- 663 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
SEVMEK BİR LÜKS MÜ...
Yurdun bir çok bölgesi kara kışın etkisi altına girmişken şu günlerde. Ben de biraz olsun ısıtması dileği ile 2014 yılının ilkbaharının güzel pırıl pırıl bir gününe götürmek istedim gönülleri.
İçinde bulunduğumuz bu “bilgi ve teknoloji çağı” nda bilinmeyenlerin sırrı çözülür; buluşlar, yenilikler sınır tanımaz düzeye ulaşırken bir bir. İnsan ilişkileri ve duygusal zenginlikler ise aksine gittikçe gözden düşüyor, köhneleşiyor ve zayıflayarak elden gidiyor yine bir bir maalesef.
Yahya Kemal BEYATLI’nın, “Bir semtini sevmek bile bir ömre değer” dediği bu masallar ve aşklar şehri İstanbul, modern kentleşme adı altında yağmanın talanın acımasızca kıyımına uğrayan en talihsiz şehri.
O efsunlu güzelliklerin, doğal kültürel ve tarihi muhteşem dokusunun yerine, beton yığınları çelik oluşumlar ve yapay görüntüler geçmişin yasını tutuyor bitmeyen bir sabırla bu gün
Ne bülbüllerin dallarında şakıdığı o gül bahçelerinden. Ne o aşkın yüceliğine inanmış soylu vefalı onurlu ve aşkın sadakatine inanmış bilinçli aşıklardan eser var artık.
Kırık kalpler mahzun gönüller feryat ediyor kaybolan onca anlamlı ve değerli insani duyguların ardından için için şimdi...
Televizyon kanalı akşam haberlerinde ertesi gün İstanbul’da hava sıcaklığının altı derece artacağını söyledi. Doğru çıktı. İstanbul ilkbahara ilk adımını atar havalarındaydı.
“İstanbul o eski İstanbul mudur...” dedim şairden esinlenerek ve attım kendimi dışarıya.
Kurbağalıdere’den kıvrılıp Kalamış’a doğru yöneldim. Uzunca bir yürüyüşten sonra Fenerbahçe Orduevi’ni de geride bırakıp, kızımın yer yer okyanus sahillerine benzettiği nefis bir kıyı şeridine girdim ansızın. Asıl şenlik o anda başladı. Bembeyaz martılar nefis bir tablo çizmişlerdi mavi denizin üstüne hiç kıpırtısız...
Paten kayanlar bisiklet turuna çıkanlar çocuklarını arabalarda-omuzlarında taşıyan genç anne babalar torunlarının enerjisine yetişmeye çalışan büyük anne-büyük babalar. Ele ele tutuşmuş ancak birbirlerine uzak oldukları açıkça belli olan çiftler...
İkinci baharlarını yaşayanların coşkulu halleri ve gözlerindeki ışıltılar bitmeyen bir şarkının maziden yükselen nağmeleriydi sanki.
Yollar kayalıkların üstü sahil yoluna paralel ilerleyen geniş yeşil alanlar cıvıl cıvıldı. Cafelerde boş masa bulmak olanaksızdı. Caddebostan plajının büfelerinden biri kumsala attığı iskemlelerde oturan onca kalabalığa yiyecek içecek yetiştirmeye çalışıyordu.
Sana bu günün gözüyle baktım aziz İstanbul...Ne kadar yorgun ve çaresizsin kim bilir...diye inledi yüreğim derinden. Bunca renkli coşkulu görünen kalabalığa karşın, insanların kendi içlerinde çok yalnız ve mutsuz olduklarını hissetmek hiç zor değildi gene de..
Hemcinsleriyle kendi aralarında gruplar oluşturmuş gençler, özellikle genç kızlar dikkat çekiciydi. Kayaların üstüne sıralanmış birbirinden güzel zarif görünümlü beş genç kıza doğru yaklaştım gülümseyerek.
-Ne o güzeller! Bu güzel günü kız başınıza yaşamak var mı bu İstanbul şehrinde! Yoksa aşk mağdurelerimiyiz!
-Doğru tahmin. Yaşayın siz! Dedi simsiyah iri gözleri çakmak çakmak yanan en baştaki genç kız.
-Öyle böyle değil, adamakıllı kırılmış kalpleriniz anlaşılan. Şimdi sizlere sorsam, yanıt alamayacağımı biliyorum. Ne zamandır topluma derin bir suskunluk hakim. Özellikle gençler, dillerini yutmuş gibiler!
-Yoo, biz hepimiz oldukça konuşkanızdır, diye atıldı diğeri kumral saçlarını iki yana savurarak.
Deniz mavisi gözleri ve neşeli haliyle grubun en dikkati çeken kızına döndüm:.
-Dış görünüşünle beni yanıltacağını sanma şeker kız! Senin kalbin kırılmışlığın da ötesinde.
Tsunami oluşturacak kadar öfkelisin o kişiye karşı, dedim.
-İnanmıyorum! Tam isabet!
-Bu duygularına pek şaşırdığımı söyleyemem. İntizarlı beddualı, dehşet derecede ağdalı basit aşk şiirleri okuma rekorları kırarken...
Üstelik yazdıklarına söylediklerine önce kendileri inanan bu acayip insanlara. Öncelikle yürekleri yaralı kadınları baş tacı edenlere. Sevgisine karşılık bulmadığına inanan erkeklerin, tehditlere varan küfürlü dizelerine alkış tutan bir çok kimselere bile rastlıyorum büyük şaşkınlıkla, dedim.
En sondaki genç kız gözlerimin içine odakladı gözlerini benden bir yorum bekler gibi.
-Ee, gizemli güzel,der demez, bayan tsunami girdi araya:
-Benim adım Gizem. Onunla kardeşiz. Dolaylı da olsa bunu da doğru tahmin ettiniz. Ama ben yanımdaki arkadaşımla daha çok anlaşıyorum, çünkü aynı dertten muzdaribiz!
-Bakın gençler...
Bir çoğunuz çağın gereği bazı konularda yetişkinlerden çok öndesiniz. Zeki ve dikkatlisiniz. Ancak ünlü düşünürün: “Bilmediklerimi ayaklarımın altına koysam, başım göklere değerdi” dediği imrenilesi sözlerinde olduğu gibi, derler ki: Verdiğin sevginin karşılığını beklemeden sevmek, çok özel bir yetenek gerektirir. Bu, karşılığı bitmez bir şevkle durmadan ödenen bir lükstür.
-Öyle diyorsunuz da, karşılığı durmadan ödenecek olan böyle bir lükse sahip biri bulunsa bile...Bu zengin ve özel duygusal birikimler lüksüne sahip biri nasıl bulunabilir bu zamanda, dedi içlerinden biri.
Bu sözlere karşılık ne diyebilirdim...
Bu beş genç kıza “gönül gözüyle” baktım bu kez de. Ve dedim ki kendi kendime: Sevmek ve Sevilmek...Yaşamın insanoğluna armağan ettiği en kutsal ve sonsuz bir zenginlik. Buna gerçekten sahip olabilmek ne büyük bir şans ve ayrıcalıktır.
Ve bunun farkındalığına varabilmek ise gerçek bir ‘yaşam ustası’ olmayı gerektirmez mi...
YORUMLAR
DEVRİM DENİZERİ
Benden de çokça selam ve sevgiler...
Sevmek ve sevilmek güzel duygular bir de sevene bakmak derim.
Duyarlı bir yazı selamla.
DEVRİM DENİZERİ
Selam..