- 1267 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞAPKACI MÖSYÖ DUPONT -I-
Helen ile Phillipp ne Zaman Türkiye’de Tatil yapsalar, başlangıç Noktaları mutlaka Truva olurdu. Bu Muhteşem Yerin her Yıl nasıl geliştiğini görmek onlara büyük zevk ve heyecan verir, bu Mutluluğun eşliğinde Tatillerini burada planlayarak Yola çıkarlardı. Bunu onlar evlendikten beri vazgeçemez bir Alışkanlık haline getirmişlerdi;
"- Phillipp, istersen bir Otele gidip Yer arayalım."
"- Niçin?"
"- Biraz dinlenmiş oluruz."
"- Ben Yorgun değilimki Helen! Ya sen?"
"- Yarında gidebiliriz Truva’ya."
"- Ben şimdi gitmek istiyrum."
"- Nasıl istersen." Gözleri Saat Kulesine takılan Helen;
"- Öyleyse acele edersek iyi olur. Saat 9 da kalkacak Truva Minibüsünü kaçırmak istemiyorum." diyerek önden yürüdü. Neden olduğu bilinmez, Phillipp Elini Ceketinin iç Cebine soktu;
"- Ne var?" diyen Sesi duyunca Elini dışarıya çekip, çıkartmaya çalıştı, Kuvvetli bir El buna engel olunca, başaramadı;
"- Dur hele!" diyebildi. Karşılıklı çekiştiler. Gerisin Geri sürüklenen Phillipp güçlükle;
"- Hellen!" diye bağırarak ondan Yardım istedi. Oysa o şimdi karşı koyamadığı gizli bir Kuvvet tarafından Helen’den uzaklaşmaktaydı. Çekimin Kuvveti Akıl almaz bir Seviyeye ulaştıp-doruğuna eriştiğinde, birden tüm Görüntüler silindi ve Yerini Göz kamaştırıcı bir Işığa bıraktı. O artık bu Işığın bir Parçasıydı ve herşey bem-beyazdı burada.
"- Phillipp, neyin var senin?" Sorusuyla sert beyaz satıha çarpıp durması bir oldu;
"- Yo-yo yok bir şey!" diyerek Ayağa kalkmak için onun Koluna tutununca da Gözlerine inanamadı. Bu Kolda şimdi gri renkli bir kışlık Manto Kumaşı vardı. Oysa Helen biraz önce ince Şile Bezinden uzun kollu beyaz bir Gömlek giymişti. Ayrıca bu Mantonun kahverengi Kürk ile çevrili Kol Ucunda da, siyah şık Deri Eldiven giymiş naril bir el sallanmaktaydı;
"- Helen!" diyecekti, diyemedi. Rüya görüyordu herhelde? O An;
"- Bonjur madam, Mösyö..." diye sağ Elinin İşaret Parmağının Ucunu Şapkasının Altın Sırma İşlemeli Siperine dokunarak onları selamlayan yakışıklı bir İtalyan Subayı önlerini kesti;
"- Pasaport ve Vize Kağıtlarınız lütfen!"
"- İyi Akşamlar." diye gülümsemeye çalışan Phillipp Melon Şapkasının ön Ucunu tuttu ve;
"- Melon Şapkamı?" diye düşünerek Parmaklarının arasında kayan yumuşak Kumaşı tekrar yoklayıp, nazikçe yukarı doğru kaldırırken, Sırtındaki Sırt Çantasının yok oluğunu farketti;
"- Hayda!" diyere Hellen’e bakıncada onun Omuzları üzerinde, Sırt Çantası yerine Zümrüt yeşili şık bir Şalın durduğunu gördü. Her ikisinin El Çantaları hala Ellerinde duruyordu. Helen’in uzattığı Pasaport ve Kağıtları alan İtalyan Subay bunları incelerken, Phillipp biraz önce Varlığını farkettiği Melon şapkasını tekrar kontrol etmek için Eline aldığında Subayın yanında duran kısa boylu, uzun siyah Paltolu sivil Memurda Şapkasını çıkararak onu selamladı;
"- İyi Günler! Birinimi ziyaret edecektiniz?"
"- Sapkacı Mösyö Dumont..."
