Ah Esra
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ne diyordu üstat; ömür yorgunluğunun gözyaşıdır baş ağrısı…
Işık bir kere solduğunda beraberinde neleri götürüyorsa seni kaybetmek bende o etkiyi yapıyordu.
Omuzlar susuz kalmış çiçekler gibi küsmüş, gözler ferini aramayı bırakmış dururken bıraktığın masada polisler girdi içeri. Kimlik sordular, kıpırdamayınca da dövdüler beni; Ahmet’imin şarkıda dediği gibi söylemedim adını.
Sordular günlerce bir başıma bıraktılar kanayan yaramla beni, inan seni sevmemin derecesini artırmaktan başka bir şeye yaramamıştı bu yaptıkları. Sonuçta ağabeylerimin gördüğü işkencelerin yanında bu masum kalan dayak değildi benim umudumu öldüren. Farkında olmadan bana yaşamımı bahşetmişlerdi. Senin yokluğunda açlıktan ölmeyi beklediğim o masadan beni alıp hayatın kucağına atmışlardı istemeden de olsa.
Kaç gün geçti bilmiyorum ama artık verdikleri çorbaları içemeye başlamıştım. Ölüm bir başka bahara kalmıştı artık. Sesleri suratları zihnime kazınan o adamları tek tek bulup öldürmekten başka isteğim kalmamıştı.
Hem böylelikle belki Ali İsmail’e olan borcumu da ödemiş olacaktım.
Ölüp gitmekse isteğim bu özgürlükten önce bir işe yaramanın huzurunu heybeme doldurmak ne romantik bir fantezi olacaktı. Neşe yüzüme yansımış olacak ki polisler sinir olup yeniden dövmeye başladılar. Ben dudağımdaki kana aldırış etmeden gülümsemeye devam ediyordum. Buradan kurtulup adlarının Salih ve ne ironiktir ki Barış olduğunu öğrendiğim bu pislikleri hak ettikleri cehenneme yollamak benim boynumun borcu olmuştu…
İkisini bagaja atıp önce Hatay’a sonra Ankara’ya en son da Eskişehir’e götürüp onların öldüğü yerleri öptürmek istiyordum.
İnsan olmayana insanca davranmaktan vazgeçmek içimi acıtmıyor sanmayın elbette ki zor seri katil olmak, sıradan her gün verilen bir karar değildi benim yaptığım. Ölmek gayet radikal karardı ya ona eşlik edecek ulvi birkaç değer üretmekten ibaret bu iblislerle uğraşmam.
Üç kuruşa sattıkları ruhlarını temizleyip, istemeden onlara yardım bile etmiş olabilirim saçma dünyalarına göre…
Ne yapıp edip ek sürelerle uzattıkları gözaltı süresince delirmediysem senin ela gözlerinin ağzıma damlayan hecelerle yazdığı aşk romanı sayesindedir. Bir köşesinde hayatın artık olmayan gözlerinin yansısı ile ısınan gamzem seni özledi.
Tırnaklarımı batırdıkları mahkûm boklarının içinden sağ çıkabildiysem eğer, bakışlarını unutmayışımın bana verdiği güç ile onları öldürme isteğimin yaptığı izdivaçtan doğan küçük prens sayesindedir.
Karabiber çalısını ilk kez gördüğüm yerde üstümüzden uçan sığırcıklar senin adını yazdılar gördün mü Esra.
Hani o şarkımızda geçen kuş kırlangıçtı ama ben artık sığırcık olarak değiştirip söylüyorum.
‘’Pencerene bak bir yaralı sığırcık var
İçeriye al onu alev gözlü yar’’
Ah Esra beni bırakıp o masada nasılda uçup gittin karanlıklara. Neden vurdu polis seni sonra neden kaçıştı insanlar ve ben neden kıpırdayamadım günlerce, senin yitişini izledim…
Kalk git lan diyenler, angut* musun oğlum diyenler, polis gelip seni de alacak kaçsana diyenler bir müddet sonra ağzını oynatıp ses çıkaramayan fulü mahlûklara dönüştüler. Ya duyamıyordum ya da kayda değer değildi söyledikleri ve sonra gerçekten geldi polisler ve beni götürdüler.
Bir ara onlara angudun bir kuş olduğunu ve hikâyesini anlatacak gibi oldum vazgeçtim…
30.12.14
Nadir
* Angut’ un aslında bir kuş olduğunu bilmeyen çok kişi vardır.Angut kuşu eşi öldüğü zaman gözlerini bir an bile eşinin ölüsünden ayırmadan baş ucunda bekler.O anda yanına yırtıcı bir hayvan yada insan gelse yinede gözleri eşinin ölüsüne bakar..
Göl bataklık ve akarsularda yaşayan ve yaklaşık 8-10 yıl ömrü olan angut kuşu
ördek-kaz karışımı bir perde ayaklı su kuşudur.Bu kuş türü eşi öldükten sonra başka eş kabul etmeden tek başına ömrünün sonuna kadar yaşar.Sadakat angut kuşunu diğer hayvanlardan ayıran önemli bir özelliktir kelaynakların da angutlar gibi tek eşli olarak yaşar.Ayrıca Angut kuşunun ’Bu yas durumu ömrünün sonuna kadar da devam eder’’.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.