- 1668 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİZ ÇOCUKKEN!!
BİZ ÇOCUKKEN !!!
Her sabah annemin guzine sobasının kokusu ile uyanırdık bir oda bir salon evimizde.
Babam ineklere bakmak için ezanla tavlaya inerdi. Evimiz iki katlı idi altta ahır, üste biz otururduk. Babam ineklerin otunu dehreyle doğrar gümürze ederdi. Samanla karıştırıp sepetle ineklerin önüne mısrana dökerdi. İnekler yemlerini yiyene kadar onların sırtlarını kaşır sohbet eder gibi konuşurdu kendi kendine. Sonra suvarmak için inekleri açacakken, bir sırası olduğunu bilirdi. Ahmet Eminin Yaholar’ ın Fırıncı Hocanın Adıl Amcanın, bizim ineklerimiz hep sıra ile suvarmaya çıkarılırdı. Rençperdik ne güzeldi şeydi. Bazen evimize ahırın kokusu gelirdi. “ Annem berekettir işimizdir, aşımızdır bu hayvanlar” derdi. Bizim hiçbir zaman oda spreyimiz olmadı, parfüm kokmazdı odalarımız, ama misafir geldiğinde güzel kokulu tütün kolonyalarımız vardı.
Babam, tavladan işini bitirip gelene kadar annem sofrayı hazır ederdi, bin bir eda ile. Sütün kaymağı ile yoğrulan hamurdan yapılan fetirler, sirmolu peynirler, cacıklar, çilli tavuktan kaynamış yumurtalar, sade yağlar, yazdan yapılan karadut, vişne , kaysı reçelleri çoktan ortaya serilen sofra bezi, üzerine konan ekmek tahtası, bazen de sininin üzerinde yerini alırdı. Öyle güzel halli istingalarımız vardı ki, bazen sarı bazen de gül desenli. Babam Sorlu Mustafa’nın dükkânından alırdı hep.
Sofraya hep beraber otururduk, önümüze konan tek tabaktan yerdik kahvaltılarımızı. Annem “sabah çayı vücudun kapısıdır, sabah iyi yiyin ki vücudunuz dik dursun güne hazır olsun” derdi. Belki bu yüzdendir ki biz kardeşler hiçbir zaman kahvaltısız evden çıkmadık hayatımız boyunca.
Belki yoksulluk, belki israf korkusu ile önümüze konan her şeyi yerdik, böyle de güzel bir kültürümüz vardı ve bu tüm evlerde hâkimdi. Yemeklerin artması, ziyan edilmesi, dökülmesi dünyada olabilecek en kötü şeydi bizim için. Öyle yemek seçmek kapris yapmak, mızmızlık edip annemizi üzmek gibi bir lüksümüz de yoktu, bunu da beceremezdik zaten. Maazallah başımızı kaldırıp annemizin, gözümüzün içine dik dik bakması yeterdi artardı bile. Öyle onu yemem bunu sevmem, doydum, yemeyecem demedik, diyemedik hiç. Babam annemin yüzüne bakar, her şeyimizle meşgul olan annem bizi bir kaş göz hareketi ile alt ederdi
Yemeklerimizde, öyle karşımızda gözümüzü dikeceğimiz bir televizyonumuz yoktu. Öyle dönüp duracağımız masamız, sandalyelerimiz, koltuklarımız yoktu. Yer sofrası, yer minderi ve dizimizi kolumuzu dayadığımız tek yer annemizin dizi idi. Öyle bebekler mama sandalyelerinde oturmazdı, onlar annelerimizin kucağında yerini alır, ana kucağında ağızda çiğnenen lavaşla, çaya batırılan fetirle beslenirdi. Yemek yememiz için bizim eve hiç uçak gelmedi, hiç kuşlar görmedik bir tike ekmek yerken. Karın doymadan, yemek bitmeden kalkılmazdı sofradan. İçgüdüsel olarak bir kere konulan kurallar bir ömür boyu rehberimiz oldu bizim.
Yemeği seçme gibi bir lüksümüz olmadığı için alternatif yemekte olmazdı soframızda. Öyle çocuk bunu yemez bey bunu sevmez, diye bir derdimiz olmazdı. Tek yemek tek tok karın olurdu vücudumuzda.
