- 805 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YAKILACAK ROMAN!-2-
Mustafa’ nın annesi bugün işe gitmedi. Çamaşır günüydü. Birkaç gün savsaklamıştı ya, fazla gecikmemek için sabahtan yakmıştı ateşi, bahçenin her zamanki köşesine. Geç kalması ise Çingene ahretliği Esma’yı bekliyor olmasıydı. Niye gelmemişti altın dişli kadın. Halbuki hiç de sekitmezdi gelişlerini. Beraber güle oynaya çamaşır teknesine sırayla yumulurlardı. Esma’nın şen şatrak olması, altın dişini göstererek türkü söylemesi hoşuna gidiyordu Seher’in. Birlikte yemek yiyip çay içerler, böylece akşamı ederlerdi. Morali düzelir, yorgunluğu geçerdi. Ne olmuştu ahretliğine, hasta mıydı yoksa? Ölüm! Allah korusundu. Ölümü yakıştıramıyordu. Henüz erkendi. Yoksa başka bir yere mi göçmüşlerdi. Belli olmazdı. Kocam hapiste diyordu. Hele bir çıksın geldiğimiz yere gidecez, Edirne’ye. Kumar oynarken hile yaptın diye hasmına bıçakla yaralamaktan içerdeymiş. Çamaşır bittikten sonra torbasına aşlık, bulgur, erişte ne varsa birer ikişer tas dolduruyordu.
Üst baş ceviz kokuyordu. Sergenlerde ceviz kırarak evin geçimine katkı sağlıyordu Seher. Kocasının kazandığı yetmiyordu. Kızı Güllü’ den fayda yoktu. Nasıl olsundu ki! O, çeyiz hazırlığındaydı. Lastik fabrikası imanını gevretmişti kızının. Sabahın köründen akşamın alaca karanlığına kadar o pis koku içinde lastik ayakkabısı çıkaracağız diye didinip duruyordu. Arkadaşı Pelin’in geçen yıl düğünü olunca kendisini yalnız hissetmeye başlamış, iç dünyasına kapanıp kalmıştı neredeyse. Eyvah, kısmetim bir türlü açılmadı, telaşına kapıldığını sezinliyordu annesi. Yaşı yirmiydi. Pelin, on sekizindeydi düğünü olduğu zaman. Güllü ise yirmi. İki yıl geçti diyordu, iç dünyasında. Geçen ay, talibi çıkmıştı kızının. Aynı fabrikada çalışıyorlarmış. Usta başı’ymış oğlan. Halbuki biraz daha farklı bir işi olan olsa daha iyi olur diye düşünmüştü annesi Seher. Kızının gönlü olduğunu sezince babasının kulağına çıtlatmıştı “ hayırlı bir işimiz olacak herif,” diye.
Güllü’nün sevgisi bambaşkaydı babası için. Veysel eve geldiği zamanlar, kızının bülbül gibi şakırdaması hoşuna gidiyordu. Yorgunluğunu onunla atıyordu adeta. “ Demek Güllü’m yuvadan uçacak ha,” diye ince bir sızı saplanmıştı sol tarafına.
