’te durdu. Köpeğin yanında çömelmiş Helen’in El Çantasından çıkardığı Simit Parçalarını ona yedirişini hayranlıkla seyrederken Aklına bir Soru takıldı;
"- İnşallah Mösyö Dumont Telgrafımızı almıştır!"
"- Geleceğimizi biliyormu acaba?"
"- Savaş bu Helen! Telgrafı çeksen bile, onu dağıtan Görevlinin Yerinde olup-olmadığını bilemezsin. Ama ben Çanakkale’yi bu derece seven bir Adamın, Karısı Alman diye burayı terk edeceğini sanmam. "
"- Dorethe’nin aynı Zamanda Fransız Vatandaşı olduğınu ve Birinci Dünya Savaşının bittiğini unutma!"
"- Bence Menfaatler arası Savaş hiçbir Zaman bitmez, Helen."
"- Paylaşılacak bir Şey kalmayınca..." diyerek Simit Parçasının bittiğini Köpeğe gösteren Helen, Ellerini birbirine çarparak-silkti. Köpeğin korktuğunu görünce de onu tekrar okşayarak teskin etti;
"- Truva’dan başka..." diyen Phillipp Helen’i Elinden tutarak kaldırdı ve Yollarına devam ettiler. Yolun devamında her ikiside sustular.
Bu uzun Sokağın orta Yerindeki Camii’nin Minaresine yerleştirilmiş bir Hoperlörden ;
"- Çanakkale’yi terk etmeyen Kişilere önemle duyurulur!" diye bozuk bir Fransız Şivesiyle yapılan Türkçe Anonsta Çanakkale Kalkına; İşgalci Devletlerin Talimatlarına ve Padişah Vahdettin tarafından imzalanmış Lozan Anlaşmasının Kurallarına kayıtsız-şartsız uyulması gerektiği İhtar ediliyor, aksi halde uygulanacak Yaptırımlar tek-tek açıklanıyordu. Sokaktaki Dükkanların Cemekanlarında veya üstünde asılı duran Tabelalardaki İsimlerden, buranın Beynelmilel bir Karekter taşıdığı belli idi. Aralara serpili Müslüman ve Osmanlı İşimlerinin bulunduğu Dükkanların Kepenkleri ya kapalıydı yada boş idiler. Üstünde "Kosta Tevlidis" yazılı kırmızı-oval ve Kenarları küçük Yapraklı sarı Dallarla süslü bir Levhanın bulunduğu Dükkanın önüne gelip-durdular. Burası Gemi ve Deniz Malzemeleri satan büyük bir Nalbur Dükkanı idi. Phillipp;
"- Kosta’nın kapalı olacağını hiç beklemiyordum. Hayırdır İnşallah!" diyerek Kapının önünden geri-geri giderek, Başını yukarı kaldırdı ve oturdukları birinci Katın Pencerelerine baktı. Perdeler sım-sıkı kapalıydı. birinin kıpırdadığını görünce;
"- Demekki içeride Birileri var!" Phillipp şüphelenmişti;
"- Ama niçin güpe-gündüz Perdeler kapalı?" geriye dönerek, karşı Kaldırımdaki Rafları ve önündeki Tezgahı boş denecek kadar az Köy Ürünleri serpilmiş olan Dükkana doğru ilerledi. Basık bir Tabureye oturmuş onları seyreden Dükkan sahibine;
"- Selamın Aleyküm!" diyerek Başıyla Selam verdi;
"- Aleyküm Selam." Yerinden kalkmayan Adam Phillipp’in;
"- Kosta?" Sorusunu sanki bekliyormuş gibi;
"- Savaş öncesi Alman’larla, Savaş Sırası Osmanlı’larla ve şimdide İsyancılarla Anadolu da İşbirliği yaptığı Gerekçesiyle Mallarına El Kondu ve Dükkanı kapatıldı." deyip Ayağa kalktı ve Vedalaşmadan Dükkanına girip, kayboldu. Bu Konuşmayı duyan Helen;
"- İnanamıyorum! Nesil boyu Denizci olan bu dürüst Alileyi Ticaret yaptığı için Suçlamak haksızlıktır!"