İlkokula giderken, kese kâğıdına sarılı peynir, lavaş ekmek, bazen de fetir konurdu kitap taşıdığımız torbamıza. Bilirdik sınıftaki diğer arkadaşlarımızın da anneleri aynı çıkını hazırlayıp evlatlarını yola saldıklarını. Öyle “kaç para harçlığın var” derdi olmazdı küçücük yüreğimizde. Biz kocaman yürekli kadınların evlatları idik. Yüreğimizde sevgi elimizde, kitaplarımız, peynirli ekmeklerin mutluluğu …
Öyle kolonyalı mendillerimiz de yoktu. Annelerimiz mutlaka yedeği ile beraber ütülü mendiller koyardı cebimize. Birisini ıslatır ellerimizi silerdik. Mutlaka çantalarımızda toz bezlerimiz olurdu. Bazen elmalar mandalinalar konurdu çantalarımıza, nasıl tatlı gelirdi bize. Öyle kantinden parası olan alır yer, olmayan camdan bakar diye derdimiz de yoktu. Herkes ekmeğini sınıfta açar paylaşırdı bir lokmasını. Bazen artan ekmeklerimizi duvar üstüne koyar, kurtlara kuşlara nasip olmasını dilerdik Yüce Mevla’dan. ilkokul beşinci sınıfta iken Fatma Ablanın okulun yanındaki bakkalını keşfettik de ayda yılda bir kere bisküvili lokum alırdık.
Biz yerli malında kola fanta götürmezdik okula. Herkes çedeneli kavurga, elma, portakal, işbabyan, şilor, gak, mevcük patlamış mısır, haşlanmış yumurta lavaş ekmek peynir götürürdük. Yerli malı sınıf pikniğine dönerdi.
Öyle okul çıkışlarında cafe, pastane, dönerci dürümcü bilmez, okulda son dersin zili ile beraber mide zilimizi de çalarak eve doğru yol alırdık. Bilirdik annelerimiz sıcacık yuvamızda bizi bekliyor. Annemizin kurdezende yoğurduğu kıymayı çiğ çiğ yemeye bayılırdım. Soğanlı köfteler büyük, iç yağlı köfteler küçük olurdu. İlk kurdezenin başına ilkokul yıllarında oturdum annemin zoru ile, kız dediğin her şeyi bilir derdi, el kapısında annesi hiç bir şey öğretmemiş demesinler diye :)
Hele babamın Dadaş Amcadan aldığı karın sucuk yok mu? Allah’ım kaç saat yıkanırdı Hacı Nene Çeşmesinde. Kaç saat uğraşılırdı bir kap yemek için. Ama pişip sofraya gelince oh değmeyin keyfimize. Hele takım alındıysa ( kellesi papuğu karını sucuğu ) ye ye bitmezdi. En çok da karınlı pilavı severdim ben. Annem pilavından seçer önüme koyardı, başı ile de işaret ederdi.
Biz çocukken her şeyi yerdik. Anne babalarımız her şeyde olduğu gibi beslenme konusunda da istikrarlı idi. Annenin dediğine baba, babanın dediğine anne asla itiraz etmezdi. Kimse kimseden çocuk yetiştirmek ile ilgili reçete istemezdi. Aile içinde sazlı sözlü davranış kuralları vardı.
Biz eskiden ne güzel çocuktuk
Tavla: ahır
Dehre : ot kesmeye yarayan alet
Gümürze: küçük küçük doğranan samanla karıştırılan ot, hayvan yiyeceği
Mısran: hayvanların kolay yiyeceğini yemesi için tahtadan yapılan yüksek yer
Suvarmak: sulamak, su içmelerini sağlamak
fetir : mayalı yağlı ekmek
sade yağ : tereyağı
Sirmo : bir çeşit sarımsak kokulu bitki. Peynirlerde kullanılır
Cacık : çökelek, lor
Tike: lokma
Mevcük : kuru kiraz
Kavurga : kavrulmuş sütlü buğday
İşbabyan: kuru kaysı
Şilor : kuru erik
Kurdezen : kıyma yoğurmaya yarayan toprak kap
Karın sucuk : ince ve kalın bağırsak işkembe ,bumbar
Karın : işkemme
YORUMLAR
N e çok sıcaklık vardı; tarzınız çok güzel, iyi ki yazılarınızla karşılaştım çünkü hayat birikiminizden yazılan eserde çok farklı bir kültürle tanışmış oldum. Aslında çocuk hallerimiz çok benzerdir.
Aynı yoksuluğu yaşadım, ülkenin ücra bir köşesinden hayatın bir kenarına tutunup yaşardık, yoksulduk ama huzurluyduk; umutlarımız vardı. Saflık, dürüstkük vardı ne zaman "Teknoloji gelişti mertlik bozuldu gerçi daha önce demir bulunduğundan mertlik bitmişti.
Çok güzel bir maziyi anılaştırıp bize okuma fırsatı verip paylaştığınız için teşekkür ederim
Sevgiyle, huzurla kalın