- 705 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YAŞAYIŞIM KUM SAATİ
Kendimi tanıttayım önce. Bir kum saatiyim ben. Kenarları işlemeli, mavi ve pembe karışık renkte. Ne alakaysa? İnce bir çizgi belirliyordu hayatımı. O çizgide bir o yana bir bu yana sürükleniyordum. Birileri sürekli itekliyordu. Bir yere yetişebilmenin haklı gururunu taşıdım hep. Ama konuşmaların sonunu yakalayamıyor kopuyordum hayattan, en heyecanlı yerinde. Zamandan ayrılabileceğimi durum buyken görebiliyordum. Tam burada döndürselerdi beni…
Sevim Hanıma, yirminci yıl tanışma hediyesi olarak Beyoğlu’nda bir antika dükkânından almıştı Adnan Bey... Kol düğmelerini satmıştı benim için. İlk gören Sevimdi aslında… Çok beğenmiş fakat parası yetmeyince alamamış. Hâlbuki alsaydı o da kocasına armağan etmeyi planlamıştı. Yoksa kullandığı daha değerli saatleri vardı. Hele Adnan Beyin dedesinden kalma bir köstekli saati vardı ki pek şıktı. Öyle uzun soluklu filan da değilim üstelik iki bucuk dakikada nefesim kesilir. Gene de o beni almak istemişti. Başkalarına rağmen tercih edilmek hoş bir duyguydu.
Duvarda asılı olan resimdeki kadın Adnan Beyin eşi Sevim Hanım. Güzel bir kadındı. Sarıydı saçları güneş vurduğunda ipek gibi parlardı. Geniş bukleleri yüzünün çehresinde sarmaşık gibi görünürdü. Gözlerindeki canlılık İnsana bakınca etkisi altında bırakırdı. Kalbi de yüzü gibi ışıl ışıldı. Kimsenin dedikodusunu yapmazdı. Sohbetlerinde yanında olmayan kişilerin isimlerinin geçmemesine dikkat ederdi. Kocasının borçları yüzünden sıkıntılı günler yaşadığı halde, hiçbir zaman eşini imkânları konusunda zorlayıcı olmamıştı. Sır küpüydü. "Kol kırılır yen içinde kalır" derdi hep. Adnan Bey, çok severdi karısının huylarını. Aynı yöne baktıklarını bilirdi. "O olmasa benim gibi inatçı, huysuz bir adama kim katlanır?" derdi. Bazen anlaşılmaz oluyordu gerçekten. Sevim Hanımın ak dediğine o kara diyordu. Öldüğünde karısının eşyalarına kimsenin dokunmasına izin vermedi. Karısından bir yıl sonra da yokluğuna dayanamadı kalp krizinden vefat etti. Hayatla arasındaki koskocaman bir bağdı. Sevim Hanım ölünce toparlayamamıştı kendini. Bu arada ben de kopmuştum zamandan. Adnan Bey ne yapsın?
***
Adnan Bey, çektiği İstanbul resimlerine bakarken Kız Kulesi önünde poz veren birini gördü. Lise çağında, sarışın, mavi gözlü bir kızdı bu. Dikkatlice resme baktı, tanıyamadı. "Kim bu acaba? Tanıdık biri olmadığı kesin. Ne güzel de gözleri varmış", dedi. Döktüklerini topladı sonra. Belki bir gün karşılaşırız umuduyla fotoğrafı da ayırıp cebine koydu.
Her pazar sabahı, Üsküdar sahilinde yürüyüşe çıkardı Adnan Bey. O günde havanın güneşli olmasını fırsat bildi... Hızlı ve tempolu yoluna devam ederken bir şey olmuştu. Yavaş yavaş durmaya başlamıştı. Hemen cebinden fotoğrafı çıkarmış. Hem telefonla konuşan kıza hem de elinde ki resme bakmıştı. Konuşmasının bittiğini görünce daha fazla beklemeden yanına yaklaştı kızın.