"- Zaman değiştikçe Müşterilerde değişir Helen."
"- İsyancılarla ne gibi bir İlişkisi olabilirki bu Kosta’nın?"
"- Onun Yerinde bende olsam böyle yapardım, haksız Suçlamaları kabul edeceğime."
Sokağın sonuna doğru yürümeye başladılar;
"- Zor Günler bekliyor bizi Helen."
"- Mösyö Dumont’u desen daha iyi olur."
"- Onuda suçlamışlardır herhalde?"
"- Niçin? Dorethe’nin Arkeolog olduğundanmı?"
"- Hayır! Onunda Kosta gibi Truva Dostu olduğundan." Kuşkulu Adımlarla Köşeyi dönüp, Deniz Kıyısına Paralel olan ve Şapkacı Dükkanının bulunduğu dar Sokağın önüne geldiler. Bu Sokağın Girişine de Askeri Güvenlik Açısından Kontrol Noktası konmuş ve kırmızı-beyaz bir Tahta Barikatla kapatılmıştı. Önlerini bir İngiliz Askeri kesti. Onada Vize ve Pasaportlarını vererek Şapkacı Dükkanına gitmek istediklerini bildirdiler. Asker, beklemelerini söyledikten sonra , Yandaki Kahveye girerek kayboldu. Herhalde burası İngiliz Garnizonu olarak kullanılmaktaydı. Bir Müddet sonra dışarı çıkan Asker Vize ve Pasaportları geri verirken;
"- Geçebilirsiniz!" diye selamlayarak Barikatı yana açtı.
Kısa Boylu, küçük-yuvarlak Gözlüklü Mösyö Dumont’un Şapkacı Dükkanının bulunduğu bu Sokakta garip Olaylar olmaktaydı. Belkide Mösyö Dumont’a öyle geliyordu. Geleceği belli olmayan şu Andaki Durumdan korkrmuyor değildi ama, onu en çok korkutan Çanakale’nin tekrar Hedef olarak alınmasıydı. Ne Hektor vardı şimdi nede Aşil, Truva için tek-e-tek dövüşecek. Ayrıca Zeus diye bir Baş Tanrıda kalmamıştı ki, bu Savaşın Kaderini türlü Entrikalarla yönetsin! Yinede Huzursuzdu Mösyö Dumont. Daha ziyade bu Huzursuzluk, son Zamanlarda gördüğünü zannettiği kısa beyaz Etekli Gölgelerden gelmekteydi.
Cephesi 5 Metre kadar geniş olan bu Dükkanın önü bir Kapı ve geniş bir Cemekandan ibaretti. Burada 3 Nesil boyu Tahta Formların üstünde, içinden kızgın Buhar fışkıran döküm Kalıplar arasında, Pamuklu Kumaşa baskı darbeleriyle Şekil vererek Fransız Şapka Modasına eşlik ediyordu. Her açılan Kapı Çıngırağında Ayağa kalkmaz, sadece oturduğu Yerden Başını yukarı kaldırıp, yuvarlak Gözlükleri üstünden gelen Müşteriye bakar, selamlar, ne istediğini sorar yada İsteğe göre Cevap verirdi. Şimdi o, Dükanının içindeki Göğüs Hizasına kadar yüksek bir Tezgahın arkasındaki Dikiş Makinasında birşeyler dikiyordu. Başı öne eğik olduğu için terlemiş Alnında biriken Damlacıklarda ve parlayan Saçsız Kafasında, tepedeki Dükkan Lambasının Işığı yansımaktaydı. Öne doğru kalkık ve biraz "normalden büyük" Kulakları dolayısıyla ilk Bakışta garip bir Görünüşü vardı bu Adamın. Ama konuştukça ve Anlatımını zenginleştiren Mimikleri ile Sohpeti derinleştirdikçe, bu Yüz İnsana gittikçe güven verir ve kendini sevdirirdi.
