- 529 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Koyu bir düşünce çukuru bu yazdığım yaşam…
Aslında biz yakınların çocukluğunu yaşıyorduk...
Uzaklardan yakındı her nefes alışımız, her şeyimiz bu cephedeydi, oyun oynayışlarımız, kaçmalarımız, ağlamalarımız, gülmelerimizin hepsi bu çemberin içindeydi. Uzaklarda hiç kimsemiz yoktu. Sadece hayâllerimiz uçuşurdu oralarda, zapt edilmez hayâller ve isteklerdi hep uzaklarda…
Sevgililerimiz, aşklarımız, uğruna hayatı hiçe sayacağımız, sevgimiz, hep buralarda, dizi dibimizde veya daha yakınında avuçlarımızda.
Olmadı, kalbimizin derininde hep kıpırtılardaydı. Ve biz o kıpırtılarla büyüdük veya kendimizi büyümüş sandık ki sevdanın kulvarında koşar bulduk kendimizi…
Artık hiçbir şeyin ucu sonsuzda, uzaklarda tutulamaz yerlerde, kavuşulamaz uzaklıklarda görünmez kuytuluklarda değildi…
Her şey yanımızda, yanıbaşımızda idi…Ve biz kol kola kucak kucağa sarılmalarda mutluluğun zirvesindeydik yaşamın, yaşanmışlıklarla…
Uzaklarda kaldı sevgili sözünü demek artık bana... Artık bizim bedenimiz uzaklarda nefes almak için çırpınır olmuştu.
Avuçlarımızdaki resimler bakışlarımızla eskidi, yenisi zaten yok ve biz eskimiş resimlerle birlikte kayboluyoruz, ışıktan...
Artık acıların belirtisiyle sevgili görüntüleri yüreğimde şekilleniyor...
Herşeyin en güzeli belki de sadece o anlardı… Kimbilir?
Karasoğuk bir ayaz omuzlarım, kanrevan tüm düşünceler, acımış, acılanmış bir yaşamın son kareleri yıllar almış başını kurak rüzgârlarda, dar bir yaşam kesiti bu sakinleşmiş ruhuma, ayaz düşmüş omuzlarıma, bir yokluk telaşı, bir de varlık, belki de sadece bir şaşkınlık sonu bu ağarmış saçlarla yaşam düşü, belki de yarınların eksiklenmiş telaşı bu geçen ömrün telaşı...
Belki de beklentisiz bir yarınların müjdecisi bu nefes alışlar...
Yine senin için ağlamak istemiyorum...
Mordu sevdiğimin sevdiği renk, o sevdi diye sevdim, morun arasına beyazı çoğalttım sevgim gibi...
Aslında biz yakınların çocukluğunu yaşıyorduk...
Bir anda mutluluktan uçar gibi yaşadığı, geçmişten gelen kahredici mutsuzluklarının uçtuğu, çocukluğumuz vardı bizim, korkusuz ve de atak, yılmayan düşüncelerimiz, korkmayan ataklarımız vardı…
O günlerden bu günlere sarkan cesaretlerimiz vardı korkusuz ve de gözü kapalı ataklar, aslında ardında eskiden kalma istekler vardı. Ama esas olan yarınlar vardı dünlerden fazlalıkla, daha çok istekle, daha çok sevecenlikle. Daha çok dostluklarla,daha iyi niyetlerle yarınlar vardı yaşanacak dünlerden çok farklı...
