- 986 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Deneme
Tramvay durağında karşılaşmamız sonrasında iki ana caddenin kesiştiği köşedeki pastaneye gitmiş birlikte kahve içmiştik. Ellerimin titreyişini kahve fincanı açık ediyor, heyecan ve şaşkınlık kahvemde alışılmışın dışında bir tat bırakıyordu. Konuşmaktan ziyade etrafa kaçamak bakışlar atıyorken, beynim suratımın kim bilir ne derece şapşal bir takıntı halinde olduğunu düşünmeden yapamıyordu. Bir saat öncesine kadar kendimden emin bir şekilde koşuyorken şimdi ise kendimi masanın üzerine serpilmiş süpürülmeyi bekleyen ekmek kırıntıları gibi hissediyordum ki. ‘’içinde daha fazla şeker olduğunu zannetmiyorum.’’ Diyerek. Tatlı ses tonuyla Pazar sabahı kahvaltısına kaymak ve bal karışımı için ekmeğin en güzel kısmını keser gibi kesti düşüncelerimi. ‘’Efendim?’’ dedim , ‘’kahvenden bahsediyorum’’ dedi, bende kaşığı hemen bıraktım saklayamadığım bir gülümsemeyle birlikte. Titrek ellerimi, çamura bulanmış ellerini annesinden saklamaya çalışan çocuk gibi masanın altına gizledim. Gözlerine cesaretli bir bakış atmayı denediğim her seferinde, gözlerinin gözlerimin içine bir resmi çiziyormuşçasına bakışı beni yıldırıyordu. Bende masanın üzerine serpilmiş şeker tozu tanelerine bakarak cümle kurmaya çalışıyordum. Ambulans sesleri duyuluyordu aralıklarla çünkü hastaneye yakın bir yerdeydik. Yüzünü ambulanstan bana çevirerek ölüm nasıl bir şeydir acaba dedi. Bende ona ‘’ ya ölüsündür ya da ölecek olan, boyutsuz noktanın iki farklı yüzü gibi’’ dedim. Bakışları bana karşı farklılaştı biraz da şaşkınlık ekledi yüzüne güzelliğinin yanında. ‘’ Dedemin ellerine bakıp toprağa benzetirdim sanki toprak geri çağıyor gibi gelirdi.’’ Dedi. Deden nasıl vefat etmişti diye sordum bu sorunun cevabını bilmek umurumda değildi ama öyleymiş gibi yaptım. Sorum üzerine anlatmaya başladı. ‘’Dedem ile birlikte seninle buluştuğumuz o ormana gider saatlerce dolaşırdık. Dedem için o orman özeldi çünkü küçük bir çocukken babası ile bazı hafta sonları gezmeye gidermiş, gezmelerinin birisinde anneannemi o ormanda görmüş ve mavi gözlerini hiç unutmamış. Yıllar sonrasında koleksiyonu için antika dükkânından altın uçlu eski bir dolma kalem almış. Dolma kalemi incelerken kutusunun alt kısmında kalemin eski sahibinin adını görmüş kalemin geçmişini araştırmak için çok geçmeden antika dükkânına uğramış ve kalemi kimden aldığını sormuş adamda kalemi maddi sıkıntılar yaşayan genç bir bayanın sattığını ona da dedesinden miras kaldığını söylemiş. Dedem tam kutuda yazan ismi seslice dükkân sahibi ile birlikte okurken arkadan gelen bir ses ‘’ kendisi büyük dedem olur’’ demiş. Dedem arkasını döndüğünde mavi gözlü genç bayanı görmüş ve tanımış bu genç kadın ormanda gördüğü o küçük kızın ta kendisiymiş yani anneannem. ‘’Dedem ile ormanda dolaşırken anneannemin vefatından sonra kalemi o ormanda bir yere gömdüğünü söylediği sırada kalp krizi geçirerek öldü. Kalemi aramaya kalkmıştım ama bulamadım.’’ İlginç bir hikâyeydi. Neden birlikte aramıyoruz diye saçma bir fikir ileri sürdüm ve bu saçma fikir yüzünden, ayakkabımın tabanı gelmiş topuk kısmının gün boyu acımasızca işkencesine uğradım. Eğer bu işkenceye rağmen onunla kalem aradığımı görseydi eminim kollarıma atlayıp seni seviyorum derdi. Eğer bu saçma fikri ortaya attığım ana dönsek şöyle derdim ‘’ eminim deden kaleminin sonsuza dek gömülü kalmasını isterdi’’. Senaryoları kafamda canlandırırken gülmeye başlamıştım. ‘’ niye gülüyorsun’’ diye sordu bende aklıma küçüklüğüm geldi diyerek geçiştirdim.
Bütün yorgunluğuma rağmen güzel bir gün geçirmiş, hayat hikâyelerimizi anlatmıştık.
Onunla birlikte zaman toprağın altında kalan reçinenin kehribara dönüşmesi gibi kıymet kazanmıştı. Şimdi düşünüyorum da eğer dedesi o kalemi gömmüş olmasaydı birbirimizi bu kadar tanıma fırsatı yakalayamazdık. Kimilerinin hayatları başkalarının hayatlarına etki yapıyor nehir kollarını birleşmesi gibi. Güneşin batmasına yarım saat kala onunla iskelenin önünde ayrılmış vapurla karşıya geçiyorken martıların tekne etrafında uçmayı bırakarak uzaklara gidişlerini izledim ve o şiir geldi aklıma……..
TEK BİR SEÇENEK KALDI
Vapurun güvertesinden izlerken İstanbul’u
Rüzgarı çarpıyor da yüzüme,
Bir an seviniyorum ve bir an sanıyorum ki
Öpülüyorum kadınımın dudaklarından,
Ve işitiliyorİken martıların sesi
Unutup da geçmişi
Bir yere ya da zamana sığdıramadığım ruhuma
Gökyüzünde martıların kanatlarında yer buluyorum
Ve de unutuyorum açlığımı
Sevgililerin attığı simitlerle
Geçiyor da zaman
Varıyor elbette başka bir limana bu gemi
Çok geçmeden anlıyorum
Benim yerim ne bu kıyıda ne de karşı kıyıda
Açılıyor ellerim gökyüzüne de
Tek bir seçenek kalıyor avuçlarımda
O da gitmek buralardan çok uzaklara
Gece olduğunda arkadaşlarımla İstiklal caddesinde bulunan bir pasajın arkasında kalan çayhaneye gittik, gençler yine doldurmuşlardı tabureleri arkadaşlarım bende değişiklik olduğunun farkındaydılar çünkü susuyordum her zamankinin aksine, sadece benim duyabildiğim bir müzik dinliyormuşum gibi halim vardı farkındaydım ama gerçekten dinliyor muydum? Bilmiyordum. Güzelliğini tartışamadığım bir kadına tutulmuştum, temizliği tartışılmaz aynalarda zihnimde örülmüş bir hikâyenin son buluşunun yansımasına bakıyordum. Yumuşak saçlarımı bağlayıp, daima resim yaparken giydiğim gömleğimi giydim. Uzun ince tekerlekli aynayı camın önüne getirip aynadan gökyüzüne baktım ve aynadan gördüklerimi aynanın üzerine resmettim. Artık aynanın benimle alıp veremediği kalmamıştı.
Mustafa Onur Orhan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.