Fotoğrafı göstererek. "Pardon siz bu bayansınız değil mi?", dedi.
Kız şaşkınlıkla adamın sorusuna cevap verdi. "Ah! Evet. Nerden buldunuz bu resmi?" dedi.
"Bilmiyorum, ben çekmişim galiba farkında olmadan", dedi.
Kız resme bakarak düşündü. "Şimdi hatırladım ",dedi "ben bu pozu arkadaşıma verirken siz de resim çekiyordunuz sanırım o arada…"
"Herhalde.", dedi ve ekledi. "İyi ki öyle olmuş bu sayede sizi gördüm." deyince kız utandı yere bakmaya başladı. " Tanışalım mı? Ben Adnan Çoban" deyip elini uzattı kıza.
"Sevim Gümüş ben de" dedi adamın uzattığı eli sıktı. Adnan kızın gözlerine bakarak "oturalım mı?",dedi.
"Tamam", dedi kız.
Birbirlerinden çok hoşlanmışlardı. Etraflarına bakınıp oturacak bir bank aradılar. Arkalarında gördüler bir tane ve oraya yöneldiler.
Sevim Hanım, on sekizinde. Adnan Bey, ise yirmi beşindeydi evlendiklerinde. İlkin yaş farkından dolayı kızın ailesi bu beraberliğe karşı çıkmıştı. Ama onlar kararlıydı... Ve Sevim reşit olunca hemen davullu zurnalı evlendiler. Arada sırada ufak tefek tartışmalara rağmen mutluydular. Kavgaları hep bir diğerinin alttan almasıyla tatlıya bağlanırdı. Alttan alan da sürekli Sevim olurdu. İki tane oğulları vardı. Çok terbiyeli, saygılı yetiştirdiler onları. Tabi çocuk zamanının çoğunu annesiyle geçirir. O yüzden bu başarıda ki en yüksek pay Sevimindi. Daha babalarının yanlarında ayak ayaküstüne atmış değillerdi. Torunları da öyle olsun isterlerdi. Fakat hiç umut yoktu. Gelinlerine güvenmiyorlardı. Büyüğü neyse de küçüğünün "aklı bir karış havada." Ne çoluk çocuk ne çocuk umurundaydı…
Sevim Hanım altmış altı yaşında kalp krizinden öldü. Bir gün uyanmadı uykusundan. Kocası "meleğim" diye seviyordu. O da melek olmuştu. Adnan Bey de altmış yedi yaşında karısının ardından gitti. Sevim Hanım, hep "sevdiğim" derdi kocasına, öyle deyince bütün varlığıyla seslenirmiş... İnsanların rahatlıkla kullandığı aşkım, sevgilim gibi sözcükleri pek gerçekçi bulmazdı. "Sevdiğine anlam yüklemek fena şey! " diye düşünürdü.
Oğulları annelerinin ölümünden sonra babalarını yanlarına götürmek istediler. Kabul etmedi Adnan Bey. "Ben meleğimle kalacağım" diye diretti. Bir yıl sonra bir sabah evinde ölü bulundu.
***
Anne ve babaları ölünce miras derdine düşmüştü çocuklar. Sanki paylaşamayacakları ne vardı? Neyse, evi eşyalarıyla sattılar. Bazılarını aldılar. Birkaç resim bide birkaç tanıdık hatıra… Parasını iki kardeş bölüştü. Aslında nasıl bu kadar duyarsız olabildiler? Herhalde Sevim Hanımın kemikleri sızlıyordur. Allahtan beni küçük torun Harun almıştı. Dedesi onu o dedesini çok severdi. Birlikte oyun oynamaya bayılırlardı. Güzel bir yere koymuştu beni. Oturma odasında ki vitrinin üstüne. Karşımda da Sevim Hanım ohh! Değme keyfime. Gelenler ellemezse iyi olur ya, hani kırılacağım bir şey değil toparlayamayacaklar sonra.
Evgin Atalay