"- Ah ya!" diyerek Phillipp’in Konuşmasını kesen sivil Memur;
"- Bu Sokak Askeri Bölgedir, giremezsiniz!" Önünde durdukları Binanın İtalyan Konsolosluğu olduğunu, yandaki Saat Kulesinden anlaşıyordu. Durdukları Yerden başlayan bir Askeri Barikat ile girecekleri Sokağın kapanmıştı;
"- Bu Yolun ilerisindeki Şapkacı Dükkanına gidecektikde." Vize ve Pasaportları kontrol ettikten sonra Phillipp’e geri veren Subay;
"- Askeri Bölgedir, girmek yasak!" dedi ve Helen’e dönerek;
"- Oraya şu yandaki Sokağı dolaşarak gidebilirsiniz Madam." Başını öne eğdi ve hürmetle Şapkasının Ucunu tekrar tıkladı ve;
"- İyi Yolculuklar!" dileyerek Göz kırptı. Bu çapkın Selamı kısa bir Tebessümle geçiştiren Hellen’in Yüz İfadesinden, Yolları uzadığı için Canı sıkılmış olduğu belli oluyordu. Phillipp’in Koluna girerek oradan ayrıldılar;
"- Sen böyle bir Barışın adil olabileceğine inanıyormusun?"
"- Savaş bitmedeki, Barıştan Söz edilsin Helen."
"- Lozan Anlaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu Sınırlarının Çanakkale’ye kadar küçüldüğüne göre..."
"- Çanakkale Anadolu’dadır ama Anadolu değildir Helen!"
"- Ama onun bir Parçası."
"- Başlangıcı desen daha iyi olur."
"- Senin Başlangıç dediğin?"
"- Kastedilen şeyin Tarifine göre değişir Helen." her Zaman olduğu gibi Bilmeceli konuşan Phillipp’in neyi kastettiğini Helen gayet iyi biliyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya ile birlikte 1.nci Dünya Harbini kaybetmesini Phillppp bir türlü kabullenememişti. Ama Alman olduğundan değil;
"- Savaşın kimler tarafından, niçin ve hangi Menfaatleri gözeterek çıkarıldığını sende gayet iyi biliyorsun Helen?" dedi ve onun Cevabını beklemeden devam etti;
"- Doğuda Petrol Yatakları ve Filistin, Batıda Kostantinopolis!"
"- Anadolu Topraklarda yıllarca Yunan ve İtalyanların yaşadığını unutma!"
"- Sende onlardan önceki Anadolu Kavimlerini!" Aynı Tartışmaya yeniden başlamayı istemeyen Helen sustu;
"- Cephenin niçin Çanakkale’de açıldığını biliyorsun?"
"- Aman Phillipp, sen bu Truva Teorisinden bir türlü vazgeçmeyeceksin."
"- Tarihin tekrar olduğunu söyleyen sendin."
"- Peki bu Lozan Anlaşmasına imza atmak yenilgiyi Kabul etmek değilmidir, sence?"
"- Tahta At Hilesi ile kazanılan her Zaferin geçici olduğunu Tarih Truva’da göstermiştir." Bu Konuşmaların eşliğinde Paralel Sokağın başına kadar geldiler. Helen durdu. Öne doğru eğilerek Mantosunun aralığından sol Dizini dışarı çıkarıp, uzun Eteğini birazcık yukarı çekerek, altındaki siyah, yüksek Ökçeli Ayakkabısına baktı. Çamurlanmıştı. Köşedeki Kahvede oturan çeşitli Ülke Askerlerinden bir Islık ve Tezahürat Yaygarası koptu. Helen aceleyle Eteğini aşşağıya bırakarak Mantosunu kapadı. Askerlerin Tezahüratı kesilincede Kolunda asılı duran El Çantasını açtı ve içinden beyaz bir Mendil çıkararak, durdu. Öne doğru eğilerek Ayakkabılarının sivri ucuna bulaşmış çamuru silerken Phillipp’te durdu;
"- Yolların Çamurlu olduğunu ben sana söylemiştim Helen."