Aslında bilmiyordun sevgili yaptıklarınla beni bende tüketirken, gerçekte biz bir birimizde tükeniyorduk…
Bu tükenişi de herşeye rağmen ben durduramıyordum…
Sonraları her şey uzaklaştı bizden. Önce düşlerimiz, düşüncelerimiz uzaklarda dolaşmaya, oralarda arayışlara başladı, kendini kendinde…
Bir defa beli kırılmıştı yakınların, yakınlardaki mutlu oluşların. Hepsi koşu alnının dışına çıkmıştı. Dışında bulmuştu her şey kendini. Ve biz dışlanmıştık yakınlıklardan, uzaklara doğru, kendi başınalığımızla…
Ellerimiz uzadı uzaklarda tutunabilmek için. Sevgimiz uzaklar ile yakınlıklar arasında bölündü… Ve biz artık buzda, karda kayan kızaklardaydık, sanki…
Her şey dağılmış, her şey kırık ve kaçaktı ellerimizde. Kaçakların kaçak çocukları olmaya başladık. Her sevdiğimiz artık uzaklardaydı. Her gözümüzün gördüğü hep uzaktaydı. Ve biz cam ekranında uzaklardan bakışıyor gibiydik bir birimize…
Sevgimiz de alışmıştı sevgiyi uzaktan hasretle yaşamaya. Uzaktaki sevgilinin göz kırpmasını özlemeye…
Onun yüzünü avucumuzdaki tuttuğumuz resmiyle konuşurken bulduk kendimizi. Ve biz resme konuşurken sevginin baş edilmez gizemi ile sarmaş dolaştık artık…
Evet uzakları ve uzaktakileri sevmeyi öğreniyorduk. Gün be gün onun sesini, o sevginin sessizliğini severek…
Artık sevgi sesiz seslerle dolaşıyordu yüreğimizde. Ve biz her an o sesin tutsağı gibi yaşamı öğreniyorduk, yüz yıllık tutsaklık hissi ile…
Artık yüz yıl sürecek sevginin içindeki yaşamımızı elde ettiğimiz yıllar kadar var olacaktık…
Aslında bitmeyen, bitemeyen, sevgilerdi uzakların içinde boşvermişlikle dolaşan, boşvermişliğin içine sığan pervasız sevginin tutsak sevgilisi idik artık…
Ve günler, aylar ve de yıllar bu tutsaklığın bedene verdiği yıpranışlarla titreyerek geçiyordu artık…
Türlü türlü hastalıklarla tanışır oluyordu beden…
Ve utangaç nefeslerini alıyorduk kendi kendimize…
Yıllar, içinde yaşadığımız zamanlarla çürütüyordu, acılarına sığınarak sevginin, onun acılanmaları ile bedenimiz çürüyordu…
Artık yılların ardına düşen gölge sevgilerdi, içimizi burkan ve kendimizi kendimize acılandırılan…
Ey can sevgili, ey candan arda kalan sevgili, kendini sevgiden öte üstünde sanan sevgili, can canım dediğin çürüyor, çürütülüyor, “yar neden uzakta kaldın” dedirterek…
“Senden öte, bir can var,” diye hiç haykırmadık, hep “candan ötede sevgili var” dedik…
Sevginin özelliğini, üstünlüğünü savunduk.
Cümleler yazdık, yüreğe nefes aldırmayan. Ayrılığı yazdık, nefesi kesen, savunduk sevginin asilliğini. Ama yanıldık sanırım, yanıldık, ki bu hasretlerle beden çürüyor, nefesler kısılıyor, uzaklarlara bakıyor gözler, uzaktakiler ile nefes almaya çalışıyor, ama tek nefeslerde kalıyor…
Artık uzaklarda da kimsemiz kalmıyordu, yakınlardakiler gibi. Ve biz birbirimizden uzaklaştıkça, çürüdük, bedenimizdeki uzuvlarla birlikte…
Artık bizim bedenimiz uzaklarda nefes almak için çırpınır olmuştu…
Avuçlarımızdaki resimler bakışlarımızla eskidi, yenisi zaten yok ve biz eskimiş resimlerle birlikte kayboluyoruz, ışıktan...
Artık acıların belirtisiyle sevgili görüntüleri yüreğimde şekilleniyor...
Uzaklarda, uzaklarla, uzakların içinde,sevdim seni ben…
Morun duruşuydu sevdiğimin sevdiği renk, o sevdi diye sevdim, morun arasına beyazı çoğalttım sevgim gibi...
