- 710 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
DİLHUN OLURUM...
Yere göğe sığamıyordu şu son zamanlarda nedense. Kendisini hiçbir şeye veremiyor, telaşlı ve anlamsız bir şekilde odadan odaya atıyordu yorgun bedenini.
Onu yakından tanıyanlar, kusur sayılabilecek kadar ne denli duyarlı, hassas ve duygusal biri olduğunu bilseler de, onun bu haline bir anlam veremiyorlardı gene de.
Ruhuyla da daha bir iç içe olmuş, dışarısının buz gibi ayazına karşılık, sımsıcak duygularla ısıtmışlardı birbirlerini. Söyleyeceklerini de tamamlamış gibiydiler sessiz sedasız.
Bedeni de, yeter artık. Yoruldum! Diyordu her nefes alışında.
Mutlaka bir yerlere atmalıyım kendimi, diyor da başka bir şey demiyordu.
Hatta öyle k; doğup büyüdüğü ve bu yaşlara kadar geldiği. Öyle ya da böyle ekmeğini yediği, suyunu içtiği. Toprağından başka ne bir toprak, ne başka bir dilin konuşulduğu yabancı bir el tanımadığı anayurdunu terk etmeyi bile göze alacak kadar mengene de can çekişiyordu yüreği adeta.
Ardında bırakacağı kan bağından kimsesi de yoktu kendi yaptığı hesaba göre. Çoğunu vatan toprağına. Bir kısmını da bozuk düzenin dişli çarklarına şehit vermişti.
Ben yanmasam, Sen yanmasan,Biz yanmasak,Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa, dese de NAZIM…
Ona göre daha da karanlığa gömülmüştü hem kurulan hayaller, hem o içli yüreği…
Mevsim kıştı. Hava koşulları değil uzaklara yolculuk yapmayı, bir semtten ötekine gitmeyi bile zorlaştırmıştı. Hatta doktorlar yaşa başa bakmadan astım hastalarına camdan bakmalarını bile uygun bulmuyorlardı sağlıkları açısından.
Kısa yolculuklarda yanına aldığı orta boy çantanın fermuarını açarken nereye gideceğinin kararını bile vermemişti henüz.
Otobüs ve tren en sevdiği vasıtalardı. Treni kullanmak oldukça zordu. Ünlü gar istasyonları bile kapılarına kilit vurmuşlardı.
Otobüste karar kıldı. Yazıhaneleri dolaşırken gidecek bir yer bulurum nasıl olsa, diye düşündü. Hem o kim oluyordu ki kısmet ve kaderin karşısında söz sahibi olabilecek…
Bu iç sıkıntısı bu telaş ve bu garip coşku bazı sürprizlerin habercisi olamazmıydı…
Kim bilir.
Yaşadığı şehre dört buçuk saatlik bir mesafeye denk geliyordu çıkacağı bu yolculuk.
Hiç görmediği fakat ismi çok bilinen bir ilçeye hemen hareket etmek üzereydi otobüs.
Kaptan şoförün oturduğu koltuğun ikinci sırası ve cam kenarıydı onun oturacağı koltuk da.
Hiçbir yere uğramadan doğruca ilçe merkezde son bulacaktı yolculuk.
Kapılar kapandı. Otobüs terminalden ağır ağır çıkarken o da el çantasından bir şeyler karalamak niyetiyle sürekli yanında taşıdığı el defterini ve kalemi çıkardı.
Düşündü…
‘Dünya işleri’ dedikleri işler geldi aklına.
Yatması gereken faturalar. Ziyaretlerine gitmesi gereken arkadaşlar dostlar. Vermeyi düşündüğü ufak tefek yeni yıl armağanları. Yazıp da sonunu bağlayamadığı yazısı. Bir kitapta toplamaya çalıştığı şiirleri.
Ve daha yapılması ve tamamlanması gereken birçok işler, görevler, sorumluluklar…
Bir kez daha düşündü…
Vicdanını sorguladı bu kez..
Kendi bildiği anladığı anlamda ne vicdanına ne hayata borcu vardı. Gerisi Yaradan’ın takdirine kalmıştı.
Defteri çantaya koydu. Çıkardığı kağıt mendille buğulanmış camı sildi. O sırada yapılan ikramlardan çayı tercih etti . Hiç sevmediği poşet çaydı gerçi, ama bu havada ve bu ortama hiç de kötü sayılmazdı.
Yağmur camları olanca hızıyla dövüyordu.
Etrafı seyretmek mümkün olmasa da. Yağmur ve camlara vuran sesi onun için her şeye değerdi. Dönüşte hava açmış olacaktı meteorolojinin verdiği bilgiye bakılırsa. O zaman seyrederdi geçtiği güzergahları nasıl olsa.
Koltukların arkasındaki televizyon aygıtları çalışmıyordu. Otobüsün radyosundan müzik yayını yapılıyordu yüksek olmayan volümle ve havanın atmosferine uygun hüzünlü şarkılarla,
Başını arkaya doğru çevirdi. Oldukça doluydu. Başta gençler, otobüsün yarısı ellerindeki telefonlarla bütünleşmişlerdi kendilerinden geçercesine.
Ön tarafı yokladı göz ucuyla. Hemen önündeki koltukta oturan adam da aynı anda başını çevirmişti.
Göz göze geldiler.