"- Hayatım, bende senin gibi Golf Ayakkabıları mı giyeydim bu Şık Eteğimin altına?" diyerek bol Dantelli Eteğini tekrar yukarı kaldırdı ve Fileli Siyah Çoraplarını gösterdi. Askerler yine Tezahürata başlayınca, bu Sefer Helen gölümsedi ve onlara doğru dönüp, bu Dizi üstünde hafifçe çökerek. Başını eğdi ve onları selamladı. Islık ve Tezahüratçılara Alkışçılar da katıldılar. Helen Eteğini bırakarak Phillipp’e döndü ve;
"- Siz Erkeklerin böyle bir Derdi yok!" diye Stem ederek Elindeki Mendili silkeledi, Kol Çantasını açıp, içine soktu;
"- Kadınlara Spor Ayakkabı giyme Yasağını ben koymadım Helen!" Bu Haksız Eliştiriyi duyan Helen alınmıştı;
"- Golf Ayakkabılarımın üstüne birde bana Pantolon giydirseydin bari!" dedi ve Eteğinin ön Ucunu El Çantasının asılı olduğu Eli ile özenle yukarıda tutup, Phillipp’in Koluna girerek konuşmadan yürüdüler. Gerçektende haklıydı Helen. onun Pantolon giymiş bir Şekilde yanında yürüyebileceğini düşünmek bile imkansızdı. Böyle bir şey Paris, Berlin, Roma gibi Modern Şehirlerde bile hoş karşılanmazdı. Hele İşgal altındaki Çanakkale Şehrinde, asla!"
"- Phillipp, gel şu Köşedeki Kahvede oturalım. Ben yüksek Topuklu Ayakkasbılarını değiştireceğim. Yolun bu kadar kötü olduğunu tahmin etmemiştim."
Saat Kulesinin arkasındaki Sokağın Köşesinde duran Kahveye doğru yürüdüler. Tüm Masalar çeşitli Ülkelerin yabancı Askerleriyle doluydu. Onların Kahveye gelip oturacağını anlayan bir Gurup Asker en öndeki Masayı boşaltarak gerideki Duvara dayalı Sedirdeki boş Yerlere çekildiler. Onlara nazikçe teşekkür eden Helen, El valizini Yere koyarak Sandalyesine oturdu ve rahat bir Ayakkabı çıkarmak için öne eğildi. Diğer Masaların Etrafındaki Askerlerin Savaş Yorgunu oldukları her Hallerinden belli idi. Üniformaları Yer-Yer yırtık, Yamalı ve sararmış, Pantolonları ütüsüz-tozlu-eski ve haraptılar. Bu Saçı-Sakallarına karışmış Halleriyle Birinci Dünya Harbi Kartpostallarından çıkmış gibiydiler. Phillippp bu kasvet ve mutsuzluğun tüm Çevreyi kapsamış olan loş ve gri bir Işıktan geldiğini farketti. Bu Perişan Tabloyu daha iyi inceleyebilmek için Sandalyesinden kalkmadan etrafına bakındı. Kahve Duvarına yaslanmış bir Avusturalya Bayrağının Etrafında Yüzlerindeki İfadeden Savaş Bıkkını olduğu belli olan , bir yığın Avusturalya Askeri toplanmıştı. Kimi Duvara dayanmış, kimi Kaldırıma çökerek Sırt çantalarına yaslanmış, Ülkelerinden onbinlerce Kilometre uzakta bir Şeyin gelmesini yada bitmesini beklemekteydiler. Phillipp Gözerini onlardan ayırdı. Masanın üzerinde duran bir Broşürü Eline alarak, alçak bir Sesle okumaya başladı;
"- Güneş şu Mavi Göğü terkedene, Yerküre Uzay boşluğuna gömülüp gidene, kaybolana kadar, İnsanlar hep anacak sizi..." O An Helen El Valizinden çıkarıp Kucağına koyduğu Topuksuz bir çift Ayakkabıyı düşürmemeye gayret ederek, büyük bir Ustalıkla Yüksek Topuklu Ayakkabılarını Ayağından çıkarmaya çalışıyordu. Phillipp’in ne dediğini anlamak için durdu, doğruldu ve ona baktı. Phillipp devamla;
"- ...çünki siz Avusturalya Kıtasının Cessur Askerleri, Çanakkale’nin Eşsiz Tarihine gömüldünüz!" Helen’e doğru dönen Phillipp, Başını iki yana sallayarak okumasına devam etti;
"- Aşil ve Hektor’un başlattığı bu Savaş binlerce yıl sonra sizler tarafından kazanılıp, burada bir Abide olacaktır!" Bakışlarını yukarı kaldırarak, Helen’e okuması için Kağıdı uzattı;
"- Avusturalya Ordusunun Komutanı İan hamilton’un Gelibolu’da şehit düşen binlerce Askerin Cenaze Töreninde yaptığı Konuşma!" Hellen Kağıdı alarak kısa bir Göz attıktan sonra Masanın üstüne koydu ve Kucağındaki Topuksuz ayakkabıları tek-tek Ayağına geçirdikten sonra , Çamurlu olanları aynı Torbaya koyup Valizin bir Köşesine sıkıştırdı. Kapağını kapatarak kitledi, Yere dik bir şekilde sandalyesinin yanına yerleştirip, gelen Garsona iki Çay söyledi;
"- Hemen!" diyerek uzaklaşan Garsonun ardından, Masanın üstünde duran biraz önce bıraktığı Büroşürü alarak okudu. Masanın üzerine koyarkende;
"- Yazık!" dedi. Bir Sigara yakan Phillipp;
"- Onca Yolu demekki Gelibolu’da ölmek için gelmişler." Dumanını Havaya üfleyerek;
"- Kim, kim ile, kime karşı ve niçin Sorularının Cevbını bile bilmeden!" diye ekledi. Garson Çayları getirmişti. Konuşmadan içip, Hesabı ödediler ve kalkıp Yollarına devam ettiler.
