- 809 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Adım Makul.Yaşadım ve her şey yeterliydi
Elinde yüklü miktarda meşe palamutu var gibi sağa sola bakınarak yine geldi. Uzun zamandır görüşmemiştik. Unutulmuşluğun o kehribar sarısı derin boşluğu olmasa onu tanımakta zorlanırdım belki, ama zorlanmadığımı hayal etmeliyim. Açlık direncimin kaslarını güçlendirmek için günlerdir meditasyon yapıyorum. Nasıl yanılabilirim ki.
Hem bir yabancılaşma, hayatlarımızda bir sadeleşme olsa bile geride kalan için hayat, er yada geç bir tarafı çökerten, anıları parçalayan, sert yüzlü granit mor bir kayanın içinde ki dinamitin bam telli soluğu değil midir zaten. Olmayan bir kalbin nefes alması gibi soğuk…Ve dik duruşlu bir ünlem değil midir bazen hayat ?
Bu işin en boktan tarafı budur işte. Bu yüzden iki kişinin paylaştığı o sırlı...sınırlı dünyada en az bir kişi mutlaka yaşamaya, orada kalmaya devam eder uzun bir süre daha. Bunu çözümlü bir hastalık olarak düşünebilirisiniz belki. Tek sorun tedavi masraflarını karşılayacak yeni bir şairin ne zaman ortaya çıkacağı.Ve hangi aralıkta iyileşeceği düşlerimizin. Düşenler ve bir daha düştüğü yerden kalkamayanlar için lafım.
Gelen oydu. Hemen tanımıştım. Bu tanımayı ve topu topu zaten iki kişinin yaşadığı, bildiği bir dünyayı en az bir kişi hatırlar diyerek neden bu konuyu çok büyük bir marifetmiş gibi abarttığımı düşünüp; ‘’ne var ki bunda ‘’ diye bana çıkışabilirsiniz haklı olarak. Sizi temin ederim açlık önce gözlere vurur bütün canlılarda. Bu satırları hala okuyorsanız bana ait olan ne varsa uzun zamandır alfabetik sıraya göre rafladığımı bilmenizi isterim.
Poşeti siyah olduğu için içindekileri göremedim. Benimkisi bir temenni sadece. Umarım değildir. Bu mevsimde olacak şey değil ama umarım meşe palamutu değildir diye düşündüm.
Günlerdir yolunu gözlüyorum. Sizin için değerli ve uğruna dövüşe dövüşe öldüğünüz şey bende olmadığı için evet şairime ödeme yapamadım. Avanta peşinde koşan mahallenin işe yaramazı deyin bana. Alınmam, hatta sadece gülerim. Belkide öyleyim.Yazdan kalma bir arkadaşlığın aramızda ördüğü güven ve sahiplenicilik duygusu beni fazlasıyla beklentiye sokup beni iyi bir avantacı yapabilir elbet. Siz buna umut diyorsunuz daha çok. Belki öyledir benimde hissettiklerim. Beni elleriyle beslemiş, yaz sıcağının büyük bölümünü bedavaya getirmiştim.
Bu tutunduğum çırpı şimdilerde yeni evim. Üstümde kar birikmemesi lazım. Kırılabilir ve ben aşağı düşebilirim. Bunu göze alamam. Bu yüzden sürekli uyanık kalmalıyım kar başlayınca. Uyanık kalmayı göze almalıyım kar başlayınca.
Siz gerçek evimin altında değerli bir şey olduğunu öğrendikten sonra böyle bir felaketi yaşamam kaçınılmazdı. Evet HESsittir! Ama bu doğru. Yine de kabuklu yer fıstıklarımı taşımama izin verirsiniz diye umut etmiştim. Ön dişlerimin uç kırıkları, sol ayak topuğumda ki korkunç ağrı, boğazıma saplanan ve bu yüzden asla sesimi bir daha kullanamayacak olmam bile sizi ikna edemedi. Dozerin bıçkı motoru ön dişlerim gibi kırılmamış olsaydı ölebilirdim de. Canımı bile zor kurtardım.
