- 857 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kaybedecek ne kaldı ki K
’ Namluların ölğün baktığı dicle ülkesinin kadınlarına ve Hep mutlu olduğuna kendimi inandırdığım Medine Memi’ye... ’
Sarı renk Mekap marka ayakkabısı, araziye tam uyumlu genişçe pantolonu, beline sarılmış kuşağı, askeri düzeneklerini yerleştireceği üst taaruz ceketi, çamurlu, pis ve oldukça yıpranmış gözüküyordu.
Günlerdir aç ve susuzdu. Yer yer düşecekmiş gibi güçsüz adımlarla, yüzü puşi ile tamamen kapalı olduğu için cinsiyeti ilk bakışta belli olmayan Medine, dağlık ve sık ağaçlı bir ormanda yönünü bulmak isterken, adımları onu, ormanın karanlık gizemli dehlizlerine yürütüyordu. Bu daha fazla açlık ve susuzluk demekti belkide ona.
Omuzuna düşenin gölge olduğunu düşünse de, bu, kanın kurumuş siyah rengiydi. Mermi hedefini bulmuş sekmemişti. Belli ki hasara neden olmuştu. Kolunu hissetme de zorlanıyordu.
Medine ile birlikte sadece hafif bir rüzgarın darbeleri ile sesler çıkaran yaprakların şikayeti duyuluyordu sarp ve dağlık bir alanın sık ağaçlı ormanlarında. Ama kendi döngüsünün bilinciyle bu şikayetini ertelemek ve sessiz olmak zorundaydı.
Sırtındaki sazın sapı, alçak ve yer yer eğilmiş ağaç kollarına takılıp yürüyüşüne engel olduğu ve sol kolu da ıskartaya çıktığı için tek eliyle güç bela tuttuğu otomatik silahını iki bacağının arasına sıkıştırıp durmak, o durumdan kurtulmak ve yeniden yola devam etmek durumundaydı.
Bu kez öyle olmadı ayakları birbirine dolanırken. Bitkinlikten, olduğu yere dizüstü çökerken bu yorucu ve sığınmasız yolculukta, sağ kalmayı başaran diğer elinden silahı da yavaşça ve ateşlenmeden yere kayıyordu. O kadar bitkin, o kadar çaresizdi ki nasıl düşmesi gerektiğini bile tasarlayamadı. Ormanın ıslak, nemli ve çürümüş ot kokan yüzeyine gelişi güzel ve belkide öylesine ölmek, ölmeyi başaramazsa en azından uyumak için bıraktı kendini. Bilinci her şeyin yoluna gireceğini söylüyordu. Her şey yoluna girmeliydi.
Yerde yatarken iki elini bacaklarının arasına alıp dizlerini karnına çektiğinde annesinin yanına, başucuna geldiğinden emindi dağın kendisi gibi güngörmemiş yamacında. Adım adım, iz iz kendisini takip etmiş olmalıydı. Annesinin gelmesine, yanında olmasına o kadar çok sevinmişti ki, bu sevinci anlatmaya sadece gözler doğru kelimeleri bulabilirdi. Ve Medine gözleriyle doğru kelimeleri bulmuştu.
Kendisini yerden kaldırıp elini yüzünü temizledi annesi. Kolunda vebalı bir salgın gibi duran ve bütün vücudunu ele geçirmek için doğru zamanı kollayan yarası yeniden kanamaya başlamıştı. Eteğinden bir parça bez koparıp pansuman yaptı ve iyice sardı annesi. Başını dizlerinin üstüne koydu.
’ gün gelir yönünü kaybedersen sesleri takip et kızım ’ diyordu annesi saçlarını okşarken ve anne dizinde uyumak üzereyken. Hiç sahip olmadığı halde her annenin iç güdüleri gibi, oda kendi iç güdülerine inanmış, uzun ve çaresiz yolculuğuna deneyim katmıştı son konuşmasında. Son analık görevinde. Her Kürt kadını gibi oda biliyordu ki, bulunduğu coğrafyada yollar, hep güncel ve genelde ölü doğan bir çocuğun annesine kırılan kalbi gibidir. Kızı yaşamalıydı. Uzun bir süre öyle kaldılar. Uzun bir süre anne ve çocuk oldular.
Huzur içinde ve anne öz güveni ile gözlerini araladığında tamamen çıplak, memeleri parçalanmış, vajinasına kara saplı bir bıçak sokularak lekelenmek istenen, onaltı yaşlarında bir kızın kesilmiş mor bir yüzün ölü gözleriyle o bıçağı saplandığı yerden çıkarıp eline alışını seyretti bir süre. Medine hala yerde yatıyordu. Kız ’ daha bitmedi ’ diye korkunç bir çığlık atarak, elindeki bıçağı kalbine sapladığında gözlerini bir kez daha açtı.
Kesik kesik nefes alıyordu. Ölümün çıldırttığı delice bir nefesti aldığı. Sağına soluna baktı. Kalbine, Ormanın siyahına dokundu. Yerdeki çürük, pis ve hasta otların kokusunu aldı. Yerdeki silahına baktı. Sırtındaki kısa sap bağlama sazı yerinde duruyordu. Rüya içinde rüya görmüştü.