Bugün bu Çıngıraklı Kapıda bir Acaiplik vardı. Ya Kapı açılmadan Çıngırak çalıyor, yada Kapı açılsada içeriye kimse girmiyordu;
"- Oğlum Avni! Şu Kapıya bir El at." diyerek dikmekte olduğu ince, parlak, beyaz Seten Astarı Dikiş Makinasının yanına bırakarak doğruldu. O Anda Cemekandaki Askılarda duran Şapkalar arasında kayarak kaybolan beyaz bir Gölgeyi görünce, Burnunun üstündeki Uca doğru kaymış yuvarlak Gözlüğünü Eliyle iterek Kaşlarının altına oturttu. Ama şimdi kimse yoktu Cemekanın önünde;
"- Evet Usta!" diye Dükkanı Atölyeden ayıran Perdeyi aralayan Çırak Avni, Ustasının yanına geldi;
"- Avni Oğlum, galiba Dili içinde takılı bu Kilidin. Bak Kapı durmadan açılıyor. Lütfen yağlayıver!"
"- Yok Usta! Sabahleyin yağladım. Yaylar sağlam, Çakı gibi."
"- Rüzgardan açıldı öyleyse, kapatıver."
"- Olur Usta." Çırak Atölye ile Satış kısmını bölen Tezgahın üstündeki Kapağı Kaldırıp Müşteri Mahaline girdi. Kapıyı açarak, Kolunu bir-iki kere oynatıp kontrol ettikten sonra;
"- Tamamdır Usta!" deyip tam Kapıyı kapatacaktı ki , Tavana doğru dikili duran Çıngırağı gördü;
"- Usta, biri Kapının Çıngırağını yukarı doğru kaldırmış, bak!" Çıngırağı aşşağıya sarkıtırkende;
"- Biraz önce Çalmadımı bu Çıngırak?" diye sordu;
"- Herhalde gelen Müşteri yukarı kaldırdı!" diyerek Dedektif gibi Fikrini pekiştirdi;
"- Hangi Müşteri Oğlum?" O duymamış gibi devam etti;
"- İstersen Kapıyı açık bırakalım Usat."
"- Olmaz oğlum! Yol tozlu, Hava Rüzgarlı. Dışarıdan gelen Toprak Kalıplara yapışır!"
"- Sen bilirsin Usta." diye Kapıyı kapattıktan sonra, öne doğru eğilip, toslar gibi yürüyerek, Tezgahın Kapağını kaldırmadan Atölye Boşluğuna daldı. Doğrulurkende;
"- Ama benden söylemesi Usta. Biri Çıngırağın çalmasını önlemek için onu yukarı doğruı dikmiş!" Mösyö Dumont bu sefer oturduğu Yerden Ayağa kalkarak;
"- Biri kim, Oğul? Sen ve benden başka hiçkimse yokki bu Dükkanda." Göz-Göze geldiler;
"- Hayaletler Şapka giyermi Usta?" diye soran Çırağın saflığına Mösyö Dumont bile güldü;
"- Öyleyse niçin Şapkacı Dükkanına girsinler?" Aynı anda açılan Kapının ve çalan Çıngırağın Sesini duyan Çırak Başını o Yöne çevirdi. Kimseyi göremetincede;
"- Amanin!" diye bağırıp Ustasına yapıştı;
"- Dur Oğlum!" diye onu yana doğru iten Mösyö Domont;
"- Sen yine Kapıyı iyi kapatmadın, Rüzgar açyı bak!" dedi ve bizzat kapatmak için Tezgahın Kapağını kaldırarak Müşteri Mahaline çıktı. Çırağa söylediği Sözün doğruluğuna kendisi bile emin değildi. Çünki son Günlerde birtakım şeffaf beyaz Gölgeler görüyordu Cemekanın önünde. Hatta Yunanistan’dan gelen ve onu Ziyaret edeceklerini bildiren çok yakın bir Alman Karı-Koca Arkeolog Dostun Telgraf Kağıdını bile bu Kapı açılmalarından birinde, Havada uçarak Dükkandan çıkıp-gittiğini hayret dolu Gözleriyle görmüştü. Aklına tekrar bu Telgraf geldi;
"- Acaba Helen ve Phillipp bu karışık Ortamda Vize alıp, Çanakkale’yi Ziyaret edebileceklermi?" diye düşündü. Bu Habere Helen’in yakın Arkadaşı olan Karısı Dorethe’de sevinmişti. Aynı Üniversiteyi bitirip Arkeolog olmalarına ve Yıllar boyu birlikte Truva’da Kazı yapmalarına rağmen, diğer Zamanlardada İlişkilerini hiç koparmamışlardı. Kocası Phillipp’te eşsiz bir Dost sayılırdı onun için;
"- Haydi sen içeri gir ve İşine devam et!. Ben Kapıyı kaparım." diyerek Çırağa döndü. Çırağın korkudan açılmış Faltaşı gibi Gözlerini görünce;
"- Oğlum, neyin var senin?" o daha Sözünü bitirmemişti ki Çırak;
"- Askerler!" diye titreyen Eliyle Cemekanı gösterdi;
"- İşgal altındayız oğlum! Tabiki Askerler ılacak."