Yüzüme bakıyordum aynadaki kendimi unutmuşcasına, gözlerim kıpırdamadan, acıların izlerinin derinliğini ölçmeye çalışıyordum tek tek çizgilerin derinliklerini ölçercesine.
Yıllardır an an, gün gün eriyen yüzümün rengine bakıyorum kendime acıma duygusunu kaybecek hislerimden.
Ve aklımda bitmeyesiye sevginin isleri karma karışık devinimlerle bir birlerini kesercesine hareket halindeydiler. Gözlerim sabit bir noktanın hareketsizliğini takip edercesine, göz aklarını örtüyordu bir gözyaşı tabakası.
Yüreğimin isi çokmüştü bakışlarımın ardına gizlice ve de sinsice kendisine acıyarak.
Birden kendi kendime hırıltılı bir sesle sana acıyorum dedim, kendime acımak hiç aklıma gelmezdi son zamanlarda ve de utançla bu duygudan yıllar önce kopuşmuştum ama öncesi ve de sonrası vardı tüm pişmanlıkların…
Yarınların tüm yorgunluğu dünlerden ulaşıyordu bu günlere yarınlara ertelenerek…
Koyu bir düşünce çukuru bu, bir labirent sonrası oluşmuş, içine pişmanlıkları dahil ederek, içinde korkuları barındırarak ve de çoğu zaman vaz geçişleri kendinde tutarak eritiyordu yaşamdaki mutlulukları…
Kendime hediye ettiğim vaz geçişleri, umarsızlıkları, boş vermişliklerle hayatın girdaplarını zorluyorum, senin gidişinde, aslında bu derbederliğime sebep olan, her şeyin en kıymetli olduğu zamanda tüm hayatımızı boşvermişliklere atmak daha kaç zaman ayakta tutacaktı bu duygularımı?
Sen bahar gözlüm sen iyi ki bu dönemimde girdin koluma ve beni sürüklercesine götürmek istediğin mutluluğunun da bahar havası çökecek yüreğimin kuytularına, iyi ki varsın iyi ki doğruda tutuyorsun beni…
Ben seni özlüyorum ve senden gelecek seslere merak içindeyim bunun adına yalnızlık denir…
Günün güneşi, gecenin karanlığı hep senmişsin gibi benimle…Benim yalnızlığım sensin ve bunla yaşamak durumundayım ama bir gün elbet bir gün... Güneşin ışıkları düşecek omuzlarımıza…
Yaşamın içindeyken, yazarak ve de yazdıklarımızla varlığımızı kanıtlıyoruz, biz dünleri eskittiğimiz gibi, bu günlerden yarınlara da her an yazarak ispat edeceğiz yaşadığımızı. Zamanla yarışmaktı aslında yazma çabalarımız. Uzun yazılarla kendimizi, kısa yazılar ve de cümlelerle ruhumuzu doyuruyorduk. Oysa hâlâ açlık içinde sürdürüyoruz varlığımızı. Buna da sebep olarak sevgili kelimesini kullanıyoruz. Aslında bir gerçekti oysa düşünemediğimiz. Düşündükçe içinde dolaştığımız...
Ve ayrı bir düşünce ki, kaç yazan kalem şimdilerde sustu ve kaç yazanımızı yitirdik zamanın boşluğunda, aslında bu yaptığımız arkada bıraktıklarımızla bir kayboluşu kanıtlamaktı...
Evet sevgili sen benim doyumsuz cümlelerimle hep var olacaksın...
Beni bana bırakarak sonsuza yarım bir yaşam bırakma...
Az kaldı artık sonun başını yaşamaya…
Bana ait ne varsa yaşamda, ben gibi bir beni çizikledim bu satırlarla, ne geçmiş kaldı ne de yarınlar sorgulanmamış, sadece bir anlık gülüştü yaşamdan beklediğim...
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.