Kazanın altına birkaç çalı çırpı daha attı. Ateşin alevi hızlandı. İki kazan vardı. Küllü suda haşlananları alıp çamaşır teknesinin başına yığdı. Tokaçla hepsini de bir güzel tokaçladı. Sumakla sıcak su döküp tekrar tokaçladı. Sonrasında ateşin üzerinde kaynayan diğer kazanın içine bıraktı teker teker. Bir süre sonra oradan da çıkarıp kollarının arasında gergef gibi gerip suyunu sıktı. Çingen Esma olsaydı karşılıklı sıkacaktı çamaşırları. Altın dişi hiç kapanmazdı Esma’nın. Neşeliydi. Roman havalarında nağmeler mırıldanması hoşuna giderdi." Atarım atarım göbek atarım." Şiş göbeğini sağa sola sallardı. Yoksul ama neşeli ve hayat dolu bir kadındı. Elindeki az olanı ile yetinmesini ve mutlu olmasını beceren bir özelliği vardı. Bazen kendi yaşantısının zorluklarından hayıflandığında gözlerinin önüne Esma gelirdi hemen. Sonrasında frenlerdi isyankârlığını…
Çamaşırları sertçe çırptı. Kırışıklıklarını az da olsa gidermeye çalıştı. Sonrasında kavak ağaçları arasına bağladığı ipe mandalladı. Ellerini beline dayayıp geriye doğru esnetti belini. Sabahtan beri uğraşıp duruyordu. Kaleye uzanan yoldaki insanlara gözleri takıldı. Havanın güzelliği fırsattı insanlar için. Hemen dışarıya atıyorlardı kendilerini. Okullar da tatildi nasıl olsa. Boşlukta süzülen uçurtmayı görünce; “ Mustafa’mın keyfine diyecek yok,” diye içinden geçirdi. Bu sefer başarılı olmuştu oğlu. Bu, ağabeysine göre çok farklıydı. Murat’ın çocukluğu Mustafa’ya hiç benzemiyordu. Murat, biraz daha hazıra konan bir tipti. Kendini olur olmaz işlere sokmaz, fazla yormazdı tatlı canını. Canı çok tatlıydı. Geçen sene Karadeniz’e fındık toplamaya gitmişti de “ bir daha gidersem, tövbe…” diye yemin etmişti. Şekerli makarnaya talim etmiş, yirmi gün boyunca. On, on iki saat ayakta kalmaları da çabasıymış.
Dış kapı gıcırtıyla açıldı. Ayak sesleri yaklaşırken “ anneee” sesi kulaklarına yankı yaptı.
“ Oğlummm!”
Murat, eve geldiğinde annelerinin içeride olup olmadığını sorgularcasına hep aynı seslenişini yapardı:
“ Anneee!”
Mustafa da öyleydi, ağabeysi gibi. Bazı özellikleri birbirlerinden uzak olsa da yine de benzeyen tarafları vardı.En fazla öykündüğü tarafı; roman okumasıydı. Son zamanlarda siyasi konuşmalarından hiçbir şey anlayamıyordu. Emperyalizm, devrim… Bir de uzak ülkelerin birinde bir devrimci varmış, adına da çi( Che) derlemiş. Yoksul halklar için ölmüşmüş. Anlamış değildi hiç birini de.
“ Kurt gibi acıktım anne!”
Çamaşırlar bitmek üzere…”
“ Mustafa nerede?”
Seher, son çamaşırı da ipe mandalladı. Yılgınlığını belirtmemek için belini doğrultup mutfağa yöneldi.
Murat, Mustafa diye yineledi, biraz önceki sorusunu.
“Uçak sevdasıyla evde ocakta duracağı yok. Okullarda tatil oldu ya, kaleyi mesken tuttu neredeyse. Uçurtmasının ipi uzun olsa bahçemizin üzerine kadar gelecek…
Tam esnada kulakları sağır eden bir gümbürtü koptu, pencerelerin camları şangır şangır sallanmaya başladı. Bu gümbürtü, ramazan topunun gümbürtüsüne hiç benzemiyordu. Ana oğul, gayri ihtiyarı dışarıya attılar kendilerini. Derebağ Mahallesi’ne yönelen jet, geriye dönüp üzerilerine doğru bütün heybetiyle yaklaşmaya başladı. Demir yığını, üzerilerine yaklaştıkça koca bir dev oldu sanki. Jet, göz açıp kapanıncaya dek yaklaştı, pilot el sallıyordu sanki.
“ Şimdi Sülükçü Kara Raziye, oğlunu seyretmek için sokağa çıkmıştır, “dedi Seher.
Jet, Kelkit Irmağının üzerinden dönüp şehrin üzerine doğru hızla yöneldi. Biraz önce in, cin top oynayan sokakta; şimdi insanlar karınca gibi çoğalmışlardı.