"- Ama bunlar kısa beyaz Eteklikli!" Mösyö Dumont’un arkasındaki Kapının aniden kapanmasıyla, Çırağın Perdeyi açıp Atölyede kaybolması bir oldu. Her iki Ucu İşgalciler tarafından kontrol edilen bu ıssız Sokağa Hayaletlerin bile giremiyeceğini bilen Mösyö Dumont geri dönerek Kapıya gitti. O bu Kapının nasıl kapandığınamı şaşsın, yoksa Çırağın gördüğünü söylediği Gölgeleri kendisininde gördüğünemi bilinez, dışarı çıkarak Sokağın her iki yanına baktı. Hiç kimseyi göremeyincede tekrar içeri girerek Kapıyı kapattı. Çıngırak Sesini duyan çırak, bu sefer sadece Başını Perdeden çıkararak;
"- Ustam! İnanki yalan söylemiyorum..." Çırağın Sözünü keserek;
"- Lütfen!" deyip onun Atölyeye dönmesini tekrar rica ettikten sonra;
"- Herhalde uzun Süre parlak beyaz Seten Kumaşa baktığımdan olacak?" diye gördüğünü sandığı "beyaz Gölge" Muammasını çözüverdi. Gözlüğünü çıkarıp Tezgahın üzerine koydu. Göz Oluklarını Yumruklarının tersi ile ovaladıktan sonra Gözlüğünü bir Eline alıp Camlarını;
"- Hoh!" diye Nerfes verip buğuladı. Ceketinin üst Cebinde Süs gibi duran İpek Mendili çekip-çıkararak Gözlüğünün Camlarını sildi. Mendili tekrar özenle Yerine koyup Camlarının Temiz olup-olmadığını kontrol etmek için Gün Işığına doğru kaldırıp baktığında , Kapı şıngırdayarak açıldı ve içeri Helen ile Phillipp giriverdi;
"- Helen! Phillipp!" diyerek Gözlüğünü Burnunun orta yerine aceleyle asıp, Kollarını onlara doğru açan Mösyö Dumont;
"- Hangi Rüzgar attı sizleri buraya?" Onlara doğru yürüdü ve her birini ayrı-ayrı kucakladı. Sonra geriye doğru birkaç Adım çekilerek, Ellerini Kilisede Dua eder gibi Göğüs ortasında kavuşturup, yuvarlak Gözlüklerinin üstünden her ikisini Sevecen Bakışlarla süzdü;
"- Bu Sabah Kahvaltıda Dorethe ile sizden bahsettik Helen!" Helen ona doğru yürüyerek Ellerini onun Omuz üstüne koydu;
"- Geldiğinizi duyunca çok sevinecek." Mösyö Dumont Helen’in Yanaklarına kendininkileri değdirebilmek için, Ayak Parmakları Ucuna kalkması bile yetmiyordu. Helen;
"- Bende!" dedi, eğildi ve Yanağını onunkine değdirdi. Mösyş Dumunt Elini doladığı Helen’in Belini bırakarak Phillipp’e doğru yürürkende;
"- Kısa Boylu olmanın Avantajı budur! Herkesi kendine doğru hürmetle eğilmeye zorlarsın." Gülerek El sıkıştılar;
"- Kalacak Yeriniz hazır, hemde sıcak." Phillipp’in Elini bırakıp Atölyeye doğru döndü ve;
"- Oğlum Avni!" diye bağırdı. Dışarı çıkan Çırak;
"- Hoşgeldiniz." diyerek her ikisini selamladıktan sonra;
"- Buyur Usta?"