Çukurlarına Çamur dolmuş, bombeli parlak Granit taşlarıyla gelişi-güzel döşeli olan bu engebeli Yol hakikaten çok kötü bir Haldeydi. Kaldırım Taşlarıyla Yol Kenarı arasındaki Olukta birikmiş Su, Çöp ve diğer Artıklardan gelen ağır bir pis Koku vardı Etrafta. Yer-Yer yıkılmış, yada bombalanmış Binalar, bakımsız eski Taş Bahçe duvarları, terkedilmiş Evler, Cemekanları boş Raflar, Kepenkleri kapalı Dükkanlar ve Çevredeki bıkkın-mutsuz İnsan Görüntüleri derinliğe doğru gittikçe silik ve soluk bir Boşlukta eriyip kaybolmaktaydılar. O güzelim mavi Gök yerine burada gri-kasvetli-soğuk ve kalın bir Sis Örtüsü vardı. Bu Bulut arasından sızmaya çalışan Güneşin kuvvetli Işınları, soluk ve sararmış bir halde Çevreyi aydınlatmaya çalışıyordu. Beygirleri Cılız At Arabaları, Semerlerine İnsafsızca mal yüklenmiş Eşşekler, ağır El Arabakarını çeken-iten Ayakçı Esnaflar, Sırtlarında Yük taşıyan Hammallar bu durgunluğa birazcık Hareket katıyorlardı. Sokak bu Görünüşüyle yıpranmış bir siyah-beyaz Savaş Fotoğrafını anımsatıyordu;
"- Ben bu Çanakkale Savaşını Osmanlı İmparatorluğunun Zülmüne karşı yapılan Halkların bağımsızlık başkaldırısı olarak görüyorum..." deyince Phillipp Hellen’in Sözünü kesti;
"- Ama Helen! Fatih Sultan Mehmet’in söylediği; "- Bana rabbim Yıllar sonra Truva gibi haksız bir Savaşın Öcünü almayı nasip ettiği için ona minnettarım. Böylece Truva’yı yakıp-yıkan bir Neslin Askerlerini yenerek Hektor ve Aşil’in İntikamnı aldım!" dediğini unutma."
"- Bu Kritobulos Adlı Bizanslı Tarihçinin bir Varsayımıdır. Oda bunu birinden duymuş. Duyduğu kimsede..."
"- Tamam, tamam Helen! Haklısın. Ama görüyorsunki burada yine aynı Savaş sürmekte." Helen sustu. Cevap yerine girdikleri Sokağı incelemeye başladı.
Develer vardı bu dar Sokakta, birşeyler getirip-götüren veya Yere Diz çökmüş dinlenen ve durmadan geveleyen Develer. Cami avlusunun önündeki Çeşmede Testilerine, Güğümlerine, Kovalarına Su doldurmak için sıra bekleyen Kız, Kadın ve Nineler duruyordu. Biraz ilerideki Yalakta Kemikleri sayılası cılız, küçük ve büyük Baş Hayvanlar birikmiş Su içmek için itişip-kakışmaktaydılar.
Birinci Bölümün Sonu
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.