- 613 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMANDAN BİR KESİT!..
Her doğum sancılı olurmuş derler ya doğruymuş dostum. İlk çocuğumun doğumunda bizzat yaşadım bunu. Eşimi apar topar hastaneye götürüp ebenin ellerine bırakıp da dışarıda geçirdiğim beş dakikayı gel de bana sor. Beş dakika beş yıl gibi gelmişti o an için. Sıkıntıdan dudaklarımı kemirdim, parangalı mahkumlar gibi duvarları yumrukladım sonrasında eşimi düşündüm; şu an için ben burada dokuz doğururken o içerde ne acılar çekiyordu kim bilir diye. İnan ki dostum çocuğumun cinsiyeti hiç önemli değildi. Yeter ki hayırlısıyla doğsundu. Kız erkek ne fark ederdi ki. Aslında kızları daha çok seviyordum. Onun elinden tutup böbürlene böbürlene dolaşmak ve onun her istediğini almak. Kulaklarıma yankı yapan çocuk ciyaklamasıyla içeri daldım. Göbek kordonuna dolanmış mosmor olmuş bir el kadar et parçasıyla yüz yüze kalınca kendime hakim olamayıp gözlerim yaşardı. “ Yavrum” diye seslendim ama beni duymuyordu. Eşimin alnından öpüp kahramanca doğurmasına karşılık ödüllendirmiş oldum.
Ebe,
- Lütfen dışarı derken, önceden hazırlamış olduğum bahşişini eline sıkıştırdım.
O an için dünyanın en mutlu insanı bendim sanki. Baba’ydım artık. Mafya babası değil, Şam babası değil, ben bir aile babasıydım. İki kişilik sorumluluk taşırken şimdi üç kişilik yükün altına girmiştim. Eşim, çocuğum ve ben. Onları mutlu etmek boynumun borcuydu. Yokluk dönemlerime yüksünmeden eşim el örgüsüyle bir şeyler örerek aile ekonomisine katkıda bulunmayı kendine tatlı bir uğraş olarak kabul etti. Şuyumuz yok, buyumuz yok, diye başımın etini yemedi. Uzun süre televizyonsuz geçirdik günlerimizi. Öyle koltuk ney nerede? Baza yatak ha. Aklımızdan bile geçmedi. Yere serdik mi döşeği bizden keyiflisi yoktu. Hususi araba ha! Bizim için büyük bir lükstü.
Gel zaman git zaman yıllar su gibi sessizce akarken ilk çocuğum, beş yaşına geldi.
Daha okula gitmeden aldığım resimli masalları su gibi okuyordu bile. Nasıl mı? Önce ben okuyordum resimlerini yorumlayarak, o da beni izliyordu. Bir süre sonra kendisi papağan gibi tekrar ediyordu benim söylediklerimi. O yaz Ankara’dan ağbeyim özel arabasıyla bizi ziyarete gelmişti kaldığım köye. Benim çocuk ,masal kitaplarını şakır şakır okurken ağbeyimin ağzı açık kalmıştı. İlk okula giden kendi oğluna
- Oku bakalım, demişti ama yeğenim kekeleyip duruyordu.
Aradaki fark ortaya çıkmış mıydı ne.
Yıllar çabuk gelip geçti. Bir oğlum bir kızım daha olmuş kocaman genç olmuşlardı. Onlarla birlikte gizli kalmış çocukluğumu yaşamıştım. Zaman zaman top oynamış, kasabaya gelen Lunaparkçıların Gondol’una, çarpışan arabalarına birlikte binmiştik. Onlara okuduğum romanlardan anlatmış, edebiyatı sevdirmeye çalışmıştım. Ama nedense büyüdüklerinde kendi başlarına hareket etmeyi sever olmuşlardı da ben müdahale etmemiştim, özgür birey olsunlar diye. Hep kendimden verdim. Baskıyı aklıma bile getirmedim.
Şimdi neredeler çocuklarım? İkisi de Almanya’da. Biri, matematik öğretmeni. Diğeri de bohem yaşamayı tercih etmiş,makine mühendisi olmaya çalışıyo.
Yanımdan ayrılmalarına dayanamam derken senede on günlük görüşmeyi iple çeker hale geldim.
Kız mı? Son beşik. Henüz çok erken ya, o da yuvadan uçtuğunda eşimle birlikte kamburumuz çıkmış halde kimbilir hangi bakım evinde son günlerimizi geçiriyor olacağız…
YORUMLAR
Ayhan'ım merhaba..Edebiyat defteri,defter değil, bir ansiklopedi...Çoktandır uzaktım defterden, sağlık sorunları falan filan işte...Yine kalemin konuşuyor.. Özlemişim seni,,,Görüşmek üzere...