- 1006 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
"AY'I YAKMAK"
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
.....
....
Çadırın önünde dikiliyordum. Bu gece yalnız başımaydım. Babam yağmur duası için köye gitmişti. Belki de birkaç gün gelmeyecekti. Ara sıra ağıldan kuzu koyun melemeleri geliyordu. Kızılgöz ağıl kapısının önünde gözleri çakmak çakmak, tetikte bekliyordu..Köyde, Keçiborluda, Gönen’de bütün minareler susmuş, yatsıyı epey geçmişti. Kapıdağı’nın doğusunda birden bire bir kırmızılık belirdi. Dikkatle baktım. Sanki ipil ipil eden, yükselip alçalan alevler gibiydi. Acaba yangın mı var dedim. Olur ya, ortalık kurak,biri
bir ateş yakar gider, iyi söndürmezse kıvlıçlara sıçrayabilirdi. Büyük bir yangın olmasa bu kadar kırmızı olmaz, alevler böylesine buradan görünmezdi. Bekledim. Oradan yükselecek dumanı bekledim. Gönen ışıkları tepelerin bağrına yansıyıp geceyi aydınlatırken Demirli yönünden, çamların arsından bir ışık süzüldü. Kızılgöz bir tehlike sezmiş gibi yerinden fırlayıp havlamaya başladı.Sanırım bir motosikletti. Eğer motosikletse Mutlaka Contili’ydi.Çamlıkların arasından süzüle süzüle geldiğinde yalnız olmadığı
anlaşıldı.Kızılgöz motosikleti karşılamış,çoktan etraflarında dönerek, motosikleti ve paçalarını koklayarak, üzerlerine tırmanarak sevgisini belirtiyordu.
Kızılgöz, benim tek can yoldaşımdı. Şu bayıla bayıla, eğrile büğrüle uzyıp giden dağlarda, tepelerde hep yanımda olur, ben uyurken uyumaz ama ben ayaktayken ayakta olurdu. Oldukça atikti. Ona bir keresinde, yeni büyüdüğü dönemlerde Contili serhoş bir anında bir tavuk budunu eliyle yedirdikten sonra üzerine şarap şişesini dikmiş, Kızılgöz’ü de serhoş etmişti. O zamanlar bir adı yoktu. Gözleri kızıl kızıl olmuş, nereye koşacağını, nereye üreceğini şaşırmış, sonunda çadırın kenarında uyuşup kalmıştı. O zaman "Kızılgöz" adını
vermiştik.
"Şıngırdatalım anam!" diye bağırdı Contili.
Av tüfeğini çapraz kuşanmıştı. Motosikletin arkasına, bir ata ya da eşeğe ardar gibi arttığı heybeyi indirdi. Omzuna aldı. Heybenin ön gözünü sallayarak çadıra doğru geliyordu.
Şişeler şıngırdadı.
"Anna Perenna’ya şıngırdatalım imanım!"
Şaşırdım.
"Hayırdır Contili! Buldun mu Anna Perenna’yı?!"
Contili,
"Bulduk da şıngırdatmaya geldik çadıra imanım!" dedi.
Belli ki yolda da içmişlerdi. Hafiften çakırkeyiftiler.
Hayri,
"Bulduk da öyle geldik olum Gocaguş! Sen ne sandın?!"
"Durun.. dedim, yangın var!"
Hemen, "Nerde?" diye sağa sola baktılar.
"Kapıdağı’nda!" dedim, elimi uzattım dağa doğru. Onlar gelirken yangın daha da büyümüştü sanki. Bir top gibi olmuştu üstelik.
Contili, "Hani nerde yaaa?" diye sağa sola sallanarak çadırın önüne yürüdü. Ateş topu büyüyordu.
"Siz görene kadar Kapıdağı yanacak olum!" dedim.
Birden gülmeye başladılar. Hatta Hayri, gülerken ayağı bir anıza takılıp düştü, yerde yuvarlana yuvarlana gülmeye başladı. Contili, heybeyi çadırın önündeki çite artmış, çifteyi de çadırın kenarına dayamıştı. Yata yata, döne döne güldüler. Bir mana verememiştim. İkisi de bir olup işaret parmaklarıyla Kapıdağı’nı gösteriyorlardı. Sonra işaret parmaklarını bana çevirdiler. Ellerini dizlerine vura vura, yata yata, döne döne, yuvarlana yuvarlana güldüler. Sanırım içkiyi fazla kaçırmışlardı. Motosiklet ırladıkça çarpmıştı.
"Baksana be!" dedi sonunda nefes nefese Contili: "Ay o Ayyyy! Amma safsın ha!"
Allahallah dedim, baktım. Ben, "onlar mı sarhoş, ben mi" diye düşünürken,
Hayri,
"Bizim içtiğimiz içkiler seni mi çarptı ule?!" dedi.
Sonra döndü. Saflığımı hatırlayıp üzüleceğimi sandı.
"Boşver o yangını, sen şu içimizdeki yangına bak!"
Kahkahalar biraz sönmüştü. Contili’yle çadırın önündeki ocağın başına oturduk. Hayri kıs kıs gülerek bir kaç çam koluyla birkaç kozalak attı ocağa. Ateş çıtırdayıp alev alırken heybeden bir siyah poşet getirdi. Önümüzdeki üç şişe alevlerle ışıldayıp dururken,
"Bu gece Anna perenna’yı kutlayacaz imanım!"