“ Aha üstümüze geliyor,” haykırdı kalabalık uğultu halinde. Jet, havada taklalar atarak gösterisini daha da zenginleştirdi. Camların şakırtısı daha da arttı. Evler, yerlerinden sökülecekmiş gibi sallandılar. Kuşlar, ağaçların aralarına, damların ırıklarına gizlendiler. Gökyüzü tamamen jet’in emrindeydi şimdi. Hâkimiyet, o demiri yığınına aitti. İnsanlar, yerlere tam siper yattılar. Kimileri, kafalarını ellerinin arasına gizlediler.
Jet, Kel Tepe tarafından dönüşünü yaptı. Uzakta iken, küçücük bir şeydi. Yaklaştıkça büyüyor, devleşiyordu adeta. Üç beş saniye içinde yine ortalık sallanmaya başladı. Hayret dolu bakışların takibinde taklalar atarak Niksar semalarından Tokat tarafın doğru kaydı gitti. Kuyruklu yıldız gibi bir göründü pir göründü.
“ Bizim Mustafa da işte böyle kanatlanıp uçmak istiyor…”
Tekrar mutfağa yöneldiler. Murat, mutfaktaki sedirde otururken, annesi, gaz ocağını yaktı. Tavaya çökelek koydu, ateşte biraz ısındıktan sonra iki yumurta kırdı üzerine.
“Anne, dedi Murat. Dün akşam, sinema çıkışında bir arkadaşıma rastlamıştım. Sana söylemeyi unutmuşum. İnşaatta eleman eksikliği varmış. Sen de gel çalış, boş boş gezeceğine, dedi.
“Çalış oğlum. Bacın kadar da mı olamıyorsun. Çalış. İyi arkadaşmış. “
“ İnşaattan anlamam ki.”
“Alışırsın!”
Her nasıl olduysa zanaat sahibi olsun diye bir ustanın yanına göndermemişlerdi. O da merak edip gitmemişti. En azından bir marangozun yanı olabilirdi. Ya da Nalbantçı Niyazi’nin yanı.
“ Karnını doyur da kaleye çık bak. Mustafa’nın başına kötü şeyler gelmesin. Daha ne de olsa çocuk o. Hırlısı, hırsızı, soysuzu var diyenin hesabı.”
Tamam anne, merak etme sen. Şimdi çıkar giderim.”
YORUMLAR
Hasrika bir roman olacak Ayhan Bey. Diyaloglar ve yaşam tarzı Anadolu insanından. Çevre tasviri ve betimlemeler mükemmel. Karakter analizi de yerinde. Sevgili Onur Bilge' nin bir sözü vardı . Kervan yolda düzelir derdi. Hakikaten de öyle yazdıkça yazılarımız daha da düzene giriyor, profesyonelleşiyoruz. Esma' ya gelince. Bana göre hayatı en iyi yaşayan halk çingeneler. Onların yaşamına bayılıyorum. Onların ruhunda özgürlük var. Ne bırakıyoruz ki dünyada, ya da ne götürüyoruz giderken. Benim çocukluğumda sığırtmaç komşumuz vardı. Esmer vatandaştı. Ama müslüman olmuştu teyze. İsmini bile hatırlamıyorum. Bizim evin insanı gibiydiler. Oğluyla yaşardı. Yemeğe çağırırdık. Hatta biz de onlara giderdik. Aramızda dostluk oluşmuştu. Köyden ayrıldılar ve gittiler. Nice sonra tryzenin trafik kazasında öldüğünü duyduk. Çok üzülmüştüm ölüm haberini duyunca. Dili, dini,ırkı ne olursa olsun yeter ki insan olsun. Önemli olan arkada güzel anılar ve güzel bir iz bırakmak. Çok güzeldi. Yola devam Ayhan Bey. Tebrik ve selamlarımla.