"- Eve git. Yengene Misafirlerimizin geldiğini söyle, Yemek hazırlasın!" Helen ve Phillipp’e dönerek;
"- Ne kadar kalacaksınız?" Helen böyle bir Sorunun geleceğini bildiği için, Merakla Kocasının vereceği Cevabı bekledi. Onun Gözlerindeki Kuşkuyu farkedince de;
"- Truva’ya gidilebiliyormu?" diye sordu;
"- Deneriz!" Phillipp’in;
"- Bu Sefer Olmaz!" Cevabı her ikisinide şaşırttı;
"- Niçin?"
"- Garip Şeyler oluyor!"
"- Ne gibi?" diye Mösyö Dupont soruncada;
"- Uzun sürer!" diye kestirip-attı ve tekrar normal Haline dönerek neşeli bir Sesle;
"- Hele bir Sigara içimi dinlenelim, anlatırım."
"- Öyleyse dışarı çıkalım. Burda içildiğinde Koku Kumaşlara siniyor." Helen’e dönerek;
"- Sende geliyormusun?"
"- Yok, ben bir Tuvalete girip serinleyeceğim."
"- Nasıl istersen." Yeşil kalın Atölye Perdesine doğru dönen Mösyö Dumont;
"- Asım Usta! Yengene taze Havlu çıkart! Birde Kolanya." diye Kalfasına bağırdı;
"- Olur Usta!" diye Perde arkasından gelen Cevabı göstererek;
"- Evinde gibi rahat et!" dedi. Askıdan Palto ve Şapkasını aldı. Perdeyi aralayıp;
"- Haydi Hoşçakal!" diye kaybolan Helen’in arkasından sevgi dolu Gözlerle bakarken, , Başını iki yana salladı. Kimbilir ne gibi Düşünceler vardı, sallanan bu Kafada. Paltosunu giymeden önce Koluna sokulu olan Kaşkolu çekip-çıkarttı ve Boynuna bağladı. Palto ve Şapkasını giyip, Kapıyı açarak dışarı çıktı. Kapının önünde onu bekleyen Phillipp;
"- Tuhaf!" diyerek ona bir Sigara uzattı;
"- Tuhaf olan ne?" Sigarayı Dudakları arasına koyan Mösyö Dupont Sorusuna Cevap bekledi;
"- Sabahtan beri bizi takip eden beyaz Gölgeler görüyorum Peşimizde!" diyerek onun Sigarasını yaktı;
"- İnanmıyacaksın ama Phillipp, bende!" Aynı Ateşle kendi Sigarasını yakarken bu Cevaba şaşıran Phillip;
"- Yaşlılık, nede olsa!" diye yakınan Mösyö Dumont’un Sesini duyunca güldü;
"- Daha o kadar yaşlanmadık."
"- Evet, anlat bakalım. Sizleri buraya getiran Sebep ne?"
"- Helen’in Truva Özlemi."
"- Kosta’nın Başına gelenleri duydun mu?"
"- Karşı Dükkan Sahibi söyledi."
"- Anadolu’da başlayan Başkaldırıya katılmadan önce bana geldi; "- Mekadonyalı bir Asker öncülük ediyormuş bu Başkaldırıya!" dedi. Bende; "- Büyük İskender’mi?" diye şaka ile ona sorduğumda; "- Hayır Selanikli bir Kurmay Albay, Mustafa Kemal Adlı bir Komutan!" Şakamı affetirmek için, özür dilediğimde; "- Phillipp ve sen hala şu Anadolu Mitolojisi Romantiğinden bir türlü kurtulamadınız!" diyerek her ikimizide acımasız bir şekilde tenkit etti."
"- Haklı!"
"- Sende biliyorsun ki Phillipp, bu Düşünce 15.inci Yüzyıldan beri yürürlükte. Benim bulduğum bir Şey değil! İtalyan Humanist Enea Sılvıo Pıccolomini, Vatikan’a Pius II Adıyla Papa seçilince; "- Türklerin, Teucri Soyundan gelen Troern’lerle hiçbir alakası yoktur! " demesi bir Tesadüf değildir."