Bunlar mutlaka bir halt karıştırdılar diye düşünüyordum hâlâ. Sorsam yine yerlere yata yata güleceklerdi. Sormadım. Kendimi akıntıya bıraktım. Ateşin üzerine saçayağını attılar. Onun üzerine de tel ızgarayı. Heybeden bir poşet daha çıkardılar. Butlar göğüsler parçalara ayrılıp hazırlanmış. Keklik mi tavuk mu belli değil. Bir sahana koyup tuzladılar, kekiklediler. "Senin bir kuzu çevireceğin yok nasılsa!" dediler. "Biz bir keklik çevirelim!" dediler çevirdiler. Şişeleri açtılar. "Yağlayalım!" dediler, devirdiler. Ben sadece baktım. Baktıkça içerledim. Misafirin ev sahibini ağırlamasına döndü her şey. İçmemeliydim. İçmeyecektim. Erkekliğime laf edeceklerdi. Dereden tepeden konuşup çalıyı
boğazımdan tersine çekeceklerdi. Yediğim etleri burnumdan getireceklerdi. "İşte "Gocaguş Emmi dediğimiz bu! Gideriz biz de!" diyeceklerdi. Gitmelerini istemedim.Kızdım ve önümdeki şişeyi ben de deviriverdim.
Hayri,
"Bütün borçlar alacak görünür şimdi!" dedi.
Contili,
"Bütün alacakların ve..." diye bağırdı."Anna Perenna’nın şerefine!..."
"Ya şu ikide bir de ismini bağırdığın kim oluyor?" Dedim. "Kimin şerefine içtiğimi bileyim olum!"
"Gocaguş emmiii, dedim ya, bütün alacakların ve Perenna’nın şerefine! Şıngırdatalım..."
Bu arada Hayri ayağa kalktı, şişeyi gecenin koynunda yuvarlanan aya uzattı;
"Hayır! dedi. Biz esasen Nataşa’ların şerefine içelim!"
"Allahallah!" dedim. "neler diyor bunlar?!" İsimler arasında uyuşuk uyuşuk dolandım, gittim geldim.
Birşey anlamıyordum ki. O isimler bana yabancı geliyordu. Ayşe desem değildi. Fatma desem değildi. Bön bön bakmışım ki, yüzümü yalayan alevlerden mi anladı ne, Contili,
"Ya Gocaguş Emmi, biz ne arıyoz ne zamandır kazdığımız mezarlarda haa?!"
Hayri,
"Ne geldiyse başımıza Nataşa’lardan geldi imanım. İnciri ocağımıza Nataşa’lar dikti. Perenna’yı bırak!"
Bu arada keklik kızarmıştı.Kenarda Kızılgöz attığımız kemikleri yalıyordu.
Contili,
"Sen nerden bileceksin Hayri dayı Nataşaları?" dedi, küçümser gibi gözlerini süzdü.
Hayri,
"Oğlum sen ne çabuk unuttun benim enver ustadan terk olduğumu?"
Bir kahkaha daha. Kahkahalar sönen ateşin dumanı gibi bazen alçalıp bazen yükselirken,
"İncik boncuk buluyoz hep! Ne yapalım, kaşığımızda onlar çıkıyor!"" dedim.
Hayri yerine oturmadan bir poşet daha çıkardı heybeden.
"Aradığımız incik boncuk değil. Nataşa da değil imanım. Arayıp bulamadıklarımıza şıngırdatalım!"
"Alacakların ve Perenna’nın şerefine! Şıngırdatalım anam!"
"iyi, hadi öyleyse! İmanım!"
"Arayıp bulamadıklarımıza!"
"Bulup alamadıklarımıza!"
Düşündüğümüz, özlediğimiz, harcımız, borcumuz, varlığımız, yoksulluğumuz.. üzerimizde aklımızda fikrimizde ve zikrimizde her ne varsa onun şerefine şıngırdadı durdu şişeler. Ne ben Anna Perenna’nın, Nataşa’nın ne olduğunu öğrenebildim, ne o günkü neşelerinin sebebini. Ne de Contili söyledi. Gece ilerlemişti. Doğrusu çoktandır böyle bir ortamı yaşamamıştım. Birkaç kızarmış et aldım. Özlemişim. Bir şişe dikmeden uyuşup kaldım. Onlar sendeleyerek kalktılar. "Ayıl ayıl dik, ayıl ayıl dik Gocaguş Emmi!" dedi Contili sallanarak motosikletine boşalan heybesini ardarken. "Ama ateşi de unutma! Ayı yakarsın!" dedi, sonra zembereği boşalıverdi. Yine yerlere yata yata, dizlerine vura vura gülmeye başladılar.Ay bu arada tepemizden süzülüp geçmiş, uzaklarda horozlar ötmeye başlamıştı.
"Perenna’yı sana sonra anlatırım Gocaguş Emmi!" dedi Contili. "Hayri de Nataşa’yı sonra anlatsın. Kuzu çevirecez bi dahakine ama!" İleri geri gide gele, "Şimdi sabah oluyor. İki gün sonra işe girmeye gideceğiz madene. Ben girmeyeceğim. Ama sizi götüreceğim. Ben girmem gapısız penceresiz yere! Tamam mı? İki gün sonra geliriz yine tamam mı Gocaguş Emmi.. imanım?!"
"İşe girelim tamamdır imanım!" dedim.
"Ben girmem gapısız penceresiz yere!"
Yattığım yerden kalkamıyordum. Oldum olası bir şişe beni çarpardı böyle işte. "Durun, çadırda yatın, ya da şuraya bir hasır serelim!" dedim mi, demedim mi bilmiyorum. Motosiklete bindiler, yalpa yapa yapa, çamların arasında kıvrıla kıvrıla gittiler. Ay ışığının altında uyuştuğum yerde uyuyup kalmışım.
Uyandığımda, yüzleri gözleri kan içinde, ikisi de yanımdaydı.
.............
.............!!!
________________yitikozan