- 878 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MÜNAFIKLIĞIN EVRENSEL ETKİLERİ
MÜNAFIKLIK NEDİR, ALAMETLERİ NELERDİR?
(Münafıklığın Evrensel Etkileri)
Dini-Siyasi Araştırma-Yorum:
Müslümanları bekleyen en büyük tehlikelerin başında münafıklık gelmektedir. İnsanlar, günlük yaşantılarında duruma göre yalan söylemekte, iftira atamakta, verdiği sözde durmamakta ve emanete ihanet etmektedir. İslam toplumlarında bu durum her geçen gün artıyorsa eğer, o toplumu oluşturan Müslümanlar arasında güven ve samimiyet yok oluyor demektir. Oysa İslam, insanlar arasında güveni, adaleti, samimiyeti ve dayanışmayı tesis etmek için indirilmiştir. İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) İslam’ın tüm esaslarını bizzat yaşayarak bir Müslümanın nasıl olması gerektiğini ümmetine göstermiştir.
Münafıklığın esasına bakıldığında; münafıklığın manevi bir hastalık olduğunu anlayabiliriz. Bu öyle bir hastalıktır ki kalbe bulaşan ve kalbi kirleten manevi bir hastalıktır. Müslümanların kalbine sinsice yerleşen bu manevi hastalık kalbi hasta etmekle kalmayıp, insanların ahiret yurdunu da cehennem yurduna çevirmektedir. Diğer semavi dinlerde de münafıklık çeşitli vesilelerle izah edilmiş olsa da; papazlar ve hahamlar, kitaplarını kendi dünya görüşlerine göre yeniden yorumlamışlardır. Bu nedenle; Matta, Markos, Luka ve Yuhanna isimli Hıristiyan din adamları, hakiki İncil’i kendi dünya görüşlerine ve dini bilgilerine göre yorumlayarak birbirinden farklı dört İncil kitabı yazmışlardır. Yahudi din adamları da Tevrat’ı yeniden yorumlayarak Tora ve Talmud adında yeni din kitapları ortaya koymuşlardır. Yahudi din adamlarının ortaya koyduğu bu yapay dinlerin amacı; yeryüzünde bir Yahudi imparatorluğu kurmaktır. Yani; masonluğu ve Siyonizm’i devreye sokarak İslam ülkelerinde kaoslar meydana getirmek, Müslümanları birbirine düşürmek, İslam coğrafyalarında bulunan enerji kaynaklarını ele geçirmek ve Müslümanları köleleştirmektir. Bu gayeye ‘Arz-ı Mevut’ diyorlar. Yani Hıristiyanlar ve Yahudiler, ‘münafıklık’ hastalığına karşı bağışıklık kazanmıştır. Münafıklık onlar için manevi bir hastalık olmaktan çıkmış; dünyalık gayeler için birer araç haline gelmiştir. Bu nedenle, münafıklığı Müslümanların hastalığı olarak görmemizde fayda vardır.
Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim’e göre münafıklık şöyle açıklanmıştır: “Münafık erkeklerle münafık kadınlar birbirinin aynıdırlar. Kötülüğü emredip, iyiliği yasaklarlar. Ellerini sıkı tutar, mallarını hayır yollarında harcamazlar. Onlar Allah’ı unuttular, Allah’ta onları unuttu. Şüphesiz ki münafıklar, kâfirlerin ta kendileridir.” (Tevbe suresi 67. Ayet)
Bir başka ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: “O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar o iman edenlere şöyle diyeceklerdir. Bize bakın da sizin nurunuzdan alalım. Onlara; arkanıza dönün de nur arayın.”, denilir. (Hadid suresi, 13. ayet)
Bir başka ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur; “Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kütüklerdir. Her çığlığı kendileri için sanırlar. Onlar düşmandır. Onlardan sakının.” (Münafikun suresi, 4. ayet)
Başka bir ayet-i kerimede ise Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki münafıklar cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara bir yardım edici de bulamazsın. Ancak tövbe edenler, durumlarını düzeltenler, Allah’a sarılanlar ve Allah için dinlerine samimi olarak bağlananlar müstesna. İşte bunlar müminlerle beraberdirler. Allah, müminlere büyük bir mükâfat verecektir.” (Nisa suresi, 145-146. ayet)