Kültür devrimiyle birlikte İda; Yani evimde kendi ismini Kaz dağları olarak belirleyip değişime ayak uydurmak zorunda kaldı. Güzel kollu, güçlü gövdeli ve yapraklarını hatırım için bu mevsimde dahi dökmeyen ama siz bir isim taktığınız için bende mecburen Göknar dediğim yuvamda, yıkımdan önce oldukça mutluydum. Kilerimde ince kabuklu yer fıstığı bile vardı.
İnanmadınız değil mi ? Doğruyu söylemek için bu incecik çırpı kolu seçmedim. Siz insan ırkı birbirinize kazık atmaktan hep erken ölüyorsunuz zaten. Kiminiz kalp ağrısı çekiyor, Kiminiz silahlı güçleniyorsunuz zayıf düşürmek için kendi ırkınızı. Yada dil mağduru halklar yaratıyorsunuz. Elinizden gelen tek şey İnsana dair olandan kaçmak, kürkümü okşayıp beni sevmek. Vicdanınızım bir bakıma. Sizi hiç anlamadım hemde hiç bir zaman anlamadım.
Sizden kurtardığım parçalarımı olabildiğince çok uzak olan bu yere taşıdım. Evimi dinamitlediniz. Evet HESsittir ! Ön dişlerim kırık. Evet HESsittir. Boğazıma sapladığınız cisim sayesinde sessizim. Hadi...Buna da HESsittir deyin ve vicdanınız bir zamanlar yıkandığım,yıkanırken bile su içtiğim derem gibi kirlenmesin. En azından bunu yapın.
İkimizde hep açtık. Her zamanki gibi beni görmemiş oyununu oynadık. İkimizde memnunuz bu durumdan. Sesli sesli bir şey okurken o, sessiz sessiz bir şey yazarken o, ben dinler anlamaya çalışırdım tutunduğum ince dal gözlemevim olmadan önce. Öncemiz böyleydi. Yazın kavurucu sıcağına aldırmadan ve ikimizde yükünü tutmanın bencil gülümsemesi eşliğinde.
Sarı mantolu Ayşen’e sorabilirsiniz. Yerimi ilk bulan oydu. Bana acımış, torbasından bir şeyler çıkarıp yere bırakmıştı ilk günümde. Topuklu ayakkabı yerine kurdelası mahçup bir çocuk tarafından bağlanmış Potinlerinin ayağına iki numara büyük geldiğini kısık gözlerimle bile görebiliyordum. Eldiveni karlıydı ve buz sarkaçları kirpik uçlarında yeni ekilen bir gülün narin dikeni gibi duruyordu. Yüzünde sevilmiş gibi memnun bir gülümsemeyle aniden dalımın altında bitivermişti. Yorgun, aç ve ses tellerini yitirmişken korkmaya bile üşendiğim için gözlerimi şaşırmış gibi açamıyordum. Bir gün sonra beni bellemeye geldiğinde bıraktığı azıkların üstündeki kara dokunup ” neden ? ” diye sordu.
Sadece neden ?
Sessizce uykuya dalmak için gözlerime izin verdim. İdanın korumacısı sarı mantolu Ayşen’ni bana bakıyordu. Beni besleyecek ve ben bunu bencillik olarak görmeyeceğim gibi bakıyordu. Uykuya daldım. O sonsuz.. ” Hayır daha değil ” diyen bir disiplinin öz güvenli sözleri eşliğinde. İçimi mutlu eden sözler eşliğinde uykuya daldım...
Evet daha değil..şimdi hiç değil…
Benin adım Makul : Yaşadım ve her şey yeter idi...
YORUMLAR
Murat Uludoğan
HES denilen el yapımı ekosistem hatasına, doğanın eşdeğer mahluklarından birisinin ağzından ( muhtemelen bu bir ağaç tavşanı ) bir şeylere dikkat çekmek istedim. Umarım bir kişi bile ikna olur.