"- Haklısın."
"- Ayrıca; "- Türkler Orta Asyadan Göç eden Köpek Soylu, barbar bir Kavimdir!" diyende odur."
"- Kurt Soyu demek istemiştir, herhalde." diyerek Phillipp bu tadsız konuşmayı kesti. O Anda arkasından gelen;
"- Phillipp, bu Akşam çanakale’de kalıp dinlenelim istersen?" diyen Helen’in Sesi tüm Görüntüleri aniden siliniverdi. Ne Mösyö Dumont vardı karşısında şimdi, nede eski Evleriyle Çanakkale’nin Savaş Sonrası Sokağı. Ayrıca şimdi o, Saat Kulesinin karşısındaki Tekel Binasının Bahçesinde bir Tahta Sıranın üstünde yatıyordu. Doğruldu. Bu Kapının önünde biraz önce Nöbet tutan İtalyan Askerini aradı;
"- Kimi arıyorsun Phillipp?" Başını Helen’e çevirmeden;
"- Mösyö Dumont!" diyebildi;
"- Oda kim?" Helen’in korku dolu Sesini duyuncada;
"- Şapkacı..." diyemedi tabi. Tüm Yaşadığı Olayların Akçe’nin bir Oyunu olduğunu çoktan anlamıştı; (*)
"- Ne oldu bana böyle, biz neden buradayız?"
"- Biraz önce karşıya geçtiğimizde sen fenalık geçirip, yere yığılıp kaldın." Helen’in Anlatısı süresince, tüm Çanakkale Savaş sonrası Görüntüleri Gözlerinin önüne tek-tek geliyor ve arka-arkaya silinip kayboluyordu;
"- Demek gördüklerimin hepsi Rüya idi?"
"- Sen, Yere düşmemek için Koluma sarılın. Birkaç Yolcunun yardımıyla seni..." Helen’in Sesi gittikçe azalmaktaydı;
"- Buraya geri taşıdığmızda uyur gibiydin." Helen şimdi sanki Sipiker gibi Mekanik bir Sesle geri Planda konuşuyordu;
"- Yorgun olduğunu bildiğimden..." Fotoğraf Görüntüleri aniden belirip, arka-arkaya silinip giderken, Helen Phillipp’in Göz Yuvarlarında gidip-gelen Hareketleri sezip, Anlatımını bırakıp;
"- Philipp!" diye onu uyarınca tüm Fotoğraflar aniden kayboluverdi. Phillipp’in Gözleri ilkin Helen’in Ayağındaki Sandaletlere takıldı. Sonra onun Mavi Pantolonunu görüncede, şaşırdı. Bakışlarını biraz daha yukarı kaldırıp beyaz Şile Bezinden ızun Kollu Gömleğini görüncede derin bir Nefes aldı ve;
"- Demekki hepsi Rüyamış!" dedi;
"- Efendim?"
"- Hiç! Ben sadece yüksek Sesle düşündüm de..."
"- Şimdi iyisin ya?"
"- Evet."
"- İstersen burada bir Müddet daha oturalım."
"- Niçin?"
"- Dinlenirsin."
"- Ben Yorgun değilim ki!"
"- İlkin bir Otel arayalım."
"- Sen nasıl istersen."
"- Benim bir Sıcak Banyo yapıp, dinlenmeye ihtiyacım var."
"- Olur."
"- Yarında Truva’ya gideriz."
"- Ben bugün gitmek istiyorum ama." Meydanın ortasındaki Saat Kulesine bakan Helen israr etmedi;
"- Öyleyse acele edersek, Saat 10 da kalkacak Truva Minibüsüne yetişebiliriz!" diyerek Tekel Binasının Bahçesinden önden çıktı. Phillip Sırt Çantasını giyip Yerde duran El Valizini alırken, hala Mösyö Dumont ve Kosta Tevlidis’i düşünmekteydi;
"- Biraz hızlı yürürmüsün, lütfen?"
"- Olur Helen." diyen Philiipp, boştaki Elini bu sefer iç Cebinden oldukça uzakta tutmaya çalıştığı halinden belli oluyordu.
(*) Akçe, Baskıya hazır ilk Romanımın Adıdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.