Bu gözler…
Ve bu nurani bakışlar…
Yıllar sonra ve bir otobüs yolculuğunda kavuşmuşlardı birbirlerine dünya gözüyle.
Tıpkı Şems’in Mevlana’sı. Mevlana’nın Şemsi gibi…
Adam elinde tutuğu gözlüğünü titreyen elleriyle gözüne yerleştirirken. camlarına çok ince bir toz tabakasının yerleşmiş olduğunu düşündü kadın…
Aynı anda en sevdiği şarkı yayıldı otobüsün hüzünlü sessizliğine...
Dîl-hûn olurum yâd-ı cemâlinle senin ben
Çıkmaz gözümün nûru gözün dîdelerimden
Yıllarca senin râhına göznûru dökerken
Sildin beni ey mîhr-i emel toz gibi gözden
Dünya gözüyle gördüğü Son Göz ve dinlediği Son Şakı olmuştu kadının…
İnenler inmiş. Yolcular arasından iki kişi kalmıştı otobüste yalnızca.
İkisinin de cansız bedenlerine karşılık. Gözleri ölümsüzlüğü müjdeliyordu ölürcesine sevenlere…
YORUMLAR
SELAM HANIM EFENDİ,İÇ DERİNLİĞİNİZE HAYRAN KALDIM.ÖYLE CÜMLELER VAR Kİ ÇERÇEVELETİP DUVARA ASMALI.MESELA;Yıllar sonra ve bir otobüs yolculuğunda kavuşmuşlardı birbirlerine dünya gözüyle.
Tıpkı Şems’in Mevlana’sı. Mevlana’nın Şemsi gibi…YİNE BİR BAŞKA "Bir kez daha düşündü…
Vicdanını sorguladı bu kez..
Kendi bildiği anladığı anlamda ne vicdanına ne hayata borcu vardı. Gerisi Yaradan’ın takdirine kalmıştı."
KALEMİNİZ HİÇ SUSMASIN.SON SÖZÜM;KİMİN NE OLDUĞUNU ALLAH'TAN BAŞKA KİMSE BİLEMEZ.GÜZEL GÖNLÜNÜZÜN ÖNÜNDE EĞİLİYORUM EFENDİM.SAYGILAR.
DEVRİM DENİZERİ
Gerçekten ehli bir gönlün, özel bir sezginin yapabileceği saptamalardı..
Beni bu güzel payelere layık görürken siz, ben de size: Siz zamanımızda hemen hiç göremediğimiz çok nadir SARRAFLARDAN birisiniz. diyorum.
Tüm güzellikler gönlünüze aksın.
Ve bir derin şarkıyla buğulanan gözler.
Yazan eline ve düşünen gönlüne sağlık Devrim Hanım.
Selamlarımla..
DEVRİM DENİZERİ
duygular ve mantık evet duygular aşkınlaşmadan küçük ordular büyük orduları mağlup edemez ama
mantık kullanılmazsa galibiyetler devam edemez selamla.
Evet...
Herkesin bir gemiciği! olmasa da, bir sandalı vardır kendi iskelesinde mutlaka.
Günü geldiğinde ipler çözülür, sandal iskeleden ayrılır bir başına...
Ne peşinden gitmek isteyen çıkar, ne nereye gittiğini bilen vardır...
Bence yazı güzelden de öte!
Neden? dersen.
Hem gerçek sevginin varlığı ve güzelliğinden. Hem bir iç hesaplaşmanın gerekliliğinden. Hem insana ölüm gerçeğini unutturabilecek dünyevi hallerinden. Hem güzel, içli ve detaylı bir yürekten dökülen anlamlı ve de düşündüren cümlelerle bezeli bir YAZI.
Üstelik Sevgililere bile adil davranmış yazar. Daha ne olsun Yoldaş! Biraz dikkat! Ölüm unsurundan daha derin ögeler mevcut yazıda.
SELAMLAR...
Keskinkalemzaman
mantık kullanılmazsa galibiyetler devam edemez selamla.
Ölüm bir yok oluş mu,yoksa ölmeyi yok olmayı sindiremeyenlerin ifade ettiği yeniden sonsuz yaşamın kapısı mı,ne olursa olsun bir değişim,dönüşüm insanın bilinmezliği, geri gelen birileri olsaydı sorardık
iki göz değişti ve dönüştü,selamla.İç karartıcı ve umut kırıcı bir yazı gibi görünse de şimdilik mutlak son.
Selamla.
DEVRİM DENİZERİ
Herkesin bir gemiciği! olmasa da, bir sandalı vardır kendi iskelesinde mutlaka.
Günü geldiğinde ipler çözülür, sandal iskeleden ayrılır bir başına...
Ne peşinden gitmek isteyen çıkar, ne nereye gittiğini bilen vardır...
Bence yazı güzelden de öte!
Neden? dersen.
Hem gerçek sevginin varlığı ve güzelliğinden. Hem bir iç hesaplaşmanın gerekliliğinden. Hem insana ölüm gerçeğini unutturabilecek dünyevi hallerinden. Hem güzel, içli ve detaylı bir yürekten dökülen anlamlı ve de düşündüren cümlelerle bezeli bir YAZI.
Üstelik Sevgililere bile eşit davranmış yazar. Daha ne olsun Yoldaş! Biraz dikkat!
Ölüm unsurundan daha derin ögeler mevcut yazıda.
SELAMLAR...