Münafıklar için yalan, ihtiras, iftira, adaletsizlik, tahammülsüzlük ve nankörlük birer vasıtadır. Münafıklar amaçlarına ulaşmak için düzgün giyinirler, güzel konuşurlar ve insanlara çeşitli vaatlerde bulunurlar. Yapamayacağı işleri için yemin dahi ederler. Sözlerine besmeleyle başlayıp, samimi Müslüman olduklarına insanları inandırmaya çalışırlar. Özellikle bu sözler, Hıristiyan-Haçlı dünyasına hizmet etmeyi gaye edinmiş yöneticiler tarafından özenle seçilip söylenmektedir. Hatırlatmakta fayda vardır ki; Hıristiyan dünyası, Hıristiyanlığı bir dünya dini haline getirmek için hedef seçtikleri ülkelerden çeşitli vaatlerle çekip, yanına aldıkları taşeron yöneticileri kullanırlar. Bu tür taşeron yöneticiler, dini söylemleri ve simgeleri kullanarak Müslümanları aldatırlar. Haçlı dünyası, Hıristiyanlığı bir dünya dini haline getirmek için taşeron yöneticilerine sermaye aktarımı yaparlar. Böylece taşeron yöneticiler; kendilerine sunulan basın, medya, gazete, dergi ve taşeron aydın, yazar ve çizerleri kullanarak iktidar koltuğuna otururlar. İslam dünyasına baktığımızda; Körfez ülkelerinin ve Suudilerin Batı ile her konuda ittifak halinde olduğunu görürüz. Bu şer ittifakı; Suriye’nin, Irak’ın, Libya’nın, Afganistan ve Pa-kistan’ın yıkılmasına hizmet etmektedir. Bu ülkelerde meydana gelen kargaşaya, savaşlara, etnik ve dini ayrımcılığa baktığımızda Batı’nın taşeronu olan liderlerin Batı adına arılar gibi çalıştıklarını rahatlıkla görürüz. Unutmayalım ki; Batı’nın şer ittifakı Türkiye’yi de kuşatmıştır ve taşeron yöneticilerle yollarına devam etmektedir. Bir Vatikan-Batı projesi olan Dinlerarası Diyalog çalışmaları, kendilerini Müslüman gibi gösteren yöneticiler tarafından övülerek Müslüman Türk insanına takdim edilmektedir. Oysa bu proje, Müslüman Türklerin ve diğer ülkelerde yaşayan Müslümanların Hıristiyanlaşmasına hizmet etmektedir. Bu projenin kuru bir iddia olmadığını anlamak için Papa 2. Paul’un açıklamalarına bakmamız yeterlidir: “Dinlerarası diyalog, kilisenin bütün insanları kiliseye döndürmeye amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Bu misyon aslında Mesihi ve İncil’i bilmeyenler ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir. Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya’yı Hıristiyanlaştıralım” demiştir. Bir başka bilgi daha ekleyelim. Vatikan Konsül Sekreteri Pietro Rossanoz şöyle demiştir: “Bütün insanlar Hz. İsa’ya döndürülmelidir. Bütün insanlar vaftiz olarak kiliselerde birleşmeli ve onun vücudu olan kiliseye girmelidir. Yollar, usuller, metotlar değişir ama hedefler hiç değişmez. Amacımız; bütün insanları Hıristiyan dinine sokmaktır.” Bu projeyi tüm dinlerin kardeşliği olarak gösteren yerli işbirlikçiler, dinlerin kardeşliği ile dünyaya huzurun, barışın ve adaletin geleceğini söylüyorlar. Yani yalan söylüyorlar. Böylece münafıklığın alametlerinden birini üzerlerinde taşıyorlar. Bu konuda Yüce Allah (.c.c.) Müslümanlara ve Müslüman yöneticilere ayetleriyle şu mesajı veriyor: “Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar birbirinin dostlarıdırlar. Ve sizden kim onları dost edinirse artık o mutlaka onlardandır. Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.” (Maide suresi, 51. ayet)
Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.) münafıklardan çekindiğini şu sözleriyle açıklamıştır: “Ümmetim için en çok çekindiğim husus şudur: ağzı laf yapmasını bilen, bilgili münafıklardır.”
