- 453 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yenileniş
Durakta beklerken, o soğukta nasıl da uzardı saniyeler! Otobüs geciktiğinde, köşeden bir kahkaha gibi kıvrılırdı. “Bak yine beklettim seni” dercesine... Kızmaya hakkı olmayanlardan olduğunu yüzüne vura vura…
Otobüs iyice yaklaşıp şoförün yüzünü seçtiğinde, soğuğun ve çaresizliğin zihnine nasıl oyunlar oynadığını bir kez daha fark ederdi. O metal yığını şoförün yüzündeki babacan ifadede daha sıcak ve insancıl bir bütüne varırken, sayısız kez söylediği şeyi tekrarlardı kendine: “Bir gün bu zavallı kızdan çok başka biri olacağım.”
İnsanlar burun kıvırıp durmuyor muydu şimdi de? Yanlış yapmaması, erkeklere göz süzmemesi o kibirli hanımların ve beylerin gözünde o yanlışlarda bulunanlardan çok farklı bir yere mi koyuyordu onu sanki? Koca bir hayırdı cevabı tabii ki. Öyleyse soğuktan buz tutan elleri hangi sıcağa tutunacaktı? Çaresizliğini yaşamına girebilecekleri açık bir kapı olarak gören o aç kurtlardan gözlerini kaçırıp dursa da, ne değişecekti ki! Ama yine de içinden bir ses görünürde olmasa da gerçekte farkın çok büyük olduğunu söylüyordu ona. Bu soğuk yerden onu kurtarabileceğini haykıran o yapışkan bakışlara vargücüyle direniyordu bu yüzden. Birini bekliyordu... Ama bakışları bu adamlar gibi kirletmeyen, tertemiz… Bu yüzden böyle direniyordu tüm çirkinliklere.O kendini bulduğunda ona layık olacak kadar temiz kalmalıydı çünkü.
O genç ilgileniyordu onunla. Ona bir et parçasıymış gibi bakmıyordu mahallesinde ya da fabrikadaki erkekler gibi. Filmlerdeki o derin bakışları sokuyordu dünyasına. Hiç öyle bakmamıştı şimdiye dek biri kendine. Sanki bir şeyler arar gibi, öylesine bir bakışla çözülemeyecek kadar gizemli bir yanı varmışçasına onu derinleştiren; yüzünde ifade bulanlardan çok başka duyguları, özlemleri de olabileceğini anlatan gözlerle...
O fiyakalı arabasıyla gezdirmişti onu bir gün. Ayşe Pazar gününü iple çekmiş, iş yerleri gibi kimlikleri de tatile çıkaran o gün geldiğinde yanaklarının kızarmaması için dualar ederek annesine arkadaşı Nermin’le buluşacağını söylemişti. Bu oldukça sık tekrarlanan bir durum olduğu için kadıncağız kızının yüzünde farklı bir şeyler arama gereği duymadan geç kalmamasını, ütülenecek birsürü çamaşır biriktiğini söyleyip odadan çıkmış, onu büyük bir azaptan kurtarmıştı böylece. Bu kadar mutluyken her zamanki bezgin ve ruhsuz ifadeyi yüzüne giydirmek o kadar zordu ki!
Sözleştikleri yere gitmiş, ilk kez saatine güvenle bakmıştı. Biliyordu, tam zamanında görünecekti araba. Eğer birkaç dakika geç kalsa bile kaşlarını çatıp naz yapmanın keyfini çıkarabilecekti en azından. “Hayatım trafik sıkışıktı” ya da “bir kedi çıktı önüme” gibi gayet makul bir sebebi dünyanın en gönül alıcı sesiyle kendisine izah ederken ne kadar şirin göründüğünü, onu durakta otobüs bekleyen fabrika kızı olmaktan çıkarıp bir prensese dönüştürdüğünü hiç bilmeyecekti.
Küçük bir kızken bir erkekle parası ve itibarı için evlenen kızlara dudak bükerdi. TV’de izlediği yerli filmlerden öğrenmişti bunu. Hala da bu konuda çok farklı düşünmüyordu aslında. O zamanlar bedeninin küçük olması, onu büyüklerin dünyasından uzak tutarken, kırık dökük de olsa birkaç parça oyuncağıyla yaşıtları gibi gönlünce dünyalar kurabiliyordu kendine. Elleri üşümüyordu ayazda, daha net ayırabiliyordu doğruyu ve yanlışı. Ama büyüyünce doğru yanlış birbirine karışmış, yorgunluk ve ruhsuzluk hayatının vazgeçilmez ikilisi olarak baş köşede almıştı yerlerini. Küçük bir kız olduğu zamanlardaki haliyle eşit şartlarda değildi artık. Her düşünce, her inanç içinde var olduğun koşullardan izler barındırıyordu mutlaka. İstediğin kadar dışarıda kalmaya çalış, sürdüğün yaşamın ruhuna sızan bir yanı oluyordu ille de. Seni daha iyi hissettirecek, içinde gün be gün yoğunlaşan o karanlıktan bir parça uzağa savuracak şeylere önceki kadar kuşkuyla bakmaz oluyordun artık.
Hem nesi yanlıştı ki bunun? Günün birinde evlenmeyecekler miydi? Ayrıca sadece parası için evlenmeyecekti ki onunla! Yoksa kalbi bu kadar gümbürtüye boğar mıydı kulaklarını? Ya arkadaşı Sevim gibi evli bir erkeğe gönlünü kaptırsaydı?! Hiç değilse O kimsenin ahını almayacak, sevdiği erkekle filmlerdeki fakir kız zengin erkek hikayesini gerçeğe dönüştürecekleri çok mutlu bir yaşamları olacaktı. Buna inanmaya öyle ihtiyacı vardı ki!
Tüm bu yaşadıkları ileride bir yalan olacaktı belki de… Ama yine de şu an için öyle gerçekti ki! Bu bile çiçekler açtırmaya yeterdi çorak toprağında. Gerçek neydi ki zaten? Akşam eve döndüğünde daha kapıdan girmeden duyduğu, sefaletin kokusuna karışan anason kokusu mu? Ya da gitgide sertleşen, derisi soyulan ellerini görmeyen bir babanın sarhoş gözleri mi? Evet, bunları garanti ediyordu hayat ona işte! Öyleyse hiçbir şeye güvenmek istemiyordu artık. İçinde tomurcuklar açtıran, taze toprak kokusu getiren bu yenilenişi duyuyordu ya her zerresinde şimdi… O Pazar günü köşeden o kırmızı araba tam saatinde dönüvermişti ya ona kocaman, nazik bir tebessüm göndererek… Varsın iki gün sonra bir yalana dönsündü her şey, çok da önemli değildi. Şu an için gerçekti ya, bu bile yeterdi içini üşüten bu ayaza direnebilmek için...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.