Evden kaçtığında peşine aile meclisinin en çok söz geçirdiği en küçük çocuğu, kardeşi, elinde buz gibi soğuk bir silahla kendisini çoktan aramaya koyulmuş izini sürer olmuştu. Bulunması an meselesiydi. Saklandığı yer, kendi evlerinin iki sokak ötesindeki, PKK’ya yardım ve yataklık ettiklerinden şüphe duyduğu için devletin dağa kaçırdığı, kaçamayanların ise sürgüne gönderildiği insanların eviydi. Küçük, kanlı bir battaniyeyi üstüne sadece bir gün örtmüş ve hayaletlerin dolaştığı o yeri, o PKK evini alenacele tek etmişti. Dağlara, dağların korumacı ormanlarına ulaşmasından başka çaresi kalmamıştı.
Kürt dağları misafirlerine soru sormayan kaçakların sessiz gettolarıydı. Medine’yede asla soru sormadı o dağlar. Onun için en güvenli olacağına inandığı eteklerine yapışmasına izin verdi. Medine tehlikeleri azamiye indirmiş dağ ve ormanın yardım yataklığı sayesinde canını kurtarmıştı.
Yemeği yoktu. Susamıştı. Ayağı lastik ayakkabısının içinde ters dönüyordu bazen ve bu yüzden eline almak zorundaydı lastik ayakkabılarını. Yalınayak koşmak hırpalamıştı onu. Elbisesi her ağaç çomruğunda bir parçasını bırakıyor, onu yavaş yavaş soyuyordu.
Çaresini kaybetmiş bir halde umutsuz bir vakaydı yolculuğu. Nereye gitmeliydi ? Ne yapmalıydı? bilmiyor bocalıyordu. En zirveye, dağın arka yüzüne yöneldi iç güdüsel olarak. İmdat dese kuşların bile ürküp yalnız bırakacağı bir karanlığa, en zirveye ulaştığında dinlenmeye karar verdi. Kimsenin asla bulamayacağı küçük bir kaya oyuğunda uyumaya çalıştı. Gece çoktan düşmüştü.
Birden irkildi. Dışarıda fısıltıyla konuşan insanlar vardı. Kendi lisanında konuşuyorlardı. Kalbi sökülecek gibi oldu. Yerini bulmuşlar dışarı çıkmasını bekliyorlardı. Sinecek başka bir yeri yoktu o kayanın oyuğunda. Kaderine razı gelmeli teslim olmalıydı. Dışarı çıkmak ve celladından o ilk mermiyi yemek ve hemen ölmek için titremesinin ve korkusunun geçmesini bekledi bir süre. Dua edecek bir tanrı aradı bir süre. Dervişleri, şeyhleri, baba erenleri düşündü. Duasını okudu. Sakinleşti. Duru ve ölüme hazır bir yüzle başını kaya mezarından çıkardığında sesler kaybolmuştu. Başını biraz daha çıkardı. Yıldızları, duru siyah gökyüzünü kandırmaya çalışan çapkın bir ayı görebiliyordu.
İlk silah patladığında yarı beline kadar dışarı çıkmıştı. Mermi hedefini biraz sapmış kalbinin üstünden omuzunu delip geçmişti. Önce ne olduğunu anlayamadı. Yankesici bir sivrisinek iğnesini omuzuna çakmış biraz kan emdi gibi hissetti. mezarın içine geri düştüğünde dışarısı cehenneme dönmüş, her yerden silah sesleri geliyordu. Vurulduğunu anladığında o kadar çok bağırdı ve o kadar çok mermi sıkıldı ki çığlığını kimse duymamıştı. Sesler yavaş yavaş kesildiğinde Medine bayılmış bilincini kaybetmişti. Kendine gelmesi uzun sürdü. Sarhoş gibiydi. Sesler ve çığlıklar duyuluyordu.
Dışarıda bir kadın sesi ortalığı yıkıyordu. Alçak ve şerefsiz olduğuna inandığı insanlara direniyor intikam yemini ediyordu. Çığlıklar, erkek sesleri, küfürler, yeniden çığlıklar ve yeniden intikam yeminleri...ve derin sessizlik. Rüya görmüş olmalıydı. Uzun bir süre acı içinde uyumaya devam etti.
Gözlerini açtığında uzun zaman geçmiş, bitkin düşmüştü. O kadar çok acı duyuyor ama o kadar çok yorulmuştu ki, bu acısını bastırıyordu. Kolundaki kurumuş kana ve ormanın parçaladığı elbisesine baktı. Kendini çıplak hissetti. Nerede olduğunu ve başına ne geldiğini anlaması uzun sürdü. Birden silah seslerini ve çığlıkları anımsadı. Yeniden dehşete kapıldı ve yeniden titremeye başladı. Sinecek başka bir yer var mı diye sağına soluna bakındı. Yukarıdan ışık mezarının girişini aydınlatıyordu. Bir süre bekledi ve dışarıya çıkmaya karar verdi.
devam edecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.