Münafıklar, yalan söyleyerek, iftira atarak ve emanete ihanet ederek yaşadıklarından din dışı kalmışlardır. Münafıklar, dindar gibi görünmek için yardım ederler, ‘Allah’ ve ‘Peygamber’ kelamını hiç ağızlarından düşürmezler. Daha da ileri giderek, Cuma namazlarını hangi camilerde kıldıklarını millete gösterebilmek için onlarca TV kanallarını seferber ederler. Böylece Müslümanlar üzerinde ‘İslami’ bir algı oluştururlar. İşte bu tür yöneticiler, devlet hazinesine el uzatmakta; rüşvet alıp-vermekte ve rüşvetin adını ‘hediye’ koyabilmektedir.
En çok sakınılması ve eleştirilmesi gereken manevi bir hastalık daha vardır; onun adına da riyakârlık denilmektedir. Riyakârlık ile münafıklık arasında sıkı bir bağlantı vardır. Nasıl ki; münafık insanlar menfaatleri icabı yalana, iftiraya sarılıp, emanete ihanet ediyorlarsa, riyakâr insanlarda menfaatleri icabı yalan söyleyebilmekte, iftira atabilmekte ve emanete ihanet edebilmektedir. İslam literatürüne göre riyakârlık ikiyüzlülük anlamına gelmektedir. Bu sebeple, riyakâr insanların söyledikleriyle yaptıkları birbirine aykırıdır. Riyakârların karakteristik özellikleri, kendisini başka insanlara çok farklı göstererek bir takım menfaat elde etmeye çalışırlar. Riyakârların yaptıkları ve söyledikleri tamamen yapmacıktır ve gerçekle asla ilgisi yoktur. Yüce Allah (c.c.) ve İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) riyakârlık için önemli uyarılarda bulunmuştur. Ayet-i Kerime’de şöyle buyrulmuştur; “Ey iman edenler, sadakalarınızı, malınızı insanlara gösteriş için harcayan, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan bir kimse gibi başa kakmak ve incitmek suretiyle heder etmeyin. Çünkü onun hali üzerinde bir toprak bulunup ta kendine şiddetli bir yağmur isabet eden ve bu suretle kendisini kaskatı bir taş halinde bırakmış olan kaypak bir kayanın hali gibidir. Onlar, işledikleri hiçbir şeyde muktedir olamazlar. Allah, kâfirler güruhuna hidayet etmez.” Ayet-i kerimeden de anlaşılıyor ki, yapılan iyiliklerde samimiyet aranıyor. Yapmacık, ikiyüzlü iyiliklerin Allah katında hiçbir değeri olmayacaktır. İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) ise riyakârlar için şu uyarılarda bulunmuştur: “İnsanların en fenası birine ayrı, diğerine ayrı görünen ikiyüzlü insanlardır.”
Ayetler ve hadisler ışığında gördüğümüz üzere hem münafıklık hem riyakârlık Allah ve Resulü tarafından şiddetle men edilmiştir. Bu durumda Müslümanlara mühim görevler düştüğü de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Öyleyse Müslümanlar, öncelikle kendilerini bu hastalıklardan koruyarak vazifelerini yerine getirmelidir. Vazifeler tam ve eksiksiz olarak yerine getirildiğinde toplumda huzur, barış, adalet, güven ve samimiyet kendiliğinden tecelli edecektir. Müslümanların ikinci görevi; ülkeyi yönetenlere dikkat etmesidir. Müslümanlar, yalan söyleyen, iftira atan, kamu hazinesine el uzatan, devlet imkânlarını siyasi ikballeri uğruna kullanan ve verdiği sözlerde durmayan gösteriş meraklısı yöneticilere itibar etmemelidir ve bu konuda etrafındaki Müslüman kardeşlerini uyarmalıdır. Bu davranış, İslam’ın da bir emridir. Çünkü İslam’da herhangi bir kötülüğe karşı bir Müslüman diğer Müslüman kardeşini o kötülüğe karşı veya kötü alışkanlığa karşı uyarmakla mükelleftir. Asr-ı Saadet döneminden bir örnek vererek bu konuyu noktalayalım: Hz. Ömer (r.a.) halife seçildiğinde, müminleri etrafında toplayıp şöyle demiştir; “Ben yanlış bir iş yapsam, siz ne yaparsınız?” Etrafındaki müminler şöyle cevap vermiştir; “Ya Ömer! Vallahi seni kılıçlarımızla düzeltiriz.” Ve Hz. Ömer (r.a.) aldığı bu cevaba çok sevinmiştir. Buraya kadar verdiğimiz bilgiler ışığında; “anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az”, diyelim.
